Değerli dostlarım, günümüzde “Dersim Bahanesi” ile Atatürk ve Atatürk Cumhuriyeti hedef tahtasına yatırıldı. Bölücüler, liboşlar, şeriatçılar, Sorosçu muhalefet saldırıya geçti. Bu İHANET ERBABINA bir yanıt olur gerekçesiyle, yeni çıkan “Küresel Emperyalizm ve Yandaşlarının Hedefindeki Ülke: Atatürk Cumhuriyeti” adlı kitabımdan bir makalemi yeniden yayınlıyorum. Bütünüyle belgelere dayanan bu incelememi, sabrınıza sığınarak, sonuna dek okumanızı rica ediyorum. Saygılarımla.
ALİ ERALP
Sanki bazı çevreler pusuya yatmış, Atatürk’e ve Cumhuriyete saldırmak için fırsat kolluyorlarmış…
Dersim konusu ortaya atıldıktan sonra, sanki bir yerlerden düğmeye basılmış gibi, herkes, hep bir ağızdan 1923 Devrimine ve Cumhuriyete veryansın ediyor, onu suçlu çıkarmaya çalışıyor.
Bir anda herkes “Dersim sevdalısı” olup çıktı. Herkes “Tunceli hayranı” kesildi.
Bir zamanlar “Onlar Alevi değildir… Ve bunların dinleri yoktur…” diyerek Dersim’lileri “dinsiz”likle suçlayan Fethullahçı tayfası bile ayağa kalktı.
Şimdi herkes ayakta. AKP, PKK, DTP ayakta. Liboşlar ayakta. Liboşların destekçisi, velinimeti, Avrupa parlamentosu ayakta.
Ortalık toz duman. Bir kaşık suda fırtına koparmak istiyorlar. Sövmenin saymanın, aşağılık sözlerin bini beş para… Yüreklerinin derinliklerine gizledikleri kini ve nefreti kusmaya başladılar.
Ermeni, Rum, Kürt soykırımlarının yanına şimdi bir de “Dersim Soykırımı”nı ekleme çabasındadırlar.
“Türkiye geçmişi ile hesaplaşsın” diyorlar.
Bu hazırlıklar Avrupa Parlamentosu çatısı altında daha önceden yapılmıştı zaten. Sorunu gündeme taşıyabilmek için bahane arıyorlardı.
Bugünkü tartışmaların başlamasından aylar önce Kasım 2008 tarihinde, Avrupa’da “Dersim Soykırımı” konulu bir toplantı düzenlenmişti. Daha sonraları bu toplantılar Avrupa Parlamentosu öncülüğünde bir kaç kez tekrarlandı.
Bu toplantılara kimler katılmamıştı ki, Ufuk Uras’lar, Doğu Ergil’ler, Oral Çalışlar’lar, Derya Sazak’lar, Aysel Tuğluk’lar, Faik Bulut’lar ve daha birçok isim…
Emperyalizm, bölücüler, dinciler, neoliberaller, Dersim Olayının gerçekleşme tarihinden yıllar sonra “mal bulmuş mağribi” gibi bu ayaklanmaya sarıldılar. Onu yeniden tartışmaya açıp, bir taşla birçok kuş vurma hevesine girdiler. Asıl hedef, çeşitli soykırım suçlamaları ile Türkiye Cumhuriyetini baskı altına alıp, köşeye sıkıştırarak, “Kürt Açılımı”na uygun bir ortam yaratmaktır.
İkinci hedef solu, aydınlanmayı, Cumhuriyet devrimlerini ve Atatürk’ü her zaman destekleyen Alevileri kışkırtıp kendi saflarına çekerek, oy avcılığı yapmak. Üçüncüsü, şu sıralar halkı canından bezdiren işsizlik, yoksulluk ve ekonomik krizi arka plana atıp gözlerden uzak tutmaktır…
Kubilay’ın mirasçıları sahnede
Utanmasalar, ABD, AB emperyalizmi ile birlikte Şeyh Sait’lerin, Sait Nursi’lerin, Derviş Vahdeti’lerin, Ali Kemal’lerin, Sait Molla’ların, Anzavur’ların hesabını soracaklar. Onları demokrasi kahramanı ilan edip, Kubilay’ın kör bağ testeresi ile başının kesilmesini haklı gösterecekler.
