Türkiye tam cangıl ormanına döndü…
“Orman yasaları yürürlükte şimdi…
Gücü yeten gücü yetene…
Hak – hukuk hak getire…
Rüşvet, vurgun, talan, yolsuzluk, kadın satışı, fuhuş, dolandırıcılık, soygun, zimmet, terör…
Soyan soyana…
“Yoksulun sırtından doyan doyana…”
Bir avuç azınlık bir eli yağda bir eli balda… Birileri, din istismarı yaparak bu dünyada cenneti yaşarken, onların sadaka ekonomisine mahkûm ettiği yığınlar “Açlık sınırının altında” cehennemi yaşıyor…
Bir kısmı da karnını doyurabilmek için namusunu satıyor…
17 Aralıkta, Türkiye’de rüşvet, hırsızlık dağının bir bölümü savcılar, emniyet müdürleri tarafından belirlenmiş, kirli çamaşırlar ortaya dökülmüştü… Ortalık bir anda gözaltı, arama, soruşturma haberleri ile çalkalanmıştı…
Genel Müdürün evinde ayakkabılar içerisinde milyon dolarlar… Bakan çocuklarının evlerinde para sayma makineleri, çelik kasalar bulunmuştu…
Başbakanla oğlu arasında geçen “Para sıfırlama” konuşmaları elden ele, dilden dile dolaşıyordu…
Bakanlar istifa ettirildi. Oğullar ve İranlı rüşvetçi Reza Zarrab gözaltına alındı.
Mecliste bu konuyu araştırmak üzere bir de “Soruşturma komisyonu” kuruldu.
Peki, sonuç? Sonuç sıfır, elde var sıfır…
Baskınlar, gözaltılar hükümete düzenlenmiş bir darbe olarak tanıtıldı kamuoyuna…
17 Aralık soruşturmasını yürüten savcılar Celal Kara ve Mehmet yüzgeç görevden alındı.
Yerlerine atanan savcı Ekrem Aydıner, hırsızlık, yolsuzluk, rüşvet soruşturmasında adı geçen bakan ve bakan oğulları ile 53 kişiyi temize çıkardı… Akladı…
Dosya kapandı…
TBMM Soruşturma Komisyonu daha ikinci toplantısını yapmadan ve onca belge, bilgi, tape, telefon konuşmaları incelenmeden “takipsizlik kararı” verildi.
TBMM Soruşturma Kurulu da böylece geçerliliğini de yitirmiş oldu…
Komisyonun CHP’li üyesi Erdal Aksünger, bu konudaki görüşlerini şöyle belirtti: “İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, AKP’li bazı bakanların kirli çamaşırlarını temizleme görevini yapan çamaşır makinesi değildir.”
Değerli hukukçu Turgut Κazan da CHP milletvekili Erdal Aksünger ile aynı görüşte, şunları söylüyor:
“Ben daha önce soruşturma savcısına ‘Siyasi iktidara yönelik suçları temizleme bürosu gibi çalışıyorsunuz’ demiştim. Bu görüşüm daha da pekişti. Asla verilmemesi gereken kararlar bunlar.” diyor ve ekliyor:
“Aynı başsavcılık protestoda slogan atanlara dahi örgüt suçundan dava açıyor ve yıllarca hapse mahkûm ettiriyor. Bu olayda ise sayfalarca ‘Örgüt nasıl olur?’ tartışması yaрıyor. Bu tartışma yapılabilir ancak dinleme yapıldığına göre savcılık bunu yok sayamaz. Ancak dava açar, bu tartışmayı mahkeme yapabilir. Dinlemeler hâkim kararıyla yaрılmış. Bu yüzden temizleme bürosu diyorum.”
Hukukçular böyle diyor, milletvekilleri, yurtsever yazarlar, aydınlar adaletsizliklere dikkat çekiyor, isyan ediyor… Peki, her gün “Ah, vah” edip, sızlanan, geçim derdinden şikâyet eden vatandaşlarımız ne yapıyor?
Dizi izliyor.
