İnsanoğlu, doğayı ve evreni anlamlandırma aşamasında iken hangi bitkinin veya hayvanın yararlı-zararlı olduğunu deneme-yanılma yöntemiyle bilgi dağarcığına eklemiştir. Daha sonraları kendisinin güçsüz olduğunu düşünüp yaşamını gerek korkudan gerekse hayatın zorluklarından kurtulmanın psikolojik bir etkisi olarak doğadaki nesneleri kutsallaştırmaya başlayarak devam ettirmiştir. Bu noktada anlamlandırılan nesnelerin kutsallığı ilkel insanın inanç sistemini meydana getirmiştir. Hayvanların ata olarak kutsal sayılması, hatta tanrısallaştırılması ilk insanın doğa karşısında savunmasız ve aciz kalmasının bir göstergesi olabilir. Bu bağlamda kuşların önemli bir işlevi vardır. Kuşlar kimi zaman tanrı ile insan arasında bir iletişim vasıtası olarak kimi zaman ise ruhun biçimsel tasavvuru şeklinde birçok konumda anlamlandırılmıştır. Türk kültürü çerçevesinde “kuş” halk anlatılarından inançlara kadar birçok folklor ürünü içinde farklı işlevlerle yer almıştır.
Türk mitolojik inanç ve düşünce sisteminde, kuşlar farklı işlevlerle karşımıza çıkmaktadır. Türk boylarının yaratılış mitlerinde çeşitli kuşlar yer almaktadır. Örneğin; Yakutların, Yenisey veya Altayların yaratılış mitlerinde kaz, kuğu ve kırlangıç gibi kuşlar yer almaktadır.
Şamanların davullarında kaz, kartal gibi kuşlar yer alır. Şamanizm inanışında, ölen kişilerin ruhunun kuş suretine dönüştüğü bilinmektedir. Ölen kişilerin ruhlarının bir kuş olarak göğe uçmaları, Türklerde oldukça yaygın bir düşüncedir.[1]
Camiü’t-Tevarih’te 24 oğuz boyunun her biri için bir kuşun “ongon” olarak yer aldığı bilinmektedir. Her boyun kendisinin tanınmasını sağlayacak bir arma/simge olarak bayrağında bulundurduğu kuşu vardır.[2]
İslam inancıyla birlikte kuşları yüceltme devam etmiş ve onlar daha çok dinî olay ve şahıslara bağlı olarak değerlendirilmiştir. Uygur Türkleri arasında özellikle güvercin, kırlangıç, bülbül, tumuçuk, kakkuk, siyah serçe ve kumru gibi kuşlara kutsallık atfedilmektedir. Bu nedenle 164 de bunlardan bazıları için evlere özel yuvalar yapmaktadırlar. Kırlangıç ve güvercin ise en sevilen kuşlardandır ve bunlara özel ilgi gösterilir. Uygur Türkleri arasında da kırlangıç ve güvercin çeşitli mitik ve dinî olaylara bağlı olarak kutsal kabul edilen kuşlardandır.
Eski kaynaklarda, “kırlangıç” kelimesi “karlağuç” ve “karlaguç” olarak geçer. Türkmenlerde “karlıgaş”, Balkan Türklerinde “karılgaç”, Kırgızlarda “çabilekey” veya “çabiyekey”, Kazaklarda “karlıgaş”, Özbeklerde “kaldirgâç”, Altay, Teleüt Türklerinde “karılıgaş”, Şorlarda “karılıgaş” veya “karlâş”, Sagaylarda “karlagas” şeklinde ifade bulur.[3] Hasan Eren “Türkçenin Etimolojik Sözlüğü” adlı eserinde, kırlangıcın < karılık+-(a)ç küçültme ekinden oluştuğunu ifade eder.[4] Kırlangıç, Uygur Türkleri arasında ise “karliğaç” şeklinde adlandırılmaktadır.
Kırlangıç, Uygur Türkleri arasında kutsanan ve değer verilen kuştur. Dostluğun ve şefkatin simgesi olan kırlangıç, “insanları kazadan ve beladan kurtaran kuş” olarak bilinir. Bu nedenle Uygur Türkleri arasında evlerin çatılarına, kapıların üzerine onlar için özel yuvalar yapılır. Çünkü “kırlangıcın yuva yaptığı eve talih konar” inancı vardır. Hatta sonbaharda kırlangıçlar yuvalarına dönmediğinde, onların yuvalarına tütsü yapılmakta ve dönmeleri için dua edilmektedir. Ayrıca kırlangıç öldürülmez ve yakalanmaz. Onu yakalayan kimsenin ellerinin tutulacağına inanılır.[5] Kırlangıç ile ilgili bu inanış ve ritüelleri incelediğimizde, kırlangıç hakkında anlatılan efsanelerin bu inanış ve ritüellerin hem ortaya çıkmasında hem de süreklilik kazanmasında büyük etkiye sahip olduğunu görmekteyiz.
Uygur Türkleri arasında kırlangıç ve güvercin ile ilgili anlatmalar, çoğunlukla “Nuh Tufanı” etrafında şekillenmektedir. “Tanrı’nın dünyayı kötülüklerden arındırma ve kötüleri cezalandırma amacıyla yeryüzünü sularla kaplamasını ve elçisi ya da bir kutsal kişi vasıtasıyla bir gemi yaptırarak insan, hayvan ve bitki nesillerini kurtararak yeniden türeyişi sağlamasını hikâye eden tufanla ilgili metinlere yeryüzündeki topluluklarda ve bazı kutsal kitaplarda rastlamak mümkündür.[6] En eski örneğine Sümerler ve oradan da Babilliler arasında rastlanan tufan efsanesi, Altay Türkleri arasında da anlatılmaktadır. Ayrıca Tevrat ve Kur’an-ı Kerim’de de tufanla ilgili bölümler bulunmaktadır.[7] Nuh peygamber, Uygur efsanelerinde de tufanla birlikte geçmektedir.
