On beş yıl gibi çok uzun bir zamana yayılan Can Dündar’ın hazırladığı “Mustafa” adlı film, bilinç altında farklı bir Atatürk portresi oluşturmaya çalışmaktadır. Bu şekilde yapılan Atatürk’le ilgili filmleri hazırlayıp yayınlamak, gerçekten büyük sorumsuzluk sayılmalıdır. Tarihe karşı, Türk ulusuna karşı ve tüm insanlığın övünç kaynağı olan büyük bir öndere ve lidere karşı yapılan bir sorumsuzluktur..
Filmin adından başlayalım: Can Dündar’ın en iyi yaptığı şey, aşırmadır. Sarı Zeybek adının da ilk olarak kendi aklına geldiğini söylemişti zamanında. “Mustafa” adı için “benim aklıma geldi” dedi ama 1909 ile 1995 yılları arasında yaşayan yazar Mehmet Rakım Çalapala’nın, 1944 yılında yazdığı “Mustafa: Atatürk’ün Romanı” adlı eserini kendisi gibi herkesin unuttuğunu sandı.
Filmde tarihi ve siyasi konulara girildiğinde birçok soru işaretiyle karşılaşıyorsunuz. Dikkat çekici bölümlere göz atmakta yarar var. Film Atatürk’ün karga kovalamasıyla başlıyor. Atatürk’ün üç yaşında ölen abisi Ahmet’in cesedi Selanik’teki mezarında çakallar tarafından yeniyor. Can Dündar’ın yorumuna göre bu olay Atatürk’ün kader anlayışını derinden etkiliyor. Atatürk küçükken hocası Kaymak Hafız’dan dayak yiyor ve hemen okuldan ayrılıyor. Ancak bu dayağı hiç unutmuyor. Can Dündar’a göre yıllar sonra Atatürk’ün medreseleri kapatması, Kaymak Hafız’dan rövanşın alınması anlamına geliyor. Babası Ali Rıza Efendi’nin ölümünden sonra annesi Zübeyde Hanım’ın tekrar evlenmesine tepki olarak Atatürk, askeri liseye yazılarak evden uzaklaşıyor. Manastır askeri okulunda Atatürk’ü canlandıran şahsın seçimi de, ince hesapların sonucunda olsa gerek..
Çanakkale’de Deniz Savaşları’nda Atatürk yok ama cepheden Madam Corinn’e yazdığı mektuplar var. Atatürk İstanbul’da şatafatlı bir hayat sürerken, bütün parasını tefecilere kaptırmış. Bunun üzerine Anadolu’ya geçmeye karar vermiş. Atatürk, Samsun’a gitmeden önce sarayda Vahdettin’le bir görüşme yapar. Bu görüşmede Vahdettin Atatürk’e; “Paşa, bu devleti siz kurtarabilirsiniz ve kahraman olarak kitaplarda anılırsınız” diyor. Yani Vahdettin vatan haini değil, ama nedense biz anlamamışız.. Bu konuşmadan iki ay sonra Atatürk için çıkarılan idam fermanını hangi Vahdettin imzalamıştı acaba? İngiliz’lerin Malaya zırhlısıyla ülkeden kaçan Vahdettin değil miydi?
Filmde, Atatürk’ün İzmit’te bazı gazetecilerle yazılmamak üzere yaptığı görüşmede, Kürtlere özerklik verilmesi fikrinde olduğu ortaya konuyor. Bu konunun arkası gelmiyor, Atatürk’ün bu konuyla ilgili düşüncelerine hiç değinilmiyor. Atatürk’ün, cahillerin seviyesine inmem diyerek, sanki halkı küçük gördüğü imajı veriliyor. Atatürk 1930 yılında halkın arasına karıştığında herkesin mutsuz ve karnını doyuramaz durumda olduğunu görüyor. Can Dündar’ın yorumu şöyle; “Çevresindeki dalkavuklar halkın ıstıraplarını Atatürk’ten gizleyip iyi göstermeye çalıştılar. Atatürk gerçekle yüzleşince çok üzüldü ve sabaha kadar uyuyamadı.”
