Oflu Hoca’dan İnciler!
“…Bunu söylemek benim görevim. Sizi uyarmazsam bana da hesabını Allah sorar. Yanınızdaki kardeşiniz bile olsa kadınlı- erkekli el ele tutuşup horon oynayamazsınız. Kadınların kendi aralarında horon oynamalarının İslam’a göre hiçbir sakıncası yoktur. Kendi aralarında oynarlar, kendileri izlerler. Samsun Müftüsü olarak ben bile izleyemem kadınların o horonunu. Siz hiç izleyemezsiniz. Demek ki kadın oynayacak kadınlar izleyecek. Erkek oynayacak, kadın- erkek izleyecek. Kadın erkek karışık şekilde oyun oynamak İslam’a göre haramdır ve hesabı vardır. Türküler de müstehcen olmayacak.”(1).
“Aileler çocuklarına Sanem ismi çocuğa verilmemeli, Sanem, put demektir. Aleyna sıkça duyduğumuz bir isim ama anlamı üstümüze bela, sıkıntı demektir”(2).
“İffetsizlik gözden, kulaktan ve elden başlar. Bir sınır yoksa hiçbir sınır yoktur. 18 yaşındakinin zinasına karşı çıkamıyorsanız, 7 aylık bebeğe tecavüze karşı çıkmak timsahın gözyaşlarıdır. Şehvet öyle bir şeydir ki, sınırda durmazsanız, duracağınız hiçbir yer yoktur.”(3).
Yukarıdaki sözlerin tamamı, Diyanet’in Samsun İl Müftüsü Yrd.Doç. Dr. Hayrettin Öztürk’ün basına yansımış sözleridir. Müftü Efendi, bu sözleriyle kime ve neye hizmet ediyor bilmiyorum. Ancak İslam’a ve Müslümanlara hizmet etmediği kesindir! Adamın sözleri, büsbütün Meşhur Oflu Hoca fıkraları gibi. Zaten kendisi de Trabzon’un Şalpazarı ilçesinden Müftü Efendi’nin. Yani yarı yarıya Oflu sayılır! Esasen yukarıda bulunan “Horon” konusundaki sözlerini de Şalpazarı’nda düzenlenen bir etkinlikte kadınların ve erkeklerin yöresel kıyafetler içinde horon oynamaları üzerine etkinlik alanında söylemiş.
Zaten burada yapmış olduğu konuşmada işin içine kedisini de sokarak anlatmış olduğu şu fıkra, onun damarlarında da Meşhur Oflu Hoca’nın kanının deveran ettiğini göstermektedir:
“70 yaşındaki bir hacı amca eve gidiyor, ’Hanım, Samsun Müftüsü’nü dinledim. Uzat elini de göz göze gelelim. Bakalım hayatımızda ne gibi değişiklikler olacak. Müftü bir şey biliyor herhalde’ diyor. Sonra geldi bana anlattı. Hocam elini uzattı hanım ama gözüme bakmıyor. Dedim ki ona ’Hanım müftü göz göze gelmemizi söyledi.’ Hanım da bana dedi ki ’Efendi efendi, kablolar koptu cereyan alamiyirim.’ Ben de dedim ki ’Hanım doğru söylüyorsun. Gençken sana dokunmadan da elektriklenirdim. Şimdi jeneratör de işe yaramiyir.’…”
Üstüne üstlük konuşmasında diyor ki bu uyanık müftü: “Samsun Müftüsü olarak ben bile izleyemem kadınların o horonunu. Siz hiç izleyemezsiniz…”. Ne yani, senin din adamı olarak diğer erkeklerden bir ayrıcalığın mı var bre köftehor? Sen erkek değil misin? Üstelik diğer birçok erkeğe göre sen çok daha gençsin, çok daha yakışıklısın, çok daha karizmatiksin, görünüşe göre de 7 kişinin kurban kesebileceği cesametteki bir boğayı andırıyorsun! Üstelik sen bir din adamı ve akademisyensin. Yani diğer erkeklere göre senin kadınlar yanındaki caziben ve cinsel çekiciliğin çok daha fazla! Yani bütün bu özellikleri taşımakla cinsel açıdan sen, potansiyel risk taşıyan adamlardan sayılır. Bu sebeple, sıradan erkekler kadınların horonlarını izlese bile sen zinhar izleyemezsin oynayan kadınları!
Yine diyor ki; Müftü Efendi “Demek ki kadın oynayacak kadınlar izleyecek. Erkek oynayacak, kadın- erkek izleyecek.”