Hayatın ikinci kez başlamasını ifade eden Nuh Tufanı, efsanelerde çeşitli hayvanların belirli özellikleri kazandıkları bir olay olarak yer almaktadır. Keçinin kuyruğunun dik olması, kedinin sırtının yere gelmemesi, güvercinin insanlar arasında “kutsal kuş” kabul edilmesi, kırlangıcın kuyruğunun çatal olması Uygur efsanelerinde “Nuh Tufanı”nda meydana gelen olaylar olarak anlatılmaktadır. Bunun yanı sıra efsanelerde, Doğu Türkistan’ın önemli şehirlerinden biri olan “Turfan” adının ortaya çıkışı da “Nuh Tufanı”na bağlanmaktadır.[8]
Uygur Türkleri arasında kırlangıç ile ilgili yer alan anlatma ve inanışların Türk boylarının büyük bir kısmında ortaklık teşkil ettiğini görmekteyiz. Çalışmada yer verdiğimiz 1 ve 2 nolu efsane metinlerinde, kırlangıç Nuh Tufanı’nda yer alan kuşlardan biridir ve tufan sonrası insanoğlunu yılanlardan kurtaran kuş olarak yer almaktadır. Efsanede onun insanoğlunu kurtarmasından dolayı kutsandığı da vurgulanan hususlardan biridir. Buna benzer anlatmalar Türk boyları arasında oldukça yaygındır. Örneğin; Hz. Nuh, tufan suyunda gemiyle ilerlerken, dünyada hangi varlığın kanının tatlı olduğunu öğrenip gelmesi için, karaya önce kargayı gönderir; ancak karga geri dönmez. Sonra sineği gönderir, o da dönmez. Sonunda kırlangıcı gönderir ve kırlangıç geri döner. Efsanede, Nuh peygamberin takdirini kazanan kırlangıcın, Uygur Türkleri tarafından kutsal kabul edilen ve onlar için ayrı bir değere sahip olan kuş olduğunu görüyoruz. Uygur Türkleri arasındaki bu anlatmanın diğer Türk boyları arasında da çeşitli varyantları yer almaktadır. Örneğin; Anadolu’da anlatılan bir efsaneye göre, Nuh’un gemisi delinmiş, deliği yılan tıkamış, ödül olarak da istendiği canlının etini yemeğe izin istemiş. Arı bütün etleri tatmış, en tatlısı insan eti demiş.
Kırlangıç da insanları kurtarayım derken arının dilini ısırmış. Yılan buna kızmış, kırlangıç da kuyruğunu yırtmış.[9]
Buryatların bir efsanesinde kırlangıcın kuyruğunun bir yılan sokması sonucunda oluşması söz konusudur. Efsanede, bu durum kırlangıç ateşi çalmaya cesaret ettiği için Gök Tanrı tarafından bir ok atışıyla kuyruğunun parçalanması şeklinde geçer.[10] Azerbaycan Türklerinden derlenen bir efsanenin özeti şu şekildedir: “Padişahın kızı ile çoban arasında geçen aşka, padişahın karşı gelmesi söz konusudur. Padişah kızına layık görmediği çobanı bir kış günü uçurumdan aşağı atar. Tam o sırada padişahın kızı olan Bahar, çobana seslenir. Çoban o anda Allahtan bir kuşa çevrilmeyi diler. Sonuç olarak çoban kırlangıca dönüşür. Bundan sonra kırlangıç ile kışın mücadelesi başlar. Kış tam yenilecekken son kuvvetini toplar ve elini kırlangıcın kuyruğuna atarak iki tüyünü koparır. O günden itibaren göğsü ak, kuyruğu çatal olan karakuşun adı kırlangıç olarak kalır.”[11]
Sibirya’nın Hıristiyanlaşmış Yakutları tarafından anlatılan bir masal (?) şöyledir: “Şeytan, İsa’nın ağabeyiydi fakat İsa iyiyken o kötüydü. Tanrı dünyayı yaratmak istediği zaman şeytana ‘her şeyi yapabileceğinle övünüyorsun ve benden büyük olduğunu söylüyorsun; öyleyse okyanusun dibinden kum getir’ dedi. Şeytan dibe daldı fakat suyun yüzüne çıktığında elindeki kumun yıkanıp gitmiş olduğunu gördü. İki kez daha daldı ama başarılı olmadı, dördüncü kez kendisini kırlangıca çevirdi ve gagasında biraz çamur getirmeyi başardı. İsa bu çamur parçasını kutsadı ve o da dünya oldu. Dünya başlangıçta düz ve pürüzsüzdü. Fakat şeytan kendi dünyasını yaratmayı düşünerek bir parça çamuru boğazında saklamıştı. İsa bu kurnazlığı anladı ve ensesine vurdu. Çamur parçası şeytanın ağzından fırladı ve yeryüzündeki dağları oluşturdu, yoksa eskiden her yer dümdüzdü”.[12] Bu anlatı, Altay Türklerinin dünyanın yaratılışı ile ilgili anlatılan mitik metne benzerlik göstermektedir. Potanin bazı Altay yaratılış destanlarında insanın yerini kırlangıcın aldığını ifade eder.[13]
Yukarıdaki örneklerden de anlaşılacağı üzere, Türk boylarının büyük bir kısmında kırlangıç ve onun özelliklerine ilişkin unsurlar “Nuh Tufanı” olayına bağlı olarak 166 temellendirilmektedir. Uygur Türkleri arasında da kırlangıcın kutsanması ve ona özel ilgi gösterilmesinin nedeni bu durum olmalıdır.
Uygur Türkleri arasında kırlangıcın çeşitli hastalıkları tedavi etmede de ayrı bir işlevi söz konusudur. Örneğin; hamile kalmak isteyen kadınlar, kırlangıcın yavrusunu otla pişirerek yer. Yine hamile kalmak isteyen kadın, harabelerdeki kuşların yuvalarına (genellikle serçelerin yuvası) elini uzatır ve eline ne gelirse gözünü yumup onu ağzına atıp yer. Kuş yavrusunu yeme âdeti, ikiz çocuk sahibi olmak isteyen kadınlar arasında da vardır. Hamile kadınlar, ikiz doğurmayı isterlerse, kırlangıcın yavrusunu bulup, onu başka bir yiyecekle karıştırmadan canlı olarak yutarlar.[14] Ayrıca Uygur şamanları arasında kuş tüyü ile hastaları tedavi etme vardır ve bu tedavide kırlangıç tüyü de kullanılmaktadır. Hastanın belli bir yeri ağrır veya vücudu ağırlaşırsa şamanın huzuruna gider. Şaman, hastanın hastalık alametlerini tespit ettikten sonra, hastaya belli bir yalnız ağaç, eski dam veya pis yerin yanından geçip geçmediğini sorar. Hasta, bu durumun nasıl olduğunu anlattıktan sonra, şaman bu hastalığın o yerdeki belli devlerin-perilerin veya kötü ruhların zarar vermesinden kaynaklandığını söyler. Bunun üzerine şaman, “hançer” ya da “doğan”, “şahin” veya “kırlangıç” tüyünü hastanın vücuduna sürerek okumanın gerekli olduğunu söyler. Şaman, kuş tüyünü hastanın vücuduna sürerek “Azâim Duası”nı okur.[15] Duayı okurken kuş tüyünü hastaya baştan ayağa sürer. Tedavinin son aşamasında, kuş tüyü ile hastanın vücuduna vurulur.”[16] Ayrıca şamanlar da uygun gördükleri bir vakitte kendilerinin tapındığı “Koruyucu Tanrı” olan yalnız ağaç veya kuşa (doğan, şahin veya kırlangıç), şamanlığı öğrendikleri yer için “kan” akıtır veya tütsü yaparlar. Şamanların anlattığına göre; şamanlar kendi mezar-meşayihlerine güçleri yettiği ölçüde “kan akıtıp” tütsü yakmazlarsa, bu mezar ve meşayihler şamana öfkelenir, ondan uzaklaşırlarmış. Böylece şamanın sihirsel gücü zayıflarmış.[17]
Kırlangıcın halk hekimliğinde tedavi amaçlı kullanımı Anadolu’da da söz konusudur. Örneğin; halk hekimliğinde, “göze misafir gelmesi”[18] halinde bal ile karıştırılmış kırlangıç beyni, gülüncek çiçeğinin dövülmesi ile ortaya çıkan sıvı sürülür.[19] Bununla birlikte Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da kırlangıç uşakları adı ile anılan, tek işleri katarakt ameliyatları yapmak olan insanlar vardır.[20] Kadiri tarikatına mensup olan kırlangıç uşakları, pirlerinin İran hükümdarının hastalık sonucu görmeyen gözlerinden birini açması üzerine, hükümdarın diğer gözünü de iyileştirmesini istemesine karşılık “pirimiz bu kadarına izin verdi” diyerek tedaviye yanaşmaması ve hükümdarın ise tehditleri sonucu kırlangıç olup uçup kaçtığına inanılır.[21] Örnek uygulamalarda da görüldüğü üzere, Anadolu folklorunda, kırlangıcın özellikle göz hastalıklarını tedavi edici bir özelliği olduğu söylenebilir.