Atatürk’ün manevi oğlu için gerçek oğluydu havası verilerek, gayri meşru ilişkileri olduğu ve çocuğu olduğu imalarına yer veriliyor. En yakın arkadaşlarını bile gözünü kırpmadan ölüme gönderen ve kendi heykellerini diktiren bir diktatör olduğu imajı yaratılıyor. Anlamsız bir şekilde, Atatürk’ün arkasında uzun boylu adamların olduğu bir fotoğraf gösterildikten sonra, bir Fransız gazetesinde ne kadar kısa boylu olduğu vurgulanıyor. TBMM’yi Cuma günü namazdan sonra, dua okutarak açtığı halde, son bölümde dinsiz olduğu vurgulanmaya çalışılıyor. Kendisi hakkında şeyhülislam tarafından verilen “dinsiz” fetvasını yıkmak için, 22 Nisan olarak karar verilen TBMM açılış gününü Cuma gününe denk gelen 23 Nisan’a alıyor. Can Dündar’ın yorumuna göre, Atatürk ileride gerçekleştireceği amaçlarına ulaşmak için şimdilik böyle hareket ediyor.
Atatürk için çevresinde kimse kalmamıştı ve yalnız öldü denilerek kişiliğiyle ilgili kuşkular gündeme getiriliyor. Atatürk için günde bir büyük rakı, üç paket sigara ve on beş kahve içiyordu denilerek, içki düşkünü ayyaş bir portre çizilmiş. Devletle ilgili tüm önemli kararların o meşhur içki masalarında alındığı ifade edilerek ciddiyetten uzak bir tablo çiziliyor. Zaten Atatürk son yıllarını işsiz güçsüz, can sıkıntısında balolar, davetler ve içki masalarında geçirmiş. Üstelik son sahnelerde çalgıcıya kadeh kaldıran içki düşkünü yalnız bir adamın mizanseni yaratılmış.
Daha bunun gibi akılda kalmayan nice sahneler var. Böylesine gerçekle ilgisi olmayan mesajların ustalıkla yerleştirildiği filmin, Cumhuriyetimizin 85. yıldönümünde gösterilmesi de farklı bir anlam taşımaktadır.
Sayın Prof. Dr. Özer Ozankaya, öğrencisi olan Can Dündar’a, Sarı Zeybek, ve Gölgedekiler filmleri için de buna benzer eleştirileri bizzat yüzüne karşı söylediği zaman: “Aaa, Hocam, bunlar hiç aklıma gelmemişti.” yanıtını almıştı. Sayın Ozankaya’ya göre “Mustafa” filmiyle ilgili benzer eleştiriyi yöneltmenin artık yararı yoktur. Çünkü Can Dündar’ın söz konusu davranışları bilerek sürdürdüğü çok açıktır.
Can Dündar bu filmi yapmadan önce “Nutuk” gibi, “Tek Adam” gibi kitapları okusaydı, belki tarihi değiştirerek bazılarına şirin gözükmekten kaçınırdı. Ama belki de bu film özellikle yaptırılarak, Atatürk’ü sevenlerin bilinçlerini değiştirmek, Misak-ı Milli sınırlarından vazgeçmek görevi üstlenilmiş olabilir.
Emperyalizm işbirlikçileri, ulus devlet karşıtları, şeriatçılar ve numaracı cumhuriyetçiler yıllardır elbirliğiyle Atatürk’ü aşağılamaya, devrimlerini yıkmaya çalışıyorlar. Armstrong’un “Bozkurt” kitabında, Vamık Volkan’ın “Ölümsüz Atatürk” kitabında, İpek Çalışlar’ın “Latife” kitabında, Tolga Örnek’in “Gelibolu” filminde ve şimdi de Can Dündar’ın “Mustafa” filminde olduğu gibi.. Ama hepsinin ve daha nicelerinin ortak bir noktası var: Yanılıyorlar ve başaramayacaklar…
Bir yanıt yazın