Şimdi durup düşünelim. Hatta bir kez değil, iki kez düşünelim; erkeklerin kadınların oyunlarını izlemesi haram, ancak kadınların erkeklerin oyunlarını izlemesi helal öyle mi? Böyle bir fetva olur mu yahu? Hani İslam’daki kadın erkek eşitliği? Hani Allah kadın ve erkeği eşit yaratmıştı? Ey Müftü efendi, hani “İffetsizlik gözden, kulaktan ve elden başlar. Bir sınır yoksa hiçbir sınır yoktur…” diyordunuz. Peki, erkeklerin kadınların oyunlarını izlemesi iffetsizlik oluyor da kadınların erkeklerin oyunlarını izlemesi neden iffetsizlik olmuyor? Ki; en azından bana göre her ikisi arasında haramlık ve helallik açısından hiçbir fark yoktur.
Zira rivayete göre; Hz. Peygamber döneminde Habeşli Müslümanlar, Medine’de, hem de Mescid-i Nebevî’de (kimileri bunu biraz yumuşatarak mescidin yakınında derler) bir bayram günü kadınlı erkekli bir eğlence düzenlemişlerdi. Muhtemelen eğlence sırasında döneme has çalgılar çalınıyor ve herhalde şarkılar da söyleniyordu. Bu manzarayı haber alan Hz. Ömer, olaya müdahale etmek istemiş, ancak Hz. Peygamber ona mani olarak “Onları rahat bırak ya Ömer, gönüllerince eğlensinler. Bu günler bayram günleridir…” buyurmuştur.
Yine bir bayram günü kendisi seyretmemekle birlikte Hz. Aişe’nin yanında kız çocuklarının def çalıp oynamalarına izin vermiştir. Yine başka bir rivayete göre; Bayram günü Hz. Peyamber’in, Buas Harbi’ne(4) ait hamasi türküler söyleyen iki kız çocuğuna müdahale etmek isteyen Hz. Ebu Bekir’e “Ey Abu Bekir! Bırak onları söylesinler. Her milleti bir bayramı vardır. Bu da bizim bayramımızdır” demiştir(5).
Bu konuyu, muhafazakâr toplum kesimlerinin pek fazla rağbet ettiği ve adeta bir televizyon fenomeni haline getirdikleri Prof. Dr. Nihat Hatipoğlu bir yazısında şöyle anlatmaktadır:
“Medine’ye Habeşliler gelmişti. Ellerindeki mızraklarla çalgı ve def eşliğinde raks ediyor, savaş oyunları sergiliyorlardı. medine halkı toplanıp bu mahir oyuncuları seyretmeye başladı. Hatta Hz. Aişe’nin bile Peygamberimizin omzuna yükselip bunları seyretmeye başladığını kaynaklardan öğreniyoruz. Böyle bir ortam. Hz. Peygamber(SAV) bütün bunları görüyor ama müdahale etmiyor. O esnada oradan geçen Hz. Ömer (RA), Habeşlilere müdahale etmek ister. Hz. Ömer, Habeşlileri mescidin çevresinden uzaklaştırmak için harekete geçince, Peygamberimizin sesi duyuldu; ‘Bırak onları Ömer! Oyunlarına devam etsinler. Bari böylece Yahudiler dinimizin ne kadar geniş ve -toleranslı- olduğunu görmüş olurlar’ (Ahmet, Müsned, c,6,s,116,223)”(6).
Anlaşılan Samsun İl Müftüsü de olan Yrd.doç.Dr. Hayrettin Öztürk’ün bütün bunlardan hiç haberi yok. O, söylediği sözlerle, verdiği fetvalarla İslam’ı sulandırmaya, başkalaştırmaya, Kur’an’dan ve Sünnet’ten ayrı olarak kafasına göre bir İslam yaratmaya son sür’at devam ediyor. Söylediği sözler, İslam’a, Müslümanlara ve Türk Milleti’ne değil, olsa olsa El-Kaide, El-Nusra, El-Şabab, Bota Haram, IŞİD ve İhvan gibi radikal söylemleri ve eylemleri bulunan kimi örgütlerin işine yaramaktadır.