Uygur sözlü kültür ürünleri ile inanış ve ritüellerinde sıkça yer alan kuşlardan ikincisi ise güvercindir. Orta Türkçe’de güvercin “kögürçgün” olarak geçer. Eski Kıpçaklarda “kögercin” ve “ögercin” olarak kullanılır. Altay Türkçesinde “köğörçün”, Kırgızlarda “kögüçkön, kögürçkön”, Çuvaş Türkçesinde güvercin “kâvakarçân” şeklinde geçmektedir. Hasan Eren “kâvâk” kelimesinin kök-gök ile ilişkili olduğunu belirtir.[22] Uygur Türkleri ise güvercin için “kepter” ve “demder” ifadelerini kullanmaktadır.[23]
Uygur Türkleri arasında “bereket, bolluk, dostluk ve sadakat” timsali olarak bilinen güvercin, aynı zamanda vefakâr bir kuş olarak bilinir. Uygurlar en eski dönemlerden beri güvercinden “haberci” kuş olarak da faydalanmışlardır. Uzak ve tehlikeli bölgelere sefer düzenlediklerinde, yurtlarına onunla haber göndermişlerdir. Güvercinin sağ salim yurda dönmesi, seferdekilerin sağlıklı olduklarının işareti olarak görülmüştür. Uygurlar güvercini güzel, sesi hoş, insanlar ile bir arada yaşabildiği için vefalı kuş olarak görmekte ve evlerinde beslemektedirler. Onlara göre, güvercinin seher vaktinde ötmesi ibadet, insanların baht ve mutluluğu için yapılan bir duadır. Bundan dolayı da güvercinler için özel yuva yapılır ve onlara kesinlikle zarar verilmez. Güvercin, Uygur halk tebabeti içinde de ayrı bir yere sahiptir. Kuşlar arasında besin değeri yüksek ve eti helal olarak görülen güvercin, halk hekimliğinde tedavi amaçlı olarak kullanılmaktadır.
Özellikle zayıflık ve mide rahatsızlıkları gibi hastalıklar için güvercin eti yenilmektedir. Ayrıca romatizma gibi hastalıklar için vücuda güvercinin kanı akıtılır. Bazı irinli hastalıklara güvercinin karnı yarılarak sarılır.[24]
Uygur Türkleri arasında güvercin ile ilgili inanış ve ritüellerin temelinde, güvercinle ilgili anlatmalarda Nuh tufanı, Hz. Muhammed, Sutuk Buğra Han, Kumat Paşam gibi dinî olay ve kişilerin yer aldığını söylemek mümkündür. Bir başka ifadeyle, başlangıçta Nuh tufanı ile ilişkilendirilen güvercin, sonraki dönemlerde İslam dinînin tebliği ve yayılmasında önemli rol alan dinî şahsiyetlerle birlikte ele alınmıştır. Çalışmada yer alan 3 ve 7 nolu efsanelerde, güvercinin “Nuh Tufanı”nda hem haberci hem de sadık bir kuş olarak yer aldığı görülmektedir. Bu durum sadece Uygur Türklerinin anlatma ve inanışlarında değil, birçok Türk boyunun sözlü kültür ürünlerinde karşılaştığımız bir durumdur. Örneğin; Altay Türklerine ait Verbitskiy tarafından derlenen “Tufan efsanesi”nde güvercin “haber veren, barışı simgeleyen ve sadık” bir kuş olarak görülmektedir.[25]
Tufan efsanesinde gemiyle sular üstünde yükselen kutsal kişi (Altay Türklerinde Nama), gemi karaya oturduğunda suyun derinliğini öğrenmek için çeşitli kuşlar görevlendirir. Nama sırasıyla kuzgun, saksağan, karga ve güvercini gönderir. Kuzgun, saksağan ve karga çıktıkları yolculukta bir leşe konarlar ve asıl işlerini ihmal ederler. Güvercin ise gagasında bir dal ile geri döner ve böylece karanın yakınlarda olduğu anlaşılır. Nama, leş başında oyalanıp kalan saksağan, kuzgun ve kargayı cezalandırıp onların kıyamete kadar leş ile geçinmelerini söyler. Verilen görevi yerine getiren güvercine de kendisinin sadık hizmetçisi olduğunu, kıyamete dek kendi evlatlarıyla birlikte yaşamasını söyler. Dolayısıyla bu efsane ile saksağan, kuzgun ve karganın neden leş yiyerek, güvercinin ise neden insanlarla birlikte ve onlara sadık bir kuş olarak yaşadığını açıklamaktadır.[26]
Türk destan, hikâye, menkıbe ve efsanelerinde sıkça yer alan “şekil değiştirme/don değiştirme” Uygur efsanelerinde de yer almaktadır.[27] Şamanların özellikle göğe yolculuklarında, gerçekte “insan ruhu”nu temsil eden bir kuş şekline girmeleri ya da doğaüstü bir hayvana binmeleri söz konusudur. Türklerin İslam dinini kabulüyle birlikte, “don değiştirme” evliya veya erenlerin kerametleri olarak anlatılamaya başlanmıştır. Örneğin; 6 nolu anlatmada, Budistlerle savaşan Şakir isimli kahramanın şehit düştüğü anda, göğsünden biri erkek biri dişi iki güvercin peyda olur ve günümüzdeki güvercinlerin atalarının bunlar olduğu belirtilir. Evliya ve erenlerin don değiştirmesi özellikle Anadolu sahası menkıbelerinde yaygındır. Örneğin; “Resul Baba, Beşkarış denilen yerde önce geyik sonra güvercin donuna girer. Saltıkname’de, Sarı Saltık’ın düşmanı olan cadıların güvercin donunda bir kalede yaşadıkları ifade edilir. XV. yüzyılın tanınmış sufi müelliflerinden Ahmed-i Bican’ın Envaru’l-Aşıkın adlı eserinde, Davut peygamberden bahsedilirken, şeytanın onun gözüne kıymetli taşlarla süslü altın bir güvercin suretinde göründüğü yazılıdır.[28] Dede Korkut Kitabı’nda Azrail’in güvercin donuna girmesi söz konusudur. Dolayısıyla, güvercin gerek olumlu gerek olumsuz karakterlerde genellikle “şekil değiştirme” motifi içinde görülmektedir. İnsan olmayan, kötü veya iyi niyetli doğaüstü yaratıkların kuşa dönüştüğü durumlar da vardır. Periler, masallarda sıklıkla beyaz güvercin, kuğu veya adı açıkça belirtilmeyen bir kuş olarak tasvir edilir.[29]
Güvercin, doğan-şahin gibi yırtıcı bir kuş değildir, uysaldır. Ahmet Yesevî tarafından Rum diyarına gönderilen Hacı Bektaş-ı Veli, Anadolu’ya güvercin donuna girerek gelir. Hacı Bektaş-ı Veli Rum erenlerine; “Ben size güvercin donunda geldim. Eğer daha güçsüz bir kılık bulsaydım, ona bürünecektim!” şeklinde seslenir.[30]
Uygur efsanelerinde güvercin Hz. Muhammet ve Satuk Buğra Han ile ilişkilendirilmektedir. 4. nolu efsanede, güvercinin kâfirlerin Hz. Muhammet’i yakalamasına mani olduğu ve bu nedenle Müslümanların onu kutsadığı anlatılmaktadır. 5 nolu efsanede ise bolluk ve bereket getiren bir kuş olarak tasvir edilen güvercin, İslâmiyeti kabul eden ilk Türk hakanı Satuk Buğra Han ve onun mezarı ile birlikte anılmaktadır. Efsanede, bütün gökgüvercinlerin atası o dönemdeki bir güvercine bağlanmakta ve günümüzde de devam eden güvercinle ilgili inanış ve ritüeller o dönemdeki olaya bağlanmaktadır. [31] Çalışmamızda yer alan 8 ve 9 nolu efsanelerde, güvercinin çeşitli özellikleri nasıl kazandığına açıklık getirilmektedir. Bu anlatmalarda da güvercinin dürüst ve sadık bir kuş olduğuna vurgu yapılmıştır.
