Geçtiğimiz hafta Star Gazetesi Necip Fazıl Ödülleri, Cumhurbaşkanı başta olmak üzere üst düzey katılımlı bir törenle sahiplerini buldu.
Ödül alanlar içinde beni Osmanlı Türkçesi’yle tanıştıran, ama benim açımdan hocalığı Osmanlı Türkçesi’nin sınırlarının ötesine taşan, çok saygı duyduğum İsmail Erünsal da vardı. Kendisini saygıyla yadetmek istedim….
‘Yeni Türkiye’ için
Ama beni Necip Fazıl Ödülleri üzerine yazmaya sevk eden neden bu değil. Necip Fazıl’ın, ‘Yeni Türkiye’yi anlamak açısından önemi.
Necip Fazıl’ın fikriyatını anlamak açısından en önemli kitabı ‘Ulu Hakan Abdülhamid Han’, “Abdülhamid’i anlamak her şeyi anlamaktır”cümlesiyle biter. Bence de Necip Fazıl’ı anlamak ‘Yeni Türkiye’nin zihniyet dünyasını anlamak açısından fevkalade önemli. Zira ‘Yeni Türkiye’nin mimarları, Türkiye sağ siyasetinin kendilerinden önceki nesilleri gibi Necip Fazıl’ın fikriyatının takipçileri.
‘Beyaz Türkiye’ pek tanımaz
Nesiller boyunca bunca etkili bir isim olmuş Necip Fazıl’ı, ‘Beyaz Türkiye’pek tanımaz. Sol siyaset için Nazım Hikmet’le polemikleri çok geride kalmıştır.
Zaman içinde, karşıtları da kumarbazlığı ve örtülü ödenekten aldığı paraları mevzu etme düzeyinde kalmıştır; o kadar ki bu mevzu geçen yılın ocak ayında bazı gazetelerde yeniden gündeme geldi ve tartışıldı.
Benimsenmesinin asıl nedeni başka
Oysa Necip Fazıl şairliği bir yana, bir siyaset ekolünün fikir babası ve şairliği değilse de siyasi fikirleri son derece tartışmalı. Zira, Necip Fazıl ‘Büyük Doğu’ başlığı ve neşriyatı çerçevesinde tipik bir otoriter siyaset ekolü temsilcisi.
Ama, ‘üstat’ olarak bunca benimsenmesi ve önemsenmesinin nedeni Türkiye’de bir kesimin otoriter siyaset arayışına karşılık gelmesi değil, Batıcı otoriter modernleşme projesi çerçevesinde horlanan geniş kesimlerin hislerine tercüman olmuş olması ve onlara özgüven aşılama kabiliyeti nedeniyle.
‘Sakarya’daki tespit ve davet
‘Sakarya’ şiiri, tüm bu söylediklerimin özeti mahiyetindedir. ‘Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya’ mısrası, kendini ülkenin yönetiminde, hayatında, geleceğinde dışarda bırakılmış hisseden herkes için dört elle sarılınacak bir ‘tespit’ olarak kabul gördü. Şiirin son mısrası, ‘Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya!’ ise bir isyan davetidir.
Batılılık, modernlik dünyasının dışında kalanlar kendilerini Necip Fazıl’ın dizeleriyle tanımladı; sorun onlarda değildi, onlar öz vatanlarında, öz yurtlarında dahi, öz sahip idiler. Sorun onları dışarda bırakanlardaydı.
Hem geçmiş hem gelecek
Necip Fazıl, onlara hem bir geçmiş, hem de bir gelecek tasavvuru sunuyordu. Necip Fazıl için mesele açıktı: İslam’ı temsil eden büyük Osmanlı medeniyeti, Batılılık, modernlik virüslerinin bulaşmasıyla çöküşe geçmişti; bu sadece bir yozlaşma meselesi değil, büyük bir tuzak ve ihanet silsilesinin sonucuydu.
‘Üstad’a göre Cumhuriyet’in Batıcı-modern-seküler toplum projesi bu ihanetin son perdesiydi. Cumhuriyet devrinin dışarda bıraktığı, hor gördüğü kalabalıklar, bir büyük medeniyetin asıl mirasçılarıydı ve gün gelecek bu mirasa sahip çıkacaklardı.
