Yazının başlığını, iyiden iyiye iktidar yanaşması haline gelen iş adamı Ferit Şahenk (Doğuş Holding) sayesinde yandaş medyanın amiral gemisi haline gelen Star TV’de dün akşam yayınlanan “Gönül İşleri” isimli dizide kullanılan bir replikten apardım. Dizide, evin babası Muzaffer Bey rolünde oynayan Sezai Aydın söyledi bu repliği. Replik tam olarak böyle değil tabi; “Acıma yetime, sonunda gelir koyar g…” şeklinde idi. yani işin içinde “Suriye” yoktu. Onu ben ekledim.
Eşi tarafından terk edilen Muzaffer Bey, kızlarını çok sever ama onlara kendi kafasına göre birer damat bulamadığı için üzgündür. Bu sebeple kendi kabına çekilmiş, gazeteleriyle meşgul olarak günlerini geçirir. Büyük kızı Servet’in kocasını hiç sevmez ve ona “meymenetsiz” der. Oldukça saf birisi olan ortanca kızı Saadet’in evleneceği adam ise azılı bir hırsızdır ve düğün günü kendisini nikah masasında bırakarak yurtdışına kaçar. Hem de Saadet’in çalıştığı kuyumcu dükkanını soyarak! En küçük kız Sevda ise üniversite öğrencisidir. Oldukça güzel bir kız olan Sevda, aynı zamanda fettan birisidir ve amacı bir an önce zengin bir koca bulup, yaşadığı hayattan kurtulmaktır.
Evin tek evli kızı olan Servet, bir anlamda aileye annelik yapmaktadır. Doğrucudur ve aynı zamanda iyilik meleğidir. Dün akşamki bölümde, yetiştirme yurdunda yetişen iki yetim gencin düğünsüz evlenmelerine gönlü razı olmaz ve onların düğününü yapmaya kalkışır. Masrafların çoğunu üstlenir ve bu konuda çevresinden de yardım ister. Tam hazırlıklar bitmek üzere iken evlendireceği gençler ortadan kaybolur. Ancak bu kaybolma, boşanmak üzere olduğu eşinin de iştiraki ile Servet’e yapılacak bir sürpriz gereğidir. Uzatmayalım; Servet bu düş kırıklığı içinde eve gelip olanları anlattıktan sonra düğünden vazgeçtiğini söyleyince baba Muzaffer Bey, kızların tamamının yanında bulunduğu bir sırada o meşhur repliği söyler;
-“Acıma yetime, sonunda gelir koyar g…ne!”
Garibin .okunda Isırgan Biter!
“Yaşar Amca” diye bir akrabamız vardı. Mide kanseriydi. 1998 yılı hac mevsiminde midesinden ameliyat olmuş, doktorların bütün karşı çıkmasına rağmen henüz dikişleri bile alınmadan eşiyle birlikte hacca gitmeye karar vermişti. O sene ben de görevli olarak hacda bulunuyordum. Benim orada olmamdan da güç almıştı besbelli ve başı sıkışırsa benim kendisine yardımcı olacağımı umuyor olmalıydı. Bir başka sebep de rahmetli öleceğinden emindi ve hac görevini yaptıktan sonra ölmeyi kafasına koymuştu. Bu yüzden de hiç tereddüt etmeden hacca gitmeye karar vermişti. Rahmetli ile 1998 yılında birlikte hac yapmıştık Mekke’de. İhramının açık kalan bölümünden karnındaki taze yara açıkça görünüyordu. Arafat Vakfesi sırasında çölün ortasında sıcaktan kavrulurken kendisine götürüp ikram ettiğim bir şişe buz gibi ayranı ölünceye kadar unutmadı merhum. Zaten Hacdan döndükten kısa bir süre sonra da hakkın rahmetine kavuştu.