Sonuç olarak, “Nuf Tufanı” diğer Türk boyları arasında olduğu gibi, Uygur Türklerinin sözlü kültür ürünleri ve halk inanışlarında da ayrı bir yere sahiptir. Kırlangıç ve güvercinle ilgili anlatma ve ritüellerin temelinde ise “Nuh Tufanı”nın yer aldığı söylenebilir. Bu kuşlar, zamanla Hz. Muhammed ve Sutuk Buğra Han gibi dinî ve tarihî şahsiyetlerle de ilişkilendirilmiş ve böylece bu kuşlarla ilgili inanış ve ritüellerin devamlılığı sağlanmıştır. “Bereket, bolluk, sadakat ve vefa” gibi kavramlarla özdeşleşen kırlangıç ve güvercin, Uygur halk inanışlarından ritüellerine ve halk hekimliği çerçevesindeki uygulamalardan sözlü yaratmalara kadar Uygur kültüründe kutsanan kuşlar olarak karşımıza çıkmaktadır.
Metinler
Kırlangıç [32]
Geminin içinde iki şey yokmuş, biri kırlangıç biri de böcek. Gemidekilerin içinde fare ortaya çıkmış. Gemiyi delmiş. Bunun üzerine gemi su almaya başlamış. Canlılarda denizde boğulmak korkusu belirmiş. Kaç kişi suya dalıp bakmışsa da gemideki deliği bulamamış.
Nuh aleyhisselam: “Hangi hayvan bu deliği bulursa, onun her istediğini yerine getireceğim.” demiş. Yılan: “Ben deliği bulurum.” demiş. “Ne istiyorsun?” demiş Nuh. “Ben tatlı et isterim.” demiş yılan. Nuh bunu kabul etmiş. Yılan suya girip deliği bulmuş. Küçücük deliği bularak su girmesine engel olmuş. Gemiye giren suyu boşaltmış. Yılan, su giren deliği mum ile kapamış. Su çekilip Tufan belası bittikten sonra yılan: “Verdiğiniz söz için geldim.” demiş. Nuh aleyhisselam sineğe: “Yeryüzüne git, neyin eti tatlı ise haber ver, yılana verelim!” demiş. Sinek gitmiş, geç kalmış. Yılan tekrar sormuş. Nuh aleyhisselam mahcup duruma düşerek kırlangıca:
“Git, sineği bul gel!” demiş. Kırlangıç gitmiş sineği bulmuş ve: “Niçin geç kaldın?” diye sormuş. “Yeryüzünü dolaşınca geç kaldım.” demiş sinek. Kırlangıç: “Tatlı eti buldun mu?” diye sormuş. “Buldum, insanın etinden daha tatlı et görmedim.” demiş sinek. Kırlangıç: “O etin tadı hala ağzında vardır, ben onun tadına bir bakayım.” demiş. Sinek ağzını açmış, kırlangıç gagasıyla bir vurmuş, sineğin dili kopmuş. İkisi kavga ederek Nuh’un yanına gelmişler. Nuh, sineğe durumu sormuş. Sinek sert bir şekilde vızıldamış.
Kırlangıca sormuş: “Bu niçin konuşmuyor?” Kırlangıç: “Bu bana yolda anlattı. Geç kaldığı için sizden utanıp konuşmuyor. O bana yolda bütün hayvanların etini tattım, kurbağa etinden daha tatlı et görmedim dedi.” demiş. Nuh aleyhisselam kurbağanın etini yılana uygun görmüş. Kıyamete kadar yılanın rızkı kurbağanın eti olmuş. O gün kırlangıç bu iyiliği yapmamış olsa, insanoğlu yılanın rızkı olacakmış. O günden sonra insanlar kırlangıcı yüceltmişler.
- Kırlangıcın Kuyruğu Niçin Çatal [33]
Eskiden daha köylerin ortaya çıkmadığı dönemde, iki aile yaşıyormuş. Bu iki ailenin birinde bir karı koca, diğerinde ise sadece bir nine yaşıyormuş. Nine bu karı kocadan epey uzakta oturuyormuş. O her gün karı kocanın evine gelirmiş. Bir gün nine, kocaya şöyle sormuş.
- Ne yapıyorsun?
O koca Nuh peygamber imiş. O:
- İşte nine, ben büyük bir gemi yapıyorum. Yakın zamanda tufan suyu gelecek. O tufan suyunda gemi ile yüzeceğiz, demiş.
Bunun üzerine nine her gün keçisinin sütünü onlara sadaka yerine getirip verir olmuş.
- Oğlum, beni de gemiden bırakma, tufan suyunda boğulup ölmeyeyim, demiş.
Günlerin birinde tufan suyu gelmiş. Nuh peygamber kendi cemaatiyle gemiye binmiş. Aynı zamanda her hayvandan da bir çift almış. Kim olursa olsun gemisine alıp yüzmeye başlamış. Yüzerken bir fare gemiyi delmiş ve gemi su almaya başlamış. Yılan su girmesin, diyerek o deliği yumurtlayarak kapatmış. Gelerek yaptıkları için Nuh peygamberden yiyecek istemiş.