Utanmasalar, Avrupa Parlamentosunu da yanlarına alarak Atatürk’ü savaş suçlusu ilan edip, uluslararası bir mahkemede yargılanmasını isteyecekler… Gerçi böyle bir utanmazlığın belirtileri şimdiden görülmeye başlandı bile. Bir yayın organında yayınlanan bir yazıda bakın neler söylenmekte:
“Erdoğan’ın cumhuriyetin kurucusunun ölüm yıldönümü olan 10 Kasımı demokratik açılım girişimini tartışma tarihi olarak seçmesinin sembolik bir anlam içermediğini söylemek mümkün mü? Türkiye Atatürk’ün ölümünden 71 yıl sonra, Kemalizm’in de ölümünü kutlayacak mı? (Londra Arapça yayınlanan Hayat gazetesi, 20 Kasım 2009, Bekir Sıdki)
Bu yazı son olarak Radikal gazetesinde yayınlandı. Onlara göre Dersim, Şeyh Sait, Saidi Nursi ayaklanmaları demokratik isyanlardı. Onlar haklıydılar. Çünkü Kemalist iktidarın baskılarına karşı direniyorlardı. Özgürlük mücadelesi veriyorlardı.
Önce şunu belirleyelim:
Ne Dersim ne de Şeyh Sait isyanları, ilerici, demokratik, hak arayan isyanlardı. Şeyh Sait ayaklanmasının arkasında İngiltere, Dersim ayaklanmasının arkasında ise Fransa vardı. Her iki ülke de Kemalist hükümeti zayıflatıp, güçsüz bir konuma sokarak Ortadoğu’daki çıkarlarını gerçekleştirmek amacındaydılar.
Kurtuluş savaşında yitirdiklerini “böl-yönet” taktiği ile yeniden kazanmak istiyorlardı.
Belgeler gerçeği söylüyor
Ahmet Efe, Dr. Suat Akgül’ün, “Dersim İsyanları ve Seyit Rıza” eserinden aktarıyor:
“Fransa, Dersim isyanını organize ederek hem ta öteden beri beslediği Kürtlere bir otonomi veya bağımsızlık kazandırıp onların hamisi olma hem de Türkiye’nin dikkatini Hatay’dan çekerek kendi iç sorunları ile uğraşmasını amaçlıyordu. Öte yandan isyanın tüm Türkiye’ye yayılacak bir Alevi-Sünni çatışmasına dönüşmesi de Fransız istihbaratınca öngörülmüştü…
O sıralarda Fransız gizli servisi kontrolünde bulunan Suriye merkezli Hoybun cemiyeti tarafından 1933 ve 1934 yıllarında Türkiye’ye gönderilen Ermeni Boğos ve M. Nuri Dersimi de uzun zamandır Dersim ve civarında birtakım gizli çalışmalar yapıyorlardı. Suriye’den özellikle Fransız istihbaratınca yönlendirilen Ermeniler, Dersim’in içlerine doğru yayılıyor, birtakım gizli ilişkiler içine giriyorlardı.”
Bu yönlendirmeler sonucunda şeyhler, ağalar, aşiret reisleri Kemalist hükümete karşı isyan bayrağını açtılar.
Cumhuriyet yönetiminin düzen değişikliğine gidip, bölgeye vali atamasına, jandarma ve polis karakolları kurmasına ve her şeyden öte vergi toplamasına engel olmak için köprüleri yaktılar. Bölgede bulunan 9. Seyyar jandarma taburuna baskın düzenlediler. Askerlere ateş açtılar.
O yıllarda Moskova, Türkiye Komünistleri ve (komünist Enternasyonal) Komintern de bu isyanlara destek vermedi. O zamanki kalkışma, Komintern belgelerinde de şöyle değerlendiriliyordu:
“Mustafa Kemal, genel olarak ulusal kurtuluş hareketini temsil etmekte ve Türkiye’nin demokratlaşması ve feodal kalıntılar ile Müslüman din adamlarının etkisinden kurtarılması için çalışmaktadır.
KEMAL’E KARŞI, İLK OLARAK EMPERYALİZM, İKİNCİ OLARAK FEODAL AĞALAR, ÜÇÜNCÜ OLARAK DİN ADAMLARI VE DÖRDÜNCÜ OLARAK LİMAN ŞEHİRLERİNİN YABANCI SERMAYEYE BAĞLI TİCARET BURJUVAZİSİ MÜCADELE ETMEKTEDİR…”
Komintern’in de belirttiği gibi, o yıllarda Mustafa Kemal Atatürk’ün işi hayli zordu. Bu arada şu gerçeklerin bilinmesinde de yarar vardır:
Kurtuluş Savaşında Türk halkını sırtından bıçaklayan Ortaçağ kalıntısı hainler, halk kahramanı ilan edildiler.
Aslında hedef Cumhuriyet ve Kemalizm’di. Tümü de aydınlıktan korkan yarasalar gibiydi… Bu,
bir hastalık, bir rahatsızlık, bir öç alma girişimiydi… Batılı emperyalist devletler, Kurtuluş Savaşı yenilgisini hâlâ unutamamışlardı.
