Eskiler, “sükut ikrardan gelir” demişler. Bana göre de el-hak öyledir; sükut ikrardan gelir. Eğer siz, insanlara zararı dokunan kötülük, çirkinlik, pislik, engel ve tehlike karşısında tepkinizi göstermeyip susuyorsanız o kötülüğe, çirkinliğe, pisliğe, engele ve tehlikeye ortaksınız demektir. Bazen yerli, yersiz söyleniyor olsa da son zamanlarda sık sık tekrar edilen çok güzel bir slogan vardır; “susma sustukça sıra sana gelecek”. Onun için susmamak ve Firavun’a karşı İbrahim’in yanında yer alan karınca misali tarafını belli etmek gerekiyor.
Hz. Peygamber’in bu konuda söylenmiş çok güzel hadisleri vardır. Onlardan birisi şöyledir: “Bir yerde bir kötülük gördüğünüzde, onu elinizle def ediniz. Elinizle def etmeye gücünüz yetmiyorsa dilinizle uyarınız. Ona da gücünüz yetmiyorsa kalbinizden buğuz ediniz. Ancak bu sonuncusu imanın en zayıf derecesidir”
Ben Hz. Peygamber’in yukarıdaki hadisini şöyle anlıyorum: Bir yerde bir kötülük ve insanlara zarar veren potansiyel bir tehlike gördüğünüzde onu güç ve kuvvet kullanarak ortadan kaldırınız. Buna tek başına gücünüz yetmiyorsa; sesinizi yükselterek başka insanların da bu tehlikeden haberdar olmasına ve onların desteğini almaya çalışınız. Buna da takatiniz yoksa bu kötülüğü (hiç değilse Allah’ın sizin tavrınızdan ve niyetinizden haberdar olması için) kalbinizle lanetleyiniz…
Sustuk, Sonunda Sıra Bize Geldi
Tahmin edeceğiniz gibi sözü IŞİD’e getirmek istiyorum. Bu örgüt ortaya çıktığında Türkiye’deki siyasi iktidar genelde sessiz kalmıştır. Hatta iddialara göre; Suriye’de Alevi (Nusayri) Esat yönetimine ve Irak’ta Şii Maliki yönetimine karşı mücadele ettikleri için devlet yöneticilerimiz bir miktar sempatiyle bile bakmıştır bu örgütü. Ne de olsa Esat’ı ve Maliki’yi istemiyordu siyasi iktidar. Çok daha önemlisi ve elbette yine iddialara göre; iktidar, Suriye muhalefeti içinde oldukları için yardım bile etmiş IŞİD’e! Ne zaman ki; IŞİD gelip Musul Başkonsolosluğumuzu basarak dış itibarımızı sıfırladı; işte o zaman hükümetin aklı başına dank etti. Daha doğrusu, hükümet bu konuda büyük ölçüde susmayı tercih edince sıra bize geldi. Şimdi TBMM, IŞİD’e karşı gerekirse silahlı mücadele etmek maksadıyla hükümet tarafından getirilen tezkere ile cebelleşiyor.
MHP, her zaman olduğu gibi olaya Milli menfaatler zaviyesinden bakarak hükümet partisine destek veriyor ve bence de en azından bu konuda doğru yapıyor. Zira MHP yönetimi, bizim de taşıdığımız kaygıları taşıyor bu konuda. Nedir o kaygılar? Bunlardan birincisi, PKK’nın Suriye’deki uzantıları olan PYD ve YPG gibi örgütlerin Suriye sınırımız boyunca palazlanmaya başlamış olmasıdır. Zira PKK şu anda Kuzey Suriye’de üç ayrı kanton şeklinde örgütlenmiş bulunmaktadır ve bu yapı, Türkiye’nin hayrına değildir. Ayrıca, gerek Irak’ta, gerekse Suriye’de Türkmen soydaşlarımız soykırım ile karşı karşıyadır ve zor şartlarda yaşam mücadelesi vermektedirler. Sınırımızın Suriye tarafında kurulacak bir tampon bölgenin, işte bu sıkıntıları ve sakıncaları bertaraf edeceği, ayrıca Türkiye’ye sığınan mültecilerin oluşturulacak bu bölgeye yerleştirilmesiyle Türkiye’nin katlandığı maliyetin hafifletilmesi beklenmektedir. MHP, muhtemelen bu gerekçelerle hükümetin meclis gündemine getirdiği tezkereye “EVET” vereceğini açıklamış bulunmaktadır.