- Ne istiyorsun? diye sormuş Nuh peygamber.
-
Hangi kan tatlı ise, onu isterim, diye cevap vermiş yılan. Bunun üzerine Nuh peygamber ala kargayı göndermiş.
Bütün canlıların kanının tadına bak, hangisinin kanının tatlı olduğunu öğren gel, demiş. Karga gitmiş ve ölü bir koyunu görüp onu yemeye başlamış. Geri dönmemiş. Bunun üzerine sivrisineği göndermiş. Sivrisinek kanı tadıp bakmak için gitmiş. Uzun zaman geçtikten sonra “O da dönmedi.” diyerek kırlangıca:
- Sen git, demiş. Kırlangıç uçup gitmiş. Kırlangıç uçup gidince, sivrisineğin geri döndüğünü görmüş ve:
-
Tattın mı? diye sormuş kırlangıç sivrisineğe, hangisinin kanının tatlı olduğunu.
-
Bütün kanları tattım, diye cevap vermiş sivrisinek. İnsan kanından tatlı kan bulamadım.
-
Kanı tatlı ise dilinde tadı kalmıştır. Ben de tadına bakayım, demiş kırlangıç.
Sivrisinek ağzını açıp, dilini çıkarmış, kırlangıç dilinin bir parçasını gagalamış. Onlar birlikte geri dönmüşler. Geri dönerken karganın bir leşi yediğini görmüş. Döndükten sonra, Nuh peygamber sivrisineğe sormuş:
- Tattın mı?
-
Biz-biz-biz.
Onun dilini kırlangıç gagaladığı için sivrisinek konuşamamış.
- O utancından söyleyemedi. Yolda bana söylemişti kurbağanın kanından tatlı kanla karşılaşmadım diye, demiş kırlangıç. Yılan öfkeyle kırlangıca atılıp, kuyruğunu ağzı ile koparmış. Bunun üzerine kırlangıcın kuyruğu ayrılıp çatal olup kalmış.
Nuh peygamber yılana kurbağanın etini yemesini söylemiş. Su çekildikten sonra kışlığına geri dönmüş. Nine onların geri döndüğünü duyunca gelmiş.
- Sen nerdesin? Ben her gün süt alıp geldim. Seni hiç görünmedin, demiş.
-
Hey nine, nine! Altı yıl boyunca gemi ile yüzdük. Tufan suyu geldi değil mi?
-Benim keçimin ayaklarının ıslak oluşunun sebebi buymuş, tufan suyu dediğin bu mu? demiş nine. Aslında, ninenin verdiği sadaka onu tufan suyundan kurtarmış.
2) Tufan Belası Hakkında [34]
Allah, insanların günah işlemelerinden dolayı yeryüzünü Tufan belası ile viran etmeden önce, Nuh aleyhisselama bir gemi yaparak, ailesi ile bu gemiye binmesini ve her cinsteki hayvandan da gemiye bir çift almasını emretmiş. Sonunda yeryüzündeki bütün hayat, Tufan suyunda helak olmuş; sadece Nuh aleyhisselamın ailesi ile gemiye aldığı hayvanlar kurtulmuş. Yüz elli gün süren tufan belasından sonra, Nuh bir güvercini koyuvermiş. Güvercin bir tane yeni zeytin dalını ısırarak geri dönmüş. Nuh, Tufan belasının sona ereceğini ve dünyanın yeniden düzeleceğini bilmiş ve Ararat dağının kenarına çıkmış. Yeryüzünde, hayat ikinci kez başlamış.
3) Demderin [35] Yüceltilmesi [36]
Muhammed aleyhisselam, Medine’den Mekke’ye geri dönerken bir grup kâfirin hücumuyla karşılaşmış. Kâfirler, Muhammed aleyhisselam’ı canlı yakalamak amacıyla etrafını kuşatmışlar. Muhammed aleyhisselam, kâfirlerin kuşatmasını yarıp geçerek, oradaki bir dağda bulunan mağaraya saklanmış. Kâfirler, dağı aramaya başlayıp, Muhammed aleyhisselamın saklandığı mağaranın önüne gelmişler. Bu dağda, oldukça çok güvercin varmış. Kâfirler, mağaraya yaklaşınca dağdaki güvercinler, “ Burada arayın, burada arayın!” diyerek ötmeye başlamışlar. Kâfirlerden biri:
- Muhammed kesin bu mağarada, güvercinler “Burada arayın, burada arayın!”diyerek işaret veriyor, demiş. Kâfirler, mağaranın içini aramaya başlamışlar. Tam o sırada güvercinler arasındaki demder: “Bok, bok, bok! Yok, yok, yok!” diye ötmeye başlamış. Kâfirler, bunu duyunca:
-
Boş yere oyalanmayalım, bu demder ‘Yok, yok!” diye ötüyor. Muhammed mağarada yokmuş, diyerek mağaranın kapısından, başka bir yere gidiyorlar.
Böylece, Muhammed aleyhisselam kâfirlere yakalanmaktan kurtulmuş. O günden sonra, İslâm dinine inananlar arasında demderi yüceltmek adet olmuş.
4) Sutuk Buğrahan’ın Mezarı [37]
Sultan Sutuk Buğrahan’ın mezarının yeri, aslında bir çiftçinin harman yeriymiş. Bir gün, bu çiftçi buğdayını yığıp, ertesi gün seher vaktinde buğdayın bir kısmını yoksullara vermek için harmanın bir kenarına koyup, kalburla çuvallara doldurmaya başlamış. Öğleye kadar onlarca çuvalı doldurmasına rağmen, buğday hiç azalmamış. Çiftçi yorulunca şöyle başını kaldırıp bakmış ki, direğin ucuna bir tane gökgüvercin konmuş ve sürekli ağzından altın gibi sapsarı buğday akıtıyor. Çiftçi, “Huşt!” diyerek güvercini uçurmuş ve buğdayı çuvallara doldurmaya devam etmiş. İnsanlar, “Kapına gelen talihi bilmedin!” diyerek kızmışlar. O günden sonra burası değerli bir yer olarak görülüp, uzak yakın herkes tarafından ziyaret edilip ibadet yapılan bir yere dönüşmüş. Sultan Sutuk Buğrahan vefat ettiğinde, bu değerli yere defnedilmiş ve bu yerin namı daha da yayılmış. Şimdiki gökgüvercinlerin atası, işte o mavi güvercinmiş. Bundan dolayı kim bu mavi güvercinleri tutarsa ya da kovalarsa kötü olurmuş. Kim onları ürkütmeden beslerse, yem ve su verirse sevap kazanırmış.
Başka bir rivayete göre, Sultan Sutuk Buğrahan’ı gören mavi güvercin, şimdi de yaşıyormuş ve her Cuma seher vaktinde, onun mezarının üzerine konup, dertli dertli ötermiş.
