Geçenlerde kıramayacağım bir Ülkücü ağabeyin daveti üzerine yine Ülkücülerce düzenlenen bir toplantıya dinleyici olarak katılmıştım. Toplantıya katılanlara söz verildi ve isteyen kürsüye çıkarak MHP’nin iktidar olması için neler yapılması gerektiği konusundaki fikrini açıkladı.
Ağrılı olduğunu ve Ankara civarında arıcılık yaptığını söyleyen bir Ülkücü arkadaş kürsüye çıkarak şu anlamda laflar etti:
“Tenkit etmek kolay. Hep tenkit ediyoruz. Proje üretenimiz yok. Oysa MHP yönetimi bizlerden seçim kazandıracak projeler bekliyorlar. Ben arıcılık yapıyorum. Tabiri caizse dağlarda arı çobanlığı yapıyorum. Bir gün MHP’ye nasıl yardımcı olabilirim diye düşünürken bir proje aklıma geldi. Türk Tarihi’nin önemli olaylarını ve kahramanlarımızı konu alan bir çizgi filim yapalım ve halkımıza dağıtalım. Böyle bir proje MHP’ye seçim kazandıracak projelerdendir. Bu düşüncemi gittim MHP yönetimine sundum. Son derece memnun oldular. Beni kapıda karşılayıp, kapıdan yolcu ettiler. ‘Bize işte böyle projeler getirecek adamlar lazım’ dediler”
Bu arkadaşın düşüncelerinde samimi olduğu konusunda asla şüphe yoktur. Ancak gündeme getirdiği projenin ele alınır bir tarafı da yoktur. Zira bu ülkenin bütün okullarının koridorlarında, bahsetmiş olduğu olaylara ve kahramanlara ait tablolar ve panolar zaten vardır. En azından bizim zamanımızda böyleydi ve biz, o panolara bakarak büyüdük. Gelin görün ki; bizim hiç birimiz bu tablolara ve panolara bakarak Ülkücü ve Türk milliyetçisi olmadı. Eğer öyle olsaydı, MHP sürekli iktidarda olurdu. Demek ki; bu tür projeler bir partiyi iktidara getirmeye yetmiyormuş. Ya da MHP yönetimi, bu arkadaşımızın “MHP’yi iktidara getirecek proje” diye hazırlayıp sunduğu bu projeyi ciddiye almamış! Eğer bu proje ciddiye alınıp uygulamaya konulsaydı MHP şimdi iktidardı! Elbette proje sahibi arkadaşımıza göre!
Bu arkadaş böyle absürt bir proje ile Genel Merkez’e gidip onu bunu meşgul edeceğine, üretmiş olduğu ballardan bir kaç kg. götürüp önce parti yöneticilere ikram etseydi, arkasından da Türkiye arıcılığının içinde bulunduğu durum, arıcılığımızın geleceği ve arı ırkının ıslahı konusunda bir proje sunsaydı sanırım daha makbule geçerdi diye düşünmeden edemiyor insan.
Bu arkadaşımızın yapmış olduğu konuşmanın tek sevindirici yanı ise Ağrı ve civarında da Ülkücülerin ve Türk Milliyetçilerinin bulunduğudur. Demek ki; HDP’li Sırrı Sakık’ın Ağrı Belediye Başkanı seçilmesi, HDP’nin iki dönemdir Iğdır’ı almış olması, bizi aldatmamalıdır. Ağrı’da da Türkler ve Türk Milliyetçileri vardır. Tıpkı Iğdır’da, Kars’ta ve Ardahan’da da olduğu gibi…
“MHP’ye Seçim Kazandıracak Proje” Dediniz de Aklıma Geldi…
2000 yılının Eylül ayı idi. MHP koalisyon ortağı olarak iktidarda bulunuyordu. Türkiye, Marmara bölgesinde meydana gelen iki büyük depremin yaralarını sarmaya çalışıyordu ve ekonomik göstergeler hayli iç karartıcı idi. 28 Şubat kararları sıkı sıkıya uygulanıyordu. Bu kararlar çerçevesinde zorunlu temel eğitimin 8 yıla çıkarılmasıyla Kur’an Kursları ve İmam-Hatip liseleri birbir kapanıyor, İlahiyat fakültelerine kontenjan sınırlaması getiriliyordu. Başörtüsü sorunu hat safhada idi ve İlahiyat Fakültelerinde okuyan başörtülü kız öğrenciler sınavlara dahi alınmıyor, bazıları kapı yerine pencerelerden okula giriyorlardı. Başbakan Ecevit Kur’an Kursları’nın kapanmasıyla övünüyor, dönemin Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz ise kapanan Kur’an Kursları’nın yarattığı din eğitimi boşluğunu açılacak yaz kurslarıyla kapatacaklarını söylüyordu.