CHP, o bilindik tavrını yine sürdürüyor ve tezkereye “Hayır” diyecek. CHP’nin ileri sürdüğü gerekçe bir garip doğrusu; “Tezkerenin maksadı Beşar Esat’ı devirmek ve Suriye’yi işgal etmek” diyor CHP. Güya hükümet, Beşar Esat rejimini devirmek için istiyormuş bu tezkereyi. İnanamıyorum. Tezkerenin amacının bu olduğuna ve CHP’nin gerekçesine gerçekten de inanamıyorum. CHP’nin ne pahasına olursa olsun Beşar Esat’ın iktidarda kalması için verdiği canhıraş çabayı da bir türlü anlamıyorum. Çünkü, 32 yıldır Türkiye’nin başına bela olan PKK’ya en çok desteği veren Esat ailesinin yönetimindeki Suriye’dir. Ayrıca Suriye veya diğerleri; Arap dünyası, tarihin hiç bir döneminde Türklere dost ve kardeş olmamıştır. Şu halde, Suriye yönetimine sonuna kadar sahip çıkmak niye? Tek sebep, iktidar partisinin dediği gibi Beşar Esat’ın Alevi mezhebine mensup olması mıdır? Bu nasıl mezheptir ki; insana kendi memleketini bombalatıyor, kendi halkını katlettiriyor!
Günlerdir “Kobani’ye Yardım” diye ortalığı ayağa kaldıran,bunun için muhtelif şehirlerde nümayiş yapan HDP de IŞİD’e müdahale tezkeresine “HAYIR” diyecekmiş. Onların gerekçesi çok daha farklı ve hin oğlu hince. Türkiye’nin Suriye ve Irak sınırı boyunca tampon bölge kurmasına karşıymış HDP. Neden? Çünkü Türkiye’nin Irak ve Suriye sınırı boyunca Kürtler kendi devletlerini kurmuş bulunuyorlar! Türkiye’deki Kürt bölgesi ile bütünleşmeye ramak kaldı onlara göre. Zira Kuzey Irak’ta neredeyse bağımsızlığını ilan etmek üzere olan bir Kürt devletinin kurulduğu zaten biliyor. Suriye sınırı boyunca ise Kürtler üç adet Kanton Devlet kurmuşlar. Hepsi osuruktan yapılar olmakla birlikte, bu yapılar bile bizim ayrılıkçı Kürtleri mest etmeye yetiyor da artıyor bile. HDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, iki gün önce zorla ve inatla gidip korkusundan ancak bir saat kalabildiği Kobani dönüşünde “Kuzey Kürdistan” tabirini kullandı çekinmeden. Neresi Kuzey Kürdistan? Neresi olacak, elbette Türkiye’nin doğu ve güneydoğusu. Yani HDP, kendilerine göre Güney Kürdistan’da elde ettikleri başarının, Kuzey Kürdistan’a yansımasının engellenmemesi için, Türkiye’nin Suriye ve Irak’a girmesini istemiyor. Bunun için de konuya ilişkin tezkereye “HAYIR” diyor.
Bu Tezkereyi Destekliyorum!