5) Kumat Paşşim Mezarı [38]
Kumat Paşşim, Karakaş kasaba pazarının güneybatısına otuz kilometre olan kumlukta yatmaktadır. Uygurlar buraya, “Güvercinli Mezar” derler. Malumatlara göre, önceden burada çok fazla yabani güvercin varmış ve bunlar daima insanlara yol gösterirmiş. Güvercinler, mezarlıktan uçarak yolculara yol gösterip, onları on kilometre kadar uzaklıktaki “Zava” denen bahçeye getirirmiş. O dönemde insanlar bu güvercinleri, kutsal güvercinler olarak görmüşler. Şimdi bu güvercinlik kum altında kalmış ve insanlar burayı çok fazla bilmiyorlar.
Uygurlar arasında Kumat Paşşim (Güvercinlik) hakkında ilginç gizemli rivayetler yayılmış. Anlatılanlara göre, MS. 10. yüzyılın sonlarında Karahanlı ordusu, Yenisar’da Uluğ Ağilik Udun ordusunu bir kez mağlup ettikten sonra, Udun’a gelmiş. Udun ordusu, Kumat Paşşim’de pusu kurmuş. Şakir komutasındaki İslam ordusu, pusuya düşünce hazırlıksız bir şekilde savaşmaya başlamış. Netice de mağlup olmuş. Bütün ordu helak olmuş. Şakir o yana bu yana çarpışarak 172 kaçmaya çalışsa da başarısız olmuş ve sonunda yaralanıp attan düşmüş. Şakir, Udun ordusuna esir düşmeyi istemeyerek, göğsüne kılıcını saplamış ve böylece Karahanlılara olan sadakatini de göstermiş. Kılıcın yere düşmesiyle birlikte onun kalbinden bir dişi ve bir erkek güvercin çıkıp uçmuş. Bunlar, gece gündüz, Şakir’in şehit olduğu yerde uçar dururmuş.
Miladi 1006 yılında İslam ordusu, Udun’a gelerek, Uluğ Ağilik Udun devletini kesin olarak mağlup ettikten sonra, Şakir’in ruhu için tören yapmışlar. Şakir ve gizemli güvercinler için Kumat Paşşim diye anılan bu mezarı yaptırmışlar ve yanına bir tane kuyu kazmışlar. Şakir’in mezarını daima ziyaret etmişler. Sonraki dönemlere gelindiğinde, buradan geçen yolcular, bu mezarı ziyaret etmeyi ve gizemli güvercinlere yem ve su vermeyi bir adet haline getirmişler. Rivayete göre, Kumat Paşşim’in mezarındaki özel güvercinler, günden güne çoğalarak yüzyıllardır varlığını sürdürmüş.
6) Güvercin ile Karga [39]
Eskiden bütün cihanı su basmış; sadece Nuh aleyhisselam gemisiyle suyun üzerinde kalmayı başarmış. Nuh aleyhisselam, uzun zaman su üstünde ilerleyip, sonunda kuru bir yer bulup, çiftçilik yapmak istemiş ve güvercin ile kargayı çiftçilik yapabilecek kuru bir yerin olup olmadığını öğrenmeye göndermiş.
Aradan uzun yılların geçmesiyle birlikte, yeryüzündeki su çekilmiş. Karga, birkaç gün öylece uçtuktan sonra bir çöplüğe konup, kendisine bir şey toplamaya başlamış. Güvercin ise gece gündüz cefa çekip, cihanı dolaşıp, sonunda sarı topraklı bir yer bulup yere inmiş. Güvercinin yere inmesiyle birlikte, iki ayağı da sarı toprağa batmış ve oradan uçarak Nuh aleyhisselamnın yanına gelip gördüklerini anlatmış. O günden sonra, güvercinin iki ayağı da sapsarı kalmış.
Karga ise kendi derdine düşüp geri gelmemiş. Nuh aleyhisselam, güvercine büyük minnet bildirip, ona hiçbir şeyin zararı dokunmaması, günlerini hep tok geçirmesi için dua etmiş, karga ise pislik karıştırıp yaşasın, diye beddua etmiş. O günden sonra, güvercin haline şükredip, Allah’ı zikrederek hayatını iyi geçirmiş. Karga ise kışın ayazında, soğuğunda dağ dağ dolaşıp, hor görülerek günlerini geçirmiş. Onun açgözlülük edip, pislikte yaşamasından dolayı, etini köpek bile yemezmiş.
7) Güvercin Niçin Durmadan Öter? [40]
Günlerin birinde güvercin, kendi yuvasında yeni çıkardığı on tane yumurtasının üzerinde yatıyormuş, bir tavuk gelip:
- Yumurtadan kaç tanesini çıkarıp üzerine yattın? diye sormuş.
-
On yumurta çıkardım. Onun üzerine yatıyorum, demiş güvercin.
Benim iki büyük yumurtamla, ufak on yumurtanı değişir misin? demiş tavuk.
Güvercin önce razı olmamış, sonra kabul etmiş. Böylece onlar, yumurtalarını değişmişler. Sonra güvercin, tavuğun tuzağına düştüğünü anlamış. Çünkü tavuğun iki yumurtası büyüyünce ondan iki yavru çıkmış. Fakat tavuk on tane güvercine sahip olmuş. Bunun üzerine güvercin ağlamaya başlamış. O, ta bugüne kadar durmadan ötermiş. Onun “buğ-buğ-buğ” demesi, “On yumurtamı geri ver, beni kandırıp gittin, geri ver, geri ver!” demesi imiş.
8) Güvercinin Gözü Niçin Kızıl [41]
Eski zamanda, bir saksağan ile bir güvercin güneşin ne taraftan doğduğunu aralarında tartışıp, bahse girmişler. Güvercin:
- Güneş, sabahleyin doğudan doğar, demiş. Saksağan:
-
Güneş batıdan doğar, demiş.
Onlar uzun süre tartışsalar da, birbirini ikana edememişler. Herkes, kendi düşüncesinin doğru olduğunu ileri sürmüş. Sonunda onlar, güneşin hangi taraftan doğduğunu öğrenmeye karar vermişler ve birçok hayvanla beraber, dağın en yüksek tepesine çıkmışlar. Tam o sırada saksağan, kendisinin yanıldığını anlamış. O kanadının altına biraz kırmızıbiber dikmiş, tan atarken güneşin doğudan doğduğunu anlayarak, başkalarının önünde küçük duruma düşmekten korkmuş ve güvercinin gözüne kızıl muç saçmış. O günden beri, güvercinin gözü kızıl imiş.
Yrd. Doç. Dr. Adem ÖGER Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Nevşehir – TÜRKİYE, E-posta: adem.oger@nevsehir.edu.tr.
Arş. Gör. Serkan KÖSE Arş. Gör., Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Nevşehir- Türkiye. E-posta: serkankose@nevsehir.edu.tr.
Alıntı Kaynağı: Uluslararası Uygur Araştırmaları Dergisi, Sayı: 3, 2014
KAYNAKLAR
♦ ABDURAHİM Rahman, Uyğurlarda Şamanizm, Milletler Neşriyatı, Pekin 2006.
♦ AÇA Mehmet, “Tufan’ın Kuşları ve Kozı Körpeş-Bayan Sulu Destanındaki Bazı Kuşlar”, Milli Folklor, C. VI, S. 42, 1999.