Günümüzde de Soros aydınlarını, dönek solcuları, etnik insan hakları savunucularını maddi, manevi yönden destekleyip, yönlendiriyorlar. Ortalığa salıveriyorlar.
Graham Fuller, Daha 1992’lerde, Türkiye’nin Yeni Dünya Düzeni içerisinde, emperyalistlerce belirlenen konumunu şöyle açıklamıştı:
”Ilımlı İslam’ı benimseme, Atatürk’ün görüşlerinden vazgeçme, Ortadoğu ve Kafkaslar‘da serbest piyasanın ve ABD’nin tavsiye ettiği İslam’ı yaymak…”
Karen Fogg ise Kemalizm’e duyduğu o bitip tükenmek bilmeyen öfkesini “Türk tarihinin hakkından gelinmeli” diye kusmuştu.
Faşist Hollandalı Arie Oostlander de “Kemalizm, Türkiye’nin AB üyeliğine engel…” fetvasını vermişti.
Peki, Dersim’de ne oldu?
Katliam mı yapıldı?
Dersim harekâtı bir “soykırım mıydı?”
Önce şunu açıklıkla bir kez daha vurgulayalım: Dersim, merkezi otoriteye ve Cumhuriyet rejimine karşı feodal beylerin, ağaların bir başkaldırısıydı. Bir isyan hareketiydi.
Vergi vermek, askere gitmek, merkezi hükümetin emrine girmek istemiyorlardı.
Bu nedenle, 1937 yılında, Murat Nehri üzerindeki Singeç Köprüsünün açılışını yapmak isteyen Atatürk ve arkadaşlarının gelişini engellemek için, köprü yakınında bulunan bir karakolu basarak, hiçbir neden yokken 33 askerimizi şehit etmişlerdi.
Yoksul halkı da kandırıp isyana sürüklediler. Binlerce masum yurttaşımız zarar gördü. Binlerce insan başka bir yerde zorunlu iskâna gönderildi.
Cumhuriyet hükümetine karşı başlatılan bu ayaklanma haksız bir ayaklanmaydı. Bu bir aşiret isyanıydı. Bu, yetkileri ellerinden alınan ağaların, aşiret reislerinin isyanıydı.
Ve ileri sürüldüğü gibi, asla bir Alevi isyanı değildi. Kemalist yönetimin hedefinde Aleviler yoktu. Öyle olsaydı tüm Türkiye’deki Alevilere de eşzamanlı olarak saldırı düzenlenirdi. Alevilere kimse dokunmadı.
33 askerin şehit edilmesinden sonra devlet bu kalkışmayı bastırmak zorunda kalmıştı.
Seyit Rıza da bir halk kahramanı olmayıp, emperyalizmin işbirlikçisiydi.
O, şehitler vererek bağımsızlığını kazanmış bir yönetime, bir ulusa karşı, İngiltere Dışişleri Bakanlığından, şu ricalarla yardım istemişti:
“Büyük Britanya Dışişleri Bakanlığına,
Ülkelerinde bulunan 3 milyon Kürt, barış içinde yaşamak, özgür, kendi ırkını, dilini, geleceğini, kültürünü ve uygarlığını korumak istiyor; benim sesimle ekselanslarınızdan maruz bulunduğu zulüm ve adaletsizliğe son vermek için, Kürt halkını hükümetinizin yüksek ahlaki etkisinden yararlandırmanızı diliyorum. Sayın Bakana en derin saygılarımızı sunmaktan onur duyarım.
Seyit Rıza / Dersim Başkomutanı”
Yedi Düvelle yıllarca süren bir “Kurtuluş Savaşı”ndan sonra Türkiye “Tam bağımsızlığına” kavuşmuştu. Yeni hükümet savaşın yaralarını sarmak, çağdaş bir ülke kurabilmek için kolları sıvamış, canla başla mücadele verirken isyanlar başladı.
Seyit Rıza’lar, Şeyh Sait’ler ayağa kalktı. Cumhuriyet hükümetine başkaldırdılar.
Hangi devlet kendisini parçalamak, yok etmek isteyen, kendisini tanımayan bir isyancı gruba çiçek uzatır? Hangi devlet böyle bir kalkışmayı hoş görür?
Böyle bir yönetim ve devlet türü var mıdır yeryüzünde? Birileri çıkacak, devleti, hükümeti tanımayacak. Onu yıkmaya çalışacak. Bölgesinde sultanlığını ilan edecek, arkasından da gücüne güç katması için emperyalist bir devletten yardım isteyecek…
Hangi devlet, hangi hükümet elini kolunu bağlar oturur? Böyle bir kalkışmayı seyreder?
Nerede bu özgürlük, bu demokrasi, bu hürriyet?
Bir bilen, bir gören var mı?
Bir yanıt yazın