“Yapmayın, etmeyin…” dedik. “Bu anayasa ile demokrasiyi değil, ancak faşizmi getirirsiniz, şeriat düzenini getirirsiniz…” dedik.
Dinlemediniz. Duymadınız. Görmediniz…
“Yetmez ama EVET” dediniz…
“Gelmiş geçmiş partilerin en iyisi, en demokratı, en özgürlükçüsü AKP’dir” dediniz.
RTE’yi baş tacı yapıp, Atatürk’ü “Tu kaka” ettiniz.
Ve sonunda “Diktiğiniz fidanlar meyveye döndü…”
Faşizmi ve şeriatı sadece kendi ülkesine getirmedi AKP, tüm Ortadoğu’ya yaydı.
40 yıllık Esat, “Eset” oldu.
AKP, “Eset’i devireceğim…” diye İslamcı terör örgütlerine para ve silah yardımı yaptı. Teröristlerin sınırdan geçmesine, yurdumuzda gizlenip barınmasına, hastanelerimizde tedavi edilmesine izin verdi.
Irak’ta, Suriye’de ortalık kan revan şimdi… Boğazlar kesiliyor. Gruplar halinde insanlar kurşuna diziliyor…
Suriye’den kaçanlara yeni yeni kentler yaptılar, ihtiyaçlarını giderdiler, oluk oluk para akıttılar.
Sanki bizim halkımızın karnı tok, sırtı pekmiş gibi… Sanki bizim vatanımızda açlık sınırının altında milyonlarca insan yaşamıyormuş gibi…
Ne hazinede para kaldı ne Örtülü Ödenekte…
Cumhurbaşkanı RTE yurdumuza iltica edenlere 4 milyar dolar harcandığını söylüyor…
Bununla neler yapılmazdı Türkiye’de?
Hastaneler, okullar, iş yerleri… Yollar…
Ortadoğu şimdi sapıkların, katillerin, eşkıyaların cirit attığı bir dünya oldu… ÖSO’lar, IŞİD’ler AKP’nin eseri…
Memnun musunuz ÖSO’lardan, IŞİD’lerden, EL KAİDE’lerden?
Nihayet türban ilkokullara da indi… 9 yaşındaki bebelerin başına türban geçirilmesinden memnun musunuz?
“Özgürlük”, “Demokrasi” çığırtkanlığı yaparak tarikatlarla kol kola girdiniz. Şimdi her apartmanın alt katında bir tarikat…
“İnsan hakları” savunuculuğuna soyunarak, meydanlarda “Hepimiz Hrant’ız, hepimiz Ermeniyiz” diye bağırdınız.
Ama her gün PKK tarafından şehit edilen kınalı kuzuları görmediniz… Anaların, babaların, yavruların, yavukluların feryatları karşısında kılınız bile kıpırdamadı…
Aynı ayrımı Telafer, Kobane bölgelerinde de yaptınız…
IŞİD, Ayn El Arab’a yani PKK’lıların deyişi ile Kobane’ye saldırdığı zaman nasırınıza basılmış gibi ayağa fırladınız… Hatta savaş alanına gidip orada çarpışmayı düşünenler bile çıktı içinizden…
Ama aynı cinayet örgütü Telafer’e saldırdığı zaman, kılınız kıpırdamadı, dut yemiş bülbüle döndünüz.
Çünkü Telafer’de Türkmenler vardı, Kobane’de Kürtler…
Saldırıya uğrayan Kürt, Ermeni olunca, sizin insan hakları yasalarınız yürürlüğe giriyor da, saldırıya uğrayan Türk olunca neden işlevini kaybediyor?
İnsan hakları bu mudur? Hukuk, adalet bu mudur?
Sizin özgürlükçü, liberal yanınız ırklara göre mi şekilleniyor, harekete geçiyor?
Kürt olsun, Türk olsun, Ermeni olsun, kime yapılırsa yapılsın, her türlü zulmün karşısındayız biz. Yani tek sözcükle FAŞİZMİN karşısındayız.
İnsanı yüzlerce yıl geriye götüren şeriatçılık, tarikatçılık, mezhepçilik, ırkçılık gibi çağ dışı, uygarlık dışı, insanlık dışı ideolojilerin ve akımların da karşısındayız…
Ülkeler, bazen zor dönemlerden geçerler. Baskı, şiddet, korku, yıldırma gibi faşist uygulamalarla karşı karşıya kalırlar.
Mihenk taşı, denek taşıdır bu dönemler.
İnsanların bir bölümü zulme, zalimlere direnir, bazıları da teslim bayrağını açar, uzlaşma yoluna gider.
Ulusal Kurtuluş Savaşı yılları da döneklerle, hayınlarla doludur.
Namık Kemal’in dediği gibi, “Muini zalimin dünyada erbab-ı denaettir. Köpektir zevk alan sayyad-ı bi-insafa hizmetten.” Bugünkü Türkçeyle, (Dünyada zalimin yardımcısı aşağılık kişilerdir. İnsafsız avcıya hizmet etmekten zevk alanlar ancak köpeklerdir.)
Bazıları “insafsız avcıya yardımcı olma” yolunu seçer. Bazıları mücadele yolunda alnı ak, başı dik, onuru ile darağacında can verir.
İşte Liberal solcu da “insafsız avcıya yardımcı olan aşağılık kişiler” takımındandır…
Bunlar 12 Eylül 1980 darbesinin ardından teslim bayrağını açarak, ortaya çıktı. Görüşlerini ve İnancını değiştirip, egemen güçlerle uzlaşma yoluna gitti. Böylece kendine bir çeşit kaçış, sığınma alanı buldu ve baskıcı faşist uygulamalardan yakasını kurtardı.
Tarikatçı Özal’ı bir demokrasi kahramanı, bir sivil toplum savaşçısı gibi selamladı. Emrine girdi. Ona hizmet etti. Giderek ortama uyum sağladı. Serpildi, gelişti, tosuncuk oldu. Sonra da serbest piyasa ekonomisi ve küreselleşmenin gönüllü sözcülüğüne soyundu.
ABD ve AB ile sıkı dostluklar kurdu.
Bir kesimi de AB fonlarından beslendi. Sömürü düzeninin nimetlerinden de yararlanarak, bir eli yağda, bir eli balda mutlu bir yaşam sürmeye başladı…
Onun için “velinimeti”, ortağı, işbirlikçisi emperyalizmi yere göğe sığdıramadı; onu ülkelere demokrasi ve uygarlık getiren bir kurtarıcı gibi gördü.
Sömürüye ve sömürgecilere karşı çıkanları ise faşistlikle, ırkçılıkla, darbecilikle suçladı. Bu çevrelere düşman kesildi.
Bir zamanlar İran’da “Özgürlük ve insan hakları mücadelesi veriyoruz…” diye, mollalarla güç birliği yapanlar, onlara sonuna kadar arka çıkıp, yandaş olanlar İslam devriminden sonra dincilerin zulmünden kurtulabilmek için kaçacak delik aradılar. Birçoğu çoluğunu çocuğunu, düzenini, hayatını yitirdi.
Bu şeriat düzenine gidiş karşısında mücadele yolunu seçmeyip, yalakalık, yandaşlık yolunda ilerlemeye devam ederseniz, sizin sonunuz, akıbetiniz de İranlı liboşlardan farklı olmayacaktır…
Bizden söylemesi…