İşte böyle bir ortamda oturdum, Sayın Devlet Bahçeli’ye hitaben uzunca (18 sayfa) bir mektup yazdım. İktidarlarının yanlışlarını ve eksiklerini birbir sıralayıp, kendime göre çözüm önerilerinde bulundum. Yazmış olduğum mektubu da 05.09.2000 tarihinde o sırada Kocatepe Camii civarında, Olgunlar Sokak’ta bulunan MHP Genel Merkezi’ne elden teslim ettim.
“Sayın Genel Başkan, bu mektubu, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı sıfatınıza değil, MHP Genel Başkanı sıfatınıza hitaben yazıyorum… Eğer aklınıza ‘Bu mektup bana ne hakla yazıldı?’ diye bir soru geldi ise onun cevabını da şöyle vereyim; ben şu anda 40 yaşına gelmiş bir insanım ve ömrümün hemen hemen çeyrek asırlık kısmı Türk Milliyetçiliği davasına gönül vermiş bir insan olarak geçti. Gençliğim, Ülkücü hareketin baskın olduğu bir şehirde geçtiği için 1980 öncesinde fazla gürültülü patırtılı bir yaşamım olmamışsa da yine de bu dava uğrunda yolum karakola uğradı ve nezarethaneye düştüm. Sırf bu yüzden fişlendim ve sakıncalı adam durumuna sokuldum. Askerliğimi sakıncalı personel olarak yaptım, bazı devlet memuriyeti sınavlarında bu durum şak diye önüme çıktı. Allah’a şükür bu güne kadar devletle de işim olmadı ve Allah beni bu devlete mecbur etmedi.
İşte sırf bu sebeple kendimde size mektup yazma hakkı buluyorum. Çünkü sizler bugün eğer bir yerlerde iseniz, bu bizim gibi dava uğrunda çile çekenlerin sayesinde olmuştur. Elbette bu görüşleri dile getirirken sizlerin çile çekmediğinizi söylemek istemiyorum. Herkes bir yerlerde mutlaka bir diyet ödemiştir. Biz de bu diyeti devlet hizmetinden dışlanarak ödemiş bulunmaktayız. Ve ben sırf bu sebepten devletime kırgın bir vatandaş durumundayım. Çünkü sakıncalı da olsa askerlik yaptırırken ve vergisini toplarken bana farklı muamelede bulunmayan bu devlet, sıra hizmete gelince ‘hooop, sen sakıncalı bir adamsın’ demiştir.”
Şeklindeki giriş cümleleriyle başlayan mektubumdan bazı bölümleri 14 sene sonra sizlerle paylaşmak istiyorum:
“Sayın Genel Başkan,
…
Öteden beri bilinir ve terennüm edilir ki; bu ülkenin %99’u Müslüman’dır. Dolayısıyla siz, şu anda böyle bir ülkede politika yapıyorsunuz. Böyle bir ülkede politika yapan bir politikacının, nüfusun bu yapısını görmezden gelmesi büyük bir siyasi hatadır. Gün gelecek bu gerçeği siz de göreceksiniz. Türk halkı, devletine, vatanına, bayrağına sâdıktır ve onlara bir zarar gelmesini istemez. Ancak bu millet, hırçın bir at gibi binicisini üstünden atmayı da pek âlâ bilir. Tarihte bunun örnekleri çoktur. Atalarımız bunu ‘Arık atın tekmesi yaman olur!’ şeklinde hülasa etmişlerdir. Hiç kimse Müslüman Türk Milleti’ne gereğinden fazla baskı yapmaya çalışmasın. Mehmet Akif ne güzel söylemiş; ‘Yumuşak başlı isem, kim demiş uysal koyunum. Kesilir belki çekmeye gelmez boyunum!’
…
İrticaa Bulaşmış Memurları Görevden Uzaklaştırma hakkında hazırlanan Kanun Hükmünde Kararname’nin Cumhurbaşkanı (A.Necdet Sezer) tarafından geri çevrilmesi neticesinde Cumhurbaşkanı’na karşı hükümetin takınmış olduğu tavır ve koalisyon ortaklarının koro halindeki itirazları bizi rahatsız etmektedir. MHP’nin sonuna kadar bu kararnameye destek vermesini de bir türlü anlamıyoruz. Bu kararname, MHP’nin tabanına yönelik bir kararnamedir. Çünkü bu kararname, Devletin çeşitli kademelerinde görev yapan özellikle İmam-Hatip Lisesi mezunlarına yönelik olarak çıkan bir kararnamedir ve İmam-Hatipliler son derece huzursuzluk içindedirler. Ve İmam-Hatip Liseleri, Fazilet Partisi’nin arka bahçesi değil, MHP’nin de oy potansiyelinin yetiştiği okullardandır. Ben de İmam-Hatip Lisesi mezunuyum ve Ülkücüyüm. Dolayısıyla, MHP bu kararnameye destek vermekle kendi altını oymaktadır. Hele hele ANAP’lı milletvekili Işın Çelebi bile ‘bu kararname hukuka aykırıdır ve Cumhurbaşkanının tutumu yerindedir’ derken MHP’lilerin bu konuda sessiz kalmalarını anlamak mümkün değildir.