♦ AKALIN L. Sami, Türk Folklorunda Kuşlar, KB Halk Kültürünü Araştırma ve Geliştirme Genel Müdürlüğü Yayınları, Ankara 1993.
♦ BAYAT Ali Haydar, “Anadolu Tıbbi Folklorunda Göz Hastalıkları”, IV. Milletlerarası Türk Halk Kültürü Kongresi Bildirileri Gelenek-Görenek ve İnançlar, KB Yayınları Ankara 1992.
♦ BORATAV Pertev Naili, Türk Mitolojisi, Oğuzların Anadolu, Azerbaycan ve Türkmenistan Türklerinin Mitolojisi, Bilgesu Yayınları, Ankara 2012.
♦ Bulak, S. 1, Ürümçi 1991, s. 175-176.
♦ CAMPELL Joseph, İlkel Mitoloji-Tanrının Maskeleri, çev. Kudret Emiroğlu, İmge Yayınları, Ankara 1995.
♦ DEMİR Murat, “Türk Destan ve Hikâyelerinde Don Değiştirme”, Bilim ve Kültür-Uluslararası Kültür Araştırmaları Dergisi, S. 4, 2013, s. 123-132.
♦ ELİADE Mircea, Şamanizm, çev. İsmet Birkan, İmge Kitabevi, Ankara 1999.
♦ EREN Hasan, Türk Dilinin Etimolojik Sözlüğü, Bizim Büro Basımevi, II. Baskı, Ankara
♦ ERGUN Metin, Türk Efsanelerinde Değişme Motifi I, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya 1993.
♦ ERGUN Metin , Türk Dünyası Efsanelerinde Değişme Motifi, C. I-II, TDK Yayınları, Ankara 1997.
♦ HAŞİM Ehmet, Hayvanat Hekkide Kizikarlik Epsaniler, Şincan Halk Neşriyatı, Ürümçi
♦ İNAN Abdülkadir, Tarihte ve Bugün Şamanizm-Materyaller ve Araştırmalar, TTK Yayınları, Ankara 2006.
♦ İNAYET Alimcan, “Bugünkü Uygurlarda Şamanlık ve Bir Şaman Duası: Azâim Koşıkı” Halkbilimi Dergisi, S. 1-2, 2009, s. 38-55.
♦ MELİKOFF Irene, Uyur İdik Uyardılar, çev. Turan Alptekin, Cem Yayınları, İstanbul
♦ OCAK A. Yaşar, Alevi ve Bektaşi İnançlarının İslam Öncesi Temelleri-Bektaşi Menakıbnamelerinde İslam Öncesi İnanç Motifleri, İletişim Yayınları, İstanbul 2002.
♦ ÖGEL Bahaeddin, Türk Mitolojisi I (Kaynaklar ve Açıklamaları ile destanlar), TTK Yayınları, Ankara 1993.
♦ ÖGER Adem, “Uygur Türkleri Arasında Satuk Buğra Han”, Prof. Dr. Fikret Türkmen Kitabı, Ege Üniversitesi Basımevi, İzmir 2012, s. 589-611.
♦ ÖGER Adem , GÖNEL Tugba, “Uygur Türkleri Arasında Şamanlar ve Tedavi Yöntemleri”, Turkish Studies, S. 6/4, 2011, s. 233-248.
♦ POTAPOV L. P., Altay Şamanizmi, çev. Metin Ergun, Kömen Yayınları, Konya 2012.
♦ RAHMAN Abdukerim vd., Uyğur Örp-Adetliri, Şincan Yaşlar-Ösmürler Neşriyatı, Ürümçi 1996.
♦ RAHMAN Abdukerim, Yipek Yurtidiki Epsane-Rivayetler, Şincan Halk Neşriyatı, Ürümçi 1999.
♦ RAHMAN Abdukerim, Uygur Folkloru, Akt. Soner Yalçın-Erkin Emet, KB Yayınları, Ankara 1996.
♦ Reşîdü’d-dîn Fazlullah, Cami’ü’t-Tevârih Selçuklu Devleti, Farsçadan çev. Erkan Göksu, Hüseyin Güneş, Selenge Yayınları, İstanbul 2010.
♦ TURSUN NİYAZ Hebibe, Uyğur Ayallirinin Tuğut Adetliri Üstide Tetkikat, Şincan Üniversitesi, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Ürümçi 2007.
♦ Uyğur Halk Rivayetliri (Nam-Ataklar Hekkidiki Rivayetler) 2, Şincan Yaşlar-Ösmürler Neşriyati, Ürümçi 1998.
♦ Uyğur Helk Epsane-Rivayetliri (Kök Gümbez), Şincan Halk Neşriyatı, Ürümçi 2006.
♦ Uyğur Tilinin İzahlik Luğiti, Milletler Neşriyatı, Pekin 1999.
Dipnotlar:
[1] Bu konuda bk. Mircea Eliade, Şamanizm, çev. İsmet Birkan, İmge Kitabevi, Ankara 1999, s. 116, 186-188; L. P. Potapov, Altay Şamanizmi, çev. Metin Ergun, Kömen Yayınları, Konya 2012, s. 202; Adem Öger, Tugba Gönel, “Uygur Türkleri Arasında Şamanlar ve Tedavi Yöntemleri”, Turkish Studies, S. 6/4, s. 233-248.
[2] Bu konuda geniş bilgi için bk. Reşîdü’d-dîn Fazlullah, Cami’ü’t-Tevârih Selçuklu Devleti, Farsçadan çev. Erkan Göksu, H. Hüseyin Güneş, Selenge Yayınları, İstanbul 2010.
[3] Hasan Eren, Türk Dilinin Etimolojik Sözlüğü, Bizim Büro Basımevi, II. Baskı, Ankara 1999, s. 238.
[4] Hasan Eren, age., s. 238.
[5] Hebibe Tursinniyaz, Uyğur Ayallirinin Tuğut Adetliri Üstide Tetkikat, Şincan Üniversitesi, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Ürümçi 2007, s. 18-26; Abdulkerim Rahman, Uygur Folkloru, Akt. Soner Yalçın-Erkin Emet, KB Yayınları, Ankara 1996, s. 153; Abdukerim Rahman vd., Uyğur Örp-Adetliri, Şincan Yaşlar-Ösmürler Neşriyatı, Ürümçi 1996.
[6] Mehmet Aça, “Tufan’ın Kuşları ve Kozı Körpeş-Bayan Sulu Destanındaki Bazı Kuşlar” Millî Folklor, S. 42, 1999, s. 54.
[7] Mehmet Aça, agm, s. 54-55.