Ve bence Samsun İl Müftüsü Hayrettin Öztürk, bu söylem ve eylemleriyle, kendisini Mesih ve Peygamber ilan eden bir zamanların RP Milletvekili de olan Emekli Müftü Hasan Mezarcı’nın yoluna girmiş bulunuyor. Çok yakında Karadeniz yaylalarından elinde asası, sarıya boyanmış saçıyla, sakalıyla ve altuni renkli peleriniyle yollara düşerse şahsen ben hiç şaşırmam. Sakın ola siz de şaşırmayın emi. Zira, Mesihliğe ve Peygamberliğe giden yollar hep bu şekilde başlamıştır İslam Dünyası’nda. Hayrettin Hocaya son çağrımız şudur; Müftü Efendi 2015 genel seçimleri için AKP’ye göz kırpıyor, bunun için de absürt bazı açıklamalarla sürekli gündeme gelmek istiyorsan, gel bu sevdadan vazgeç derim ben. Eğer gerçekten böyle bir düşüncen var ise, git adam gibi aday ol. Ya olduğun gibi görün, ya da göründüğün gibi ol. Bilemiyorum senin için ben başka bir çıkar yol.
Türk Kültürü’nde Kadınların Yeri
Samsun İl Müftüsü Hayrettin Öztürk’ün, söyledikleriyle sadece dini kültürümüzü değil, milli kültürümüzü de dejenere etmeye çalıştığı kesindir. Çünkü bu adam, apaçık bir şekilde kadınlarımızı aşağılamakta, kadınlarla erkeklerin arasına harcı cinsellik olan kalın bir duvar örmeye çalışmaktadır. Daha doğrusu, kendinden öncekiler gibi kadınları evlerine, yani dört duvar arasına kapatmaya çalışmaktadır. Oysa yukarıda örneklerini verdiğimiz gibi Hz. Peygamber’in tebliğ ettiği İslam’da tam bir kadın erkek eşitliği olduğu gibi İslam öncesi Türk kültüründe de kadınlar ve erkekler arasında tam bir eşitlik vardı. Türk kültürüne yerleşmiş olan ve kadını aşağılayan anlayış, ne dini kültürümüzün, ne de milli kültürümüzün birer parçasıdır. Bu durum, tamamıyla İslam adı altında bizim milli kültürümüzün içine zerk edilen cahiliye dönemi Arap kültürüdür. Yani kadını adeta satılık bir ticari eşya (meta) olarak gören çarpık zihniyet demek istiyoruz.
Oysa Hz. Peygamber döneminde, kadınlar rahatlıkla erkeklerin bulunduğu meclislere girebiliyor, erkeklerle tartışabiliyor ve haklarını rahatlıkla arayabiliyorlardı. Hatta, İslam Kadını, Hz. Peygamberle bile konuşup tartışabiliyordu. Kur’an’da bulunan “Mücadele” suresinin, bir kadının Hz. Peygamberle tartışmaya girmesi üzerine indiği bilinmektedir ki; bu surede Allah, “Hz. Peygamberle tartışan kadının haklı olduğunu” bildirmektedir. Hz. Peygamber döneminde Müslüman kadınlarının, savaş da dahil, hayatın birçok yanında ereklerle birlikte hareket ettikleri bilinmektedir ki; bunun en bariz örneği Cemel Vak’ası’nda Hz. Aişe’nin Ordu Kumandanı olarak Hz. Ali kuvvetleriyle çatışmaya girmesidir. Kadının dışlanması ve evlere kapatılması, daha sonraki devirlerde, özellikle Emeviler ve Abbasiler döneminde olmuştu.
Tarih araştırmacılarının bugün vardığı sonuç, İslam’dan önceki devirlerde de Türk kadınlarının. devlet işlerinin görüldüğü kurultaylara katılmak da dahil, sosyal hayatın pek çok yanında erkeklerle birlikte temsil edildikleridir. Hatta bu dönemde hükümdarlık yapan Türk kadınlarına bile rastlanmaktadır ki; Hicri 54 (Miladi 676) tarihinde Emevî Halifesi Muaviye tarafından Horasan’a gönderilen Ubeydullah Bin Ziyad 20. 000 kişilik ordusu ile Ceyhun Nehri’ni geçerek, Buhara’ya geldiğinde Buhara prensesi Hatun’un emrindeki Türk kuvvetleri karşılar ve yapılan şiddetli çarpışmalardan sonra Ubeydullah Bin Ziyad, Buhara Hükümdarı Hatun ile sulh anlaşması yapmak zorunda kalır(7).