…
İrticaa bulaşmış devlet memurlarının da bulunduğu muhakkaktır. Ancak bunların temizlenmesi için yeni bir yasaya gerek yoktur. Mevcut yasalarla da temizlenebilirler. Eğer böyle bir kararname veya kanun çıkarsa bu kanun tamamen adaletsiz olur. Çünkü irticaın ve gericiliğin tanımı üzerinde görüş birliği yoktur. İrticaın sınırının nereden başlayıp, nereye kadar uzandığı konusunda yorum farklılıkları bulunmaktadır. Yarın veya öbür gün, iki solcu müfettiş çıkıp da Namaz kılan, oruç tutan veya Cuma Namazı’na giden devlet memurunu da irticaa bulaştı gerekçesiyle işten el çektirirse o zaman ne yapacağız? ‘Biz buna engel oluruz’ diyebiliyor musunuz? Belki dersiniz ama bu memur sizi nereden bulacak? Çünkü sizin bundan sonra iktidar olma şansınızın olduğunu tahmin etmiyorum ve üzülüyorum…”
…
Mektup, buna benzer uyarılarla örülü idi ve ben, bu mektuptan sonra MHP Genel Merkezi tarafından partiye davet edilerek benden daha geniş bilgi almalarını ve “neler yapılabilir, hangi tedbirler alınabilir” türünden benden bir çalışma yapmamı istemelerini bekledim durdum. Ancak böyle bir talep hiçbir zaman ulaşmadı bana. Ve bilindiği gibi MHP, 2002 genel seçimlerinde seçim barajının altında kalarak meclis dışında kalmış, 1999 yılında yakaladığı seçim başarısını hiçbir zaman da yakalayamamıştır. 2010 yılında fahri olarak çalışma talebim de parti yetkililerince kabul görmeyince, daha fazla ısrarcı olmadım ve bir daha da MHP’ye yaklaşmadım.
Şimdi bakıyorum da; MHP’de değişen fazla bir şey yine yok. İyi niyetle yapılan uyarı ve tenkitlere bile tahammül yok. Bu tür tenkit ve teklifler, hemen ihanet sayılıyor, tenkit ve teklif sahipleri derhal “Hain” ilan ediliyor. Bu sebepledir ki; bırakın bizim gibi sıradan adamları, en aklı başında adamlar bile MHP yönetimine teklif götürmeye korkuyorlar. Onun için de MHP sürekli kan kaybediyor ve oy tabanından başka partilere sürekli kaymalar oluyor.
İktidar partisi bunu bildiği için sürekli MHP’nin tabanına oynuyor. Cumhurbaşkanının ve Başbakanın, son günlerde dile getirdiği milliyetçi söylemler ve AKP yönetiminin sözde “Barış Süreci” konusunda takınmış oldukları “Olsa da olur, olmasa da olur. Sürece mahkum değiliz” anlamındaki tavır da tamamıyla Türkiye’deki Milliyetçi oyları almaya dönük siyasi manevralardan ibarettir. Yoksa “Her türlü milliyetçilik ayaklarımızın altındadır” diyen bir partinin Genel Başkanı olan Davutoğlu’nun, 1944’teki milliyetçilik olaylarıyla ne ilgisi olabilir? Davutoğlu geçtiğimiz hafta yapılan grup toplantısında açık açık 1944 yılında CHP yönetiminin zulmüne uğrayarak işkence çeken Alparslan Türkeş, Fethi Tevetoğlu ve R.Oğuz Türkkan gibi kişilere sahip çıkmaya çalıştı iyi mi.
Bu sebeple MHP yönetimi, bu oyunu görmek ve MHP’den kopmuş milliyetçi oyları tekrar kazanmanın formülünü en kısa sürede bulup uygulamaya sokmak zorundadır. Bunun formülü ise son derece basit aslında. Küskün Ülkücüleri ve Türk Milliyetçilerini kucaklayacak bir “Barış ve Kardeşlik Projesi”ni derhal uygulamaya sokmak, sağda solda yazmış oldukları yazılarla bilerek veya bilmeyerek bu projenin gerçekleşmesine engel olmaya çalışanların yazdıklarına itibar etmemek ve bu kabil adamları en kısa zamanda partinin çevresinden uzaklaştırmaktır. Çünkü bu adamlar, hadlerini aşarak kendilerini “akil adam” yerine koymak suretiyle ve güya parti yönetimine sahip çıkma adına bazı kişi ve kurumları hedef alarak çalakalem yazdıklarıyla artık iyiden iyiye sinir bozucu olmaya başlamışlardır.
___________
Not: Hayatını kaybeden Prof. Dr. Tuba Vural’a Allah’tan rahmet, eşi MHP Grup Başkan Vekili Sayın Oktay Vural’a ve Vural ailesine baş sağlığı diliyorum.
Bir yanıt yazın