[8] Uygur efsanelerinden birinde Turfan şehri ile Nuh Tufanı arasındaki ilişki şöyle anlatılır. “Tufan belâsı olup bittikten sonra, dünyanın belli yerlerini Tufan belâsının suları kaplamış. Bu yerlerden biri olan Turfan çukurundaki suyun zamanla azalmasıyla değerli Aydıngöl oluşmuş. Bu gölün suyu gittikçe çoğalmış ve hiç azalmadan şuandaki halini uzun süre korumuş. Bu yüzden insanlar “Bu gölün suyu Tufan belâsından kalan su” diyerek bu diyara “Tufanlı” ismini vermişler. Zamanla “Tufan” sözü, “Turfan” şekline dönüşmüş.” Bk. Uyğur Helk Epsane-Rivayetliri (Kök Gümbez), Şincan Halk Neşriyatı, Ürümçi 2006, s. 37.
[9] L. Sami Akalın, Türk Folklorunda Kuşlar, KB Halk Kültürünü Araştırma ve Geliştirme Genel Müdürlüğü Yayınları, Ankara 1993, s. 106.
[10] Pertev N. Boratav, Türk Mitolojisi, Oğuzların Anadolu, Azerbaycan ve Türkmenistan Türklerinin Mitolojisi, Bilgesu Yayınları, Ankara 2012, s. 101.
[11] Metin Ergun, Türk Efsanelerinde Değişme Motifi I, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya 1993, s. 811.
[12] Joseph Campbell, İlkel Mitoloji-Tanrının Maskeleri, çev. Kudret Emiroğlu, İmge Yayınları, Ankara 1995, s. 272.
[13] Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi I (Kaynaklar ve Açıklamaları ile destanlar), TTK Yayınları, Ankara 1993, s. 466.
[14] Hebibe Tursinniyaz, Uyğur Ayallirinin Tuğut Adetliri Üstide Tetkikat, Şincan Üniversitesi, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Ürümçi 2007, s. 21-26;
[15] “Azâim Duası”nın Uygur Türkçesi metni için bk. Rahman Abdurahim, Uyğurlarda Şamanizm, Milletler Neşriyatı, Pekin 2006, s. 200-208; “Azâim Duası”nın Türkiye Türkçesine aktarılmış ve incelenmiş metni için bk. Alimcan İnayet, “Bugünkü Uygurlarda Şamanlık ve Bir Şaman Duası: Azâim Koşıkı” Halkbilimi Dergisi, S. 1-2, 2009, s. 38-55.
[16] Rahman Abdurahim, Uyğurlarda Şamanizm, Milletler Neşriyatı, Pekin 2006, s. 245-247.
[17] Rahman Abdurahim, age, s. 267-268.
[18] İltihap, zedelenme gibi sebeplerle gözün saydam tabakasında meydana gelen hastalıkların iyileşmesi sırasında ortaya çıkan, bilhassa göz bebeği üzerinde iken rahatsızlık veren beyaz sedef lekelere (Leucome cornea) göze misafir gelmesi, göze gelen pus (Sivas), göze ağ gelmesi (Adana) gibi adlar verilir. Bk. Ali Haydar Bayat, “Anadolu Tıbbi Folklorunda Göz Hastalıkları”, IV. Milletlerarası Türk Halk Kültürü Kongresi Bildirileri Gelenek-Görenek ve İnançlar, KB Yayınları, Ankara 1992.
[19] Ali Haydar Bayat, “Anadolu Tıbbi Folklorunda Göz Hastalıkları”, IV. Milletlerarası Türk Halk Kültürü Kongresi Bildirileri Gelenek-Görenek ve İnançlar, KB Yayınları, Ankara 1992, s. 45.
[20] Ali Haydar Bayat, agm., s. 51.
[21] Ali haydar Bayat, agm., s. 51.
[22] Hasan Eren, Türk Dilinin Etimolojik Sözlüğü, Bizim Büro Basımevi, II. Baskı, Ankara 1999, s.168.
[23] Uyğur Tilinin İzahlik Luğiti, ŞincanHalk Neşriyati, Ürümçi 1999, s. 876.
[24] Abdukerim Rahman vd. Uyğur Örp-Adetliri, Şincan Yaşlar-Ösmürler Neşriyatı, Ürümçi 1996, s. 154-156.
[25] Abdülkadir İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm-Materyaller ve Araştırmalar, TTK Yay. Ankara 2006, s. 22.
[26] Mehmet Aça, “Tufan’ın Kuşları ve Kozı Körpeş-Bayan Sulu Destanındaki Bazı Kuşlar”, Milli Folklor, C. VI, S. 42, 1999, s. 54.
[27] Şekil değiştirme konusunda bk. Metin Ergun, Türk Dünyası Efsanelerinde Değişme Motifi, C. I-II, TDK Yayınları, Ankara 1997; Murat Demir, “Türk Destan ve Hikâyelerinde Don Değiştirme”, Bilim ve Kültür-Uluslar arası Kültür Araştırmaları Dergisi, S. 4, 2013, s. 123-132.
[28] A. Yaşar Ocak, Alevi ve Bektaşi İnançlarının İslam Öncesi Temelleri-Bektaşi Menakıbnamelerinde İslam Öncesi İnanç Motifleri, İletişim Yayınları, İstanbul 2002, s. 220-221.
[29] Pertev N. Boratav, Türk Mitolojisi, Oğuzların Anadolu, Azerbaycan ve Türkmenistan Türklerinin Mitolojisi, Bilgesu Yayınları, Ankara 2012, s. 102.
[30] Irene Melikoff, Uyur İdik Uyardılar, çev. Turan Alptekin, Cem Yayınları, İstanbul 1994, s. 159-160.
[31] Satuk Buğra Han hakkında geniş bilgi için bk. Adem Öger, “Uygur Türkleri Arasında Satuk Buğra Han”, Prof. Dr. Fikret Türkmen Kitabı, Ege Üniversitesi Basımevi, İzmir 2012, s. 589-611.
[32] Abdukerim Rahman, Yipek Yurtidiki Epsane-Rivayetler, Şincan Halk Neşriyatı, Ürümçi 1999, s. 120-122.
[33] Bulak, S. 1, Ürümçi 1991, s. 175-176.
[34] Abdukerim Rahman, Yipek Yurtidiki Epsane-Rivayetler,Şincan Halk Neşriyatı, Ürümçi 1999, s. 122.
[35] Demder: Güvercinin bir türü.
[36] Uyğur Halk Epsane-Rivayetliri-Kök Gümbez, Şincan Halk Neşriyatı, Ürümçi 2006, s. 258-259.
[37] Uyğur Halk Rivayetliri (Nam-Ataklar Hekkidiki Rivayetler) 2, Şincan Yaşlar-Ösmürler Neşriyati, Ürümçi 1998, s. 167-168.
[38] Age, s. 169-170.
[39] Uyğur Halk Epsane-Rivayetliri-Kök Gümbez, Şincan Halk Neşriyatı, Ürümçi 2006, s. 236-237.
[40] Ehmet Haşim, Hayvanat Hekkide Kizikarlik Epsaniler, Şincan Halk Neşriyatı, Ürümçi 1992, s. 101.
[41] Uyğur Halk Epsane-Rivayetliri-Kök Gümbez, Şincan Halk Neşriyatı, Ürümçi 2006, s. 260.
- Bağlantı:
- TÜRKÇÜLERİN KAVŞIT YERİ:
Bir yanıt yazın