Milâdi 922 yılında bir elçilik ekibiyle çıkmış olduğu seyahatte Oğuzların yaşadığı ülkelere yolu düşen Arap Seyyahı İbn Fadlan, Türkiye Türkleri’nin ataları olan Oğuzlar hakkında şu bilgileri vermektedir;
“…Aralarındaki işleri meşveretle hallederler…İçlerinden biri zulme uğrar veya sevmediği bir şey görürse başını semaya kaldırıp ‘Bir Tanrı!’ der. Bu Türkçe ‘Bir Allah’ demektir. Zira Türkçe’de ‘bir’ vâhid ve ‘Tengrî’ ise Allah demektir… Kadınları yerli ve yabancı erkeklerden kaçmazlar… Zina diye bir şey bilmezler. Böyle bir suç işleyen birini ortaya çıkarırlarsa onu iki parçaya bölerler. Şöyle ki: Bu kimseyi iki ağacın birbirine yaklaştırılmış dallarına bağlarlar. Sonra, bu dalları bırakırlar. Dalların eski durumuna gelmesi neticesi, o kimse iki parçaya bölünür… Bir Türk’ün yurdundan, tanımadığı bir kimse geçip ona ‘Ben senin misafirinim. Develerinden, hayvanlarından ve parandan şu miktara ihtiyacım var’ derse, Türk istediklerini ona verir. Eğer tacir bu yolculuğu esnasında ölür ve kafile geri dönerse, Türk, kafiledekilere, ‘benim misafirim nerede?’ diye sorar. ‘Öldü’ derlerse kafilenin yüklerini indirtir. İçlerinde en akıllı tanıdığı tacire vararak yüklerini onun gözü önünde çözer. Bir zerre fazlasız, ölen tacire verdiği kadar, bu tacirin paralarından alır… Aynı şekilde, bu tacirin develerinden ve hayvanlarından, verdiği miktarı da alır… Oğlancılık onlar arasında çok büyük suçtur”(8).
Birçok insan tarafından kabul edilemeyecek hususları, kimi çelişkileri ve atalarımız hakkında hakarete varan hususları ihtiva etse de bu ve benzeri bilgiler; Türkler arasında ilk devirlerde bile var olan demokrasiyi, karşılıklı müşavereyi, aklın önemini, toplumun bütün kesimlerinin kendilerini ilgilendiren kararlarda söz sahibi olduğunu, kadın-erkek eşitliğini, tek tanrı inancını göstermesi açısından oldukça önemlidir. Bu bilgiler, her şey bir tarafa, İbn Fadlan’ın mensup olduğu insanlar (yani Araplar) arasında yaygın olan ve İslâm’ın yasakladığı faizcilik, fuhuş, zina, oğlancılık ve zayıfın malına el koyma gibi birçok çirkin geleneğin, Türkler arasında İslâmiyet’ten önce de olmadığını göstermesi açısından kayda değer bilgilerdir.
Dolayısıyla bu tür olayları zaten kötü gören Türk töresi, aynı olayları kötü gördüğünden onları ortadan kaldırmak için mücadele veren İslâm Dini ile kaynaşmakta ve onu benimsemekte hiç de zorlanmışa benzemiyor. Zaten Türkler arasında İslâmiyet’in hızla ve büyük oranda gönüllülük esasına bağlı olarak yayılmasının gerçek sırrı burada gizlidir. Samsun Müftüsü işte bunları bilmiyor…
…
Bunlar ve daha fazlası “Çöldeki Osmanlı” isimli kitabımızda. Okudunuz mu?
İsteme Adresleri:
1)
2)
3)
4)
5)
______________
1- ,
2- ,
3-http://sozcu.com.tr/2014/gunun-icinden/muftu-ozturkten-yeni-inciler-621197/,
6-Medine’de Evs ve Hazreç kabileleri (ki; Hz. Peygamber’i Mekke’den Medine’ye davet eden kabilelerdir) arasında İ4lamiyet’ten önce cereyan eden ve bazı fasılalarla 120 yıl devam ettiği söylenen savaş(bk. ,
5-Bu konuda daha geniş bilgi için bkz. ,
6-http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/11800987.asp,
7-Doç. Dr. Suphi Saatçi, Tarihi Gelişim İçinde Irak’ta Türk Varlığı,Tarihi Araştırmalar ve Dokümantasyon Merkezleri Kurma ve Geliştirme Vakfı Yayını, İstanbul, 1996, s. 39-40.
8-İbn Fadlan, Seyahatname, hzl., Ramazan Şeşen, Bedir Yayınları, İstanbul, 1975, s. 30-2, 34.