Her ne kadar ABD’nin baskısıyla harekete geçmek zorunda kalmışsa da, şahsen ben de hükümetin IŞİD konusundaki tezkeresine destek veriyorum. Elbette gereği adam gibi yapılmak kaydıyla. Zira Türkiye, Irak ve Suriye’den gelen 1.200.000 civarındaki mülteci için şimdiye kadar 3.5 milyar dolarlık harcama yapmıştır. Sınır boyundaki yerleşim yerlerimizin tarumar edilmesi ve oradaki insanlarımızın rahatsız edilmesi de cabası. Üstelik, biz bu insanlara ilanihaye bakmak ve bunları ülkemizde barındırmak zorunda değiliz. Onlara yapılan her kuruş harcama, bize doğalgaz ve elektrik zammı olarak geri dönüyor.
Tamam; yardım etmek insanlık görevimiz. Ancak bu yardımı bundan sonra lütfen mültecilerin geldiği yerleşim yerlerinde yapalım. Bunun için, “Tampon Bölge”, “Güvenlikli Bölge”, “Uçuşa Yasak Bölge”, adı her ne zıkkım olursa olsun, lütfen şu mültecileri çekin artık sokaklarımızdan. Ben, Ankara’da her ışıkta durdukça etrafımı saran Suriyeli çocuklardan ve caddelerde dilenen Suriyeli kadınlardan artık rahatsızım kardeşim, neden anlamıyorsunuz bunu. Götürün bu adamları tampon bölgeye, ben doğalgaza ve elektriğe yapmış olduğunuz zamlardan dolayı yol masraflarını ödemeye dünden razıyım vallahi.
IŞİD Sempatizanı Korkak Din Adamları!
Kim ne derse desin, bana göre; Irak ve Suriye’de devam eden kanlı mücadele tam bir mezhepler savaşıdır. Hem de kökü, ta 7. yüzyılda Hz. Ali ile Muaviye kuvvetleri arasında cereyan eden savaşın devamı niteliğinde olan kirli bir savaş bu. Hz. Ali ile Muaviye arasında cereyan eden sadece iki savaşta; Cemel ve Sıffin savaşlarında çoğu sahabeden olmak üzere tam 80 bin küsur Müslüman ölmüştür. Ne için? Tamamen Arap’ın iktidar mücadelesi için.
Bugün devam eden mücadele de tamamıyla Arap’ın iktidar mücadelesidir ve bir tarafta Muaviye tarafını temsil eden IŞİD, El-Nusra ve El-Kaide benzeri yapılanmalar, diğer tarafta da sözüm ona Hz. Ali’yi temsil eden Irak’taki Şii ağırlıklı yönetim ile Suriye’deki Alevi (Nusayri) Esat yönetimi. Mücadele, mezhepler üzerinden sürdürülen iktidar mücadelesi olmakla birlikte, bu kirli savaş geldi yine bizi buldu. Mücadelenin devam ettiği ülkelerle komşu olmamız ve daha da önemlisi Müslüman olmamız sebebiyle bu pis ve kirli mücadele bizi de ister istemez mücadelenin içine çekmiş bulunmaktadır.
Bu mücadele madem ki; mezhepler üzerinden devam eden bir iktidar mücadelesidir, şu halde bu mücadeleyi kökünden bitirecek olanlar da Müslüman din adamlarıdır. Ancak gelin görün ki; Müslüman din adamları, özellikle Türkiye’dekiler inadına korkak, inadına iktidarın emrine amade olmuş adamlardır. Ramazan ayı ve kutsal geceler geldiğinde abuk sabuk bilgilerle ekranları işgal eden bu korkaklar ve sünepeler sürüsü, ülkemizi ve İslam dünyasını ilgilendiren önemli sorunlarda nedense sus pus oluyorlar. Bu sünepeler ve sürüngenler sürüsü, ötede beride iktidara yalakalık yapmakla, aferin çekmekle ve alkış tutmakla meşguller. Şöyle bir araya gelip Irak ve Suriye’de devam eden kirli savaşı dini açıdan ele alan ortak bir bildiriye imza atsalar ölürler mi? Ölmezler ama korkarlar. Hem de ölesiye korkarlar siyasi iktidardan. Bunların en cesurlarından birisi olan ve genç neslin Dekan seviyesindeki temsilcilerinden birsi olan din