Kurtarıcı fikir
Sağ siyaset çizgisinin temsil ettiği geniş kesim için, bu tarih okuması, dört elle sarılacak bir büyük kurtarıcı fikirdi. Bir yanda, kültürel yabancılık hissini, asıl mirasçılık adı altında asilleştiriyor, diğer yandan sınıfsal kodlar, bu asilleşme çerçevesinde aşılmış oluyordu. Solcular ‘İşçisin sen işçi kal’ der veya demeye getirirken, işçi veya köylü, taşralı veya kasabalı, bir anda Osmanlı’ya ihanetin mağdurları olarak resmedilmenin, Osmanlı’yla aidiyet köprüsüne kavuşmanın gururyla tanışıyordu.
İslamcısından milliyetçisine, merkezinden uçlarına kadar sağ siyaset yelpazesinin ve kapsama alanının Osmanlı tahayyülü böylesi bir duygunun sonucudur ve Necip Fazıl bu duygu dünyasını en iyi ifade edenlerin başında gelir.
İsyandan zulme…
Beyaz Türkler, onların babaları, anneleri, dedeleri, nineleri bu dünyayı hiç anlamadı. Bazen anlamak istemedi, bazen anlamaya değer bulmadı.
Buna karşılık, ilhamını Necip Fazıl’dan, tercüme ettiği hislerden ve dahi isyandan alanlar da, isyanlarını o sıkışmışlıktan, o dar muhayyeleden çıkarmayı başaramadı. Yabancıladıklarını, kendilerine üstten bakanları düşman bellediler, dünyaya baktıkları pencere hile, tuzak, ihanetten ve nihayet bir büyük komplodan ibaret kaldı. İsyanlarının öfkeye, öfkelerinin gareze, garezlerinin zulme dönüştüğünü fark edemediler.
Necip Fazıl’la gidilecek yol yok
O nedenle Necip Fazıl’a dönüp bir daha bakma, gördükleri birçok şeyden rahatsız olma noktasına gelemediler, tam tersine dönüp dolaşıp Necip Fazıl fikriyatına teslim oldular. Necip Fazıl, zamanında hislerine tercüman olmuş ama çoktan aşılmış bir zihniyet olamadı.
Olmalıydı, çünkü Necip Fazıl’la gidilecek yol yok!
Irkçı, komplocu, marazi…
Necip Fazıl, sadece barışmayı değil savaşmayı, uzlaşmayı değil didişmeyi yüceltmekle kalmıyordu; iş Yahudi düşmanlığına gelince ciddi manada ırkçıydı. Dünyaya bakışı komplocuydu, tarih tasavvuru maraziydi.
Sembolik geçmiş inşasının merkezine oturttuğu II. Abdülhamid dönemini de, Osmanlı geçmişini de, hedef tahtasına koyduğu Batı dünyasını, tarihini, felsefesini de derinlemesine bilmiyor, kurguluyordu.
En önemlisi, tüm otoriter zihniyette olanlar gibi, kendi kurgusu olan bir ‘dava’ adına insan hayatını hiçe sayıyordu.
Necip Fazıl’ı aşmanın zamanı gelmedi mi?
Menderes’in ipe gitmesini neredeyse zamanında kararlı davranamamış olmasına bağlıyordu. Darbe öncesi üniversite olaylarına dair, “Sözde gençlik yığınından bir buçuk ölü yerine 150 ölü verilseydi ortada bir hükümet bulunduğu anlaşılır ve hiçbir şey olmazdı” demiştir (Benim Gözümde Menderes, 1993/Üçüncü Basım, s. 428). Bir buçuk ölü dediği, polisin açtığı ateşle ölen bir öğrenci ve yaralanan bir diğeridir.
Bu zihniyeti tanıyınca, iktidarın Gezi’ye verdiği tepkiye şaşmamak gerekir. Dönüp dolaşıp, siyaseti ‘ihanet’ ve ‘komplo’ çerçevesinde kavramasına ve sertlikte karar kılmasına da!
Kısaca, hala Necip Fazıl’ı aşmanın zamanı gelmedi mi? Gelmediyse, gidilecek yol çok karanlık gözüküyor.
Yazıları posta kutunda oku