Yarışma programlarında göbek atıyor…
İzdivaç programlarına katılıyor…
Şu anda ülkemizde sadece bir kanalda tam 15 dizinin yayınlandığını söyleyen Değerli halk müziği sanatçısı Sümer Ezgü, Yugoslavya parçalanırken, halkın, “Biz evde dizi izliyorduk…” dediğini hatırlatıyor…
Türkiye talan ediliyor, yağmalanıyor…
Ama halkımız olup biteni sadece seyrediyor…
Osmanlı sultanlarının bile yaptırmadığı, yaptıramadığı saraylar, şu yoksul, gariban ülkemizde siyasal İslamcı liderler tarafından inşa ediliyor…
Kapladığı alan tam 300 bin metre kare…
775 odalı, 78 banyolu, Dünyanın en büyük sarayı, Buckingham Sarayı bile sadece 77 bin metrekare.
Peki, bunun hesabını kim soracak? Kim sorgulayacak? Elbette halk… Elbette millet…
İNSANCA YAŞAMAK İSTEYEN HERKES, HESAP SORMASINI DA BİLMELİ…
Bugün ülkemiz, Cumhuriyet tarihinin en bunalımlı günlerini yaşamaktadır. Türkiye, dünyada gelir dağılımı bozuk ülkeler arasında ön sıralarda yer almaktadır. IŞİD, PKK, PYD bir karabulut gibi çökmüştür tepesine…
Eğitim, sağlık paralı hale getirilerek, fırsat eşitliği zedelenmiştir. Sosyal devlet anlayışı ortadan kaldırılmış, yoksulların durumu daha da kötüleşmiştir. Bundan böyle parası olan sağlığını koruyabilecek, parası olan çocuğunu okutabilecektir.
Korku imparatorluğu kurulmuştur. Herkes birbirinden çekinmekte, başına bir felaket geleceğinden korkmaktadır. Haksızlıkların, hukuksuzlukların ucu ta gökyüzüne ulaşmıştır.
Ama kuzuların sessizliği devam etmektedir. Kuzular, kuzu gibi bakmakta, seyretmektedir.
Montesquieu, “Bir tek kişiye yapılan haksızlık, bütün topluluğa yönelmiş bir tehdittir” der.
Bir kişiye yapılan haksızlığı toplumun bireyleri, kendilerine yapılmış gibi düşünmelidirler. Kendilerini onların yerine koyup, “Ya bu kötü davranışla ben karşılaşsaydım, ya benim başıma gelseydi” demelidirler. “Adam sende”ciliği bırakıp, kendi hakkını korur gibi, başkalarının hakkını savunmayı da kendilerine görev edinmelidirler.
Bu koruma, savunma bilinci bir topluma yerleşmediği sürece haksızlıkların, adaletsizliklerin önüne geçmek, ülkeyi eşkıyalardan, soygunculardan temizlemek çok güçtür.
Faşizm hiçbir ülkeye birden bire, ansızın gökten zembille inmemiştir. Haber vere vere, “ben geliyorum” diye diye gelmiştir. Önlem alınmadığı, karşı çıkılmadığı için ülkelerin üzerine kara bulutlar gibi çökmüştür.
Sadece bakmakla, susmakla, konuşmamakla hiçbir sorunu çözemeyiz. Demokratik, uygar bir ulus da olamayız. Kimse boşuna sızlanmasın. Geçim sıkıntısından, baskıdan söz etmesin. Önce haksızlıklara karşı koymasını, hakkımızı – hukukumuzu almasını öğrenelim.
Çünkü kimse kimseye babasının hayrına hak vermez. Hak verilmez, alınır. Hem de söke söke alınır.
Sorumluluk taşıyalım. Cesur olalım. Çünkü cesarettir, insanı zafere götüren…
UNUTMAYALIM Kİ CESURLAR BİR KEZ, KORKAKLAR BİN KEZ ÖLÜR…
ÖLÜMDEN ÖTE KÖY VAR MIDIR?
Bir yanıt yazın