Bir gün Mekke’de kaldıkları otele ziyaretlerine gitmiştim. Baktım elinde Çin yapımı küçük kırmızı bir teyp var Yaşar Amca’nın. Kaç liraya satın aldığını sordum, verdiği rakam dudak uçuklatacak cinsten bir cevaptı. Kazıklandığını söyledim kendisine ve gidip geri iade etmeye karar verdik. Teybi satın aldığı dükkan, iki bina ötemizde idi. Ancak zaten yetersiz olan Arapçamla ne kadar dil döktüysem de bir türlü ikna edemedik Yemenli olduğunu sandığım satıcıyı. Adam “Lâ=Hayır” diyor, başka bir şey demiyordu. Bunun üzerine Yaşar Amca dükkanın içinde ve dükkan sahibi Arap’ın yüzüne bakarak hem de yüksek sesle bana dedi ki;
-“Lan oğlum Ömer, bırak şu anasını avradını s…min Araplarını. Bunlar Hz. Peygamberi bile kovdular Mekke’den! Eğer adam olsalardı, onu değil kovmak, bağırlarına basarlardı. Eğer adam olsalardı, yıllardır kıytırık bir devlet olan İsrail’in elinde oyuncak olmazlardı…”
Bereket versin dükkan sahibi Arap, Türkçe bilmiyordu, bu sebeple de Yaşar Amca’nın hem de çiçeği burnunda hacı vasfıyla yapmış olduğu bu galiz küfrü anlayamadı. Eğer anlamış olsaydı, problem yaşayacağımız kesindi! En azından o itiş kakış arasında Yaşar Amca’nın ameliyat yerindeki dikiş patlar, herhalde midesi dışarı fırlardı! Sonra da al başına belayı…
Yaşar Amca, aynı zamanda Çankırı’nın yerel siyasetçilerindendi. Demirel’in bir anlamda Çankırı’daki sağ koluydu. Vefat edinceye kadar aktif siyasete devam eti. Yanılmıyorsam Demirel’in kurup yönettiği partilerde delegelik yapıyordu. Onun sık sık kullanmış olduğu bir sözü hatırlıyorum. Rahmetli sık sık şu sözü tekrar ederdi:
-“Garibin bokunda ısırgan biter!”
Bu sözle tam olarak neyi kastediyordu bilmiyorum ama Yaşar Amca, galiba “Her önünüze çıkan garibe veya garip olduğunu söyleyen herkese hemen inanmayın. Bunların içinde yediği ekmeği inkar eden nankörler de çıkabilir. Sizi sömürmeye çalışanlar olabilir ve yakanızı ellerinden bir türlü alamazsınız, almaya kalkıştığınızda da size kötülük ederler…” demek istiyordu.
Geçenlerde gazetelerde yer alan bir haber, merhum Yaşar Amca’nın düşüncelerini doğrular nitelikteydi. Habere göre; Konya’da dilencilik yapan, “Garip” ve “Poşetli Dede” olarak tanınan Mehmet Keleş isimli bir dilenci, otobüsün altında kalarak ölüyor. Polis tarafından yapılan incelemede ise ölen dilencinin çeşitli bankalarda bulunan hesaplarında 1.100.000 lirasının olduğu anlaşılıyor. Aslen Çorum’un Laçin ilçesi Çamlıpınar köyü nüfusuna kayıtlı bulunan ve bu köyde toprağa verilen dilencinin geride bıraktığı servetin kime kalacağı konusunda ise tartışmalar yapılıyormuş. Bazı hukukçular, bu servetin dilencilikten kazanıldığı için devlete kalması gerektiğini savunurken, bazıları da mirasçılarına kalması gerektiğini savunuyormuş! 1978 yılında Konya’ya geldiği anlaşılan Mehmet Keleş isimli dilenci, namı diğer “Poşetli Dede” bizim Mevlana’nın merhameti yüksek torunlarını tam 36 yıldır keklemiş iyi mi!(1).
İşte bu tür sakıncaları dikkate alan İslam Dini, zekat, sadaka ve fitre türünden yardımların yapılmasında, öncelikle tanıdıklardan başlanmasını tavsiye etmektedir. Yani yardımlar, yardıma ihtiyacı bulunmak kaydıyla; alt ve üst soy dışındaki yakın akrabalardan başlayarak, öncelikle akrabalara verilecek, arkasından yakın komşulara, sonra uzak komşulara, sonra tanıdıklara ve arkasından da diğer Müslümanlara verilecektir. Müslümanlar arasında yardıma ihtiyacı bulunan hiç kimse kalmayınca da “Müellefe-i Kulüp” adı verilen ve kalpleri İslam’a ısındırılmak istenilen gayrimüslimlere yapılacaktır yardımlar.
Örneğimizde olduğu gibi; merhameti yüksek Konyalı kardeşlerimizin eğer bizim Yaşar Amca’nın yukarıdaki sözünden haberleri olsaydı ve İslam’ın bu şekildeki yardım şeklini iyi bilselerdi, Çorumlu Poşetli Dede, tam 36 yıldır Konyalılar arasında at oynatamazdı…
Ahmet Davutoğlu: Kılıçdaroğlu İnsanlığa İhanet Etmiştir!
Başbakanın gerçekte kim olduğunun tartışıldığı bir zaman diliminde Başbakan olma bahtsızlığını yaşadığı konusunda asla şüphe olmayan Sayın Davutoğlu, katılmış olduğu bir TV programında CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun “Vatana ihanet 1.5 milyon Suriyeliyi Türkiye’ye sokmaktır” şeklindeki sözlerine, “Kılıçdaroğlu’nun bu sözü insanlığa ihanettir. Böyle bir sözü sarf etmek insan olduğunu unutmaktır. İnsanlığa ihanettir. Çok açık ve net. İnsan olmayan Türk de olamaz, Kürt de olamaz. İnsanlığı unutan kişinin ideolojisi filan önemini kaybeder…”(2) şeklinde karşılık vermiştir.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun sözleri ilk bakışta kabul edilemez gibi görülse de aslında gerçeğin tam ifadesidir. Bu insanların belli bir süre Türkiye’ye kabul edilmesi elbette insanlık görevimizdir. Ancak bunun bir sonu olmalıdır. Bu insanları daha ne kadar besleyip, barındıracağız biz? Şimdiden 4 milyar doları aşan bir harcama yapmışız bu insanlar için. Bu demektir ki; biz millet olarak “İslam Kardeşliği”nin gereğini çoktan yerine getirmişiz. Lütfen biraz da başkaları yerine getirsin bu kardeşliğin gereğini. Zira bu ülke, sizin saçma sapan kardeşlik anlayışınıza feda edilemeyecek kadar kıymetli ancak bir o kadar da fakir bir ülkedir bizim nazarımızda. Biz bu ülkeyi yolda bulmadık, kanımız ve canımız pahasına kazandık efendiler.
Geçenlerde Sözcü yazarı yılmaz Özdil de yazdı; siz 500.000’i savaşacak yaşta olan 1.5 milyon Suriyeli’yi Türkiye’ye kabul edip, kurbanlık danalar gibi burada besiye çekerken, IŞİD gibi terör örgütlerini geri püskürterek Suriye’deki düzeni sağlama görevini Mehmetçiğe verirseniz ve Mehmetçiğin kanı pahasına Beşar Esat’ı iktidardan indirmeye yeltenirseniz, bunun adı düpedüz “Vatana İhanet” olur bilesiniz. “İslam Kardeşliği” adına sınırlarımızı sonuna kadar açarak 1.5 milyon ne idüğü belirsiz Suriyeli’yi Türkiye’ye soktuğunuz yetmiyor gibi, bir de bunların Türkiye’nin her tarafına dağılmasına neden göz yumduğunuzu ah bir açıklasanız da bir güzel öğrensek diyorum!
Sahi bu adamların gittikleri vatan topraklarında neler yaptıklarından haberiniz var mı sizin? Bu adamları nasıl takip ve kontrol ediyorsunuz? Bu adamlar gittikleri yerlerde ne yiyip ne içiyor, geçimlerini nasıl temin ediyorlar? Geçim kaynakları çalıp çırpmak mı yoksa? Sizin bütün bunlardan haberiniz var mı devlet olarak?
İmralı’nın ve Kandil’in emriyle daha birkaç gün önce ayaklanıp ülkenin altını üstüne getiren, ülkeyi bir uçtan bir uca ateşe verip, dükkanları yağmalayanlar, 40 kişinin ölümüne sebep olanlar kimlerdi? Bingöl’de Emniyet Müdür Yardımcısını ve bir komiseri öldürüp, Emniyet Müdürü’nü ağır şekilde yaralayanlar kimlerdi? Sahi “Cezaları verildi” diyerek sözüm ona Bingöl’deki saldırıyı gerçekleştirdikleri gerekçesiyle sorgusuz, sualsiz öldürdükleriniz kimlerdi? Bunlar olayın gerçek failleri miydi, yoksa olayı kapatmaya yönelik bir manevra mıydı? Hele bir açıklayın da herkes öğrensin olayların gerçek yanını.
“Vatana ihanet”, “insanlığa ihanet” öyle mi? Lütfen bu kavramları birbirinize sataşma vesilesi yaparak ucuza satmayın beyler. Sizin bugün sözüm ona “İnsanlığa hizmet” ediyorum zannıyla yapmış olduğunuz kimi uygulamalar gün gelir öyle sonuçlar doğurur ki; “Vatana ihanet” suçlamasıyla karşı karşıya gelirsiniz de haberiniz bile olmaz! Ne diyordu dün akşam Star TV’de yayınlanan “Gönül İşleri” isimli dizinin Muzaffer Beyi Sezai Aydın: “Bırak acıma yetime, sonunda gelir koyar g….”. Şurası muhakkaktır ki; 1.5 milyon Suriyeli, bizim için potansiyel bir tehlikedir ve sırf bu sebeple aman uçkurlarımızı sağlam tutalım derim ben…
_____________
1- ,
2-
Yazıları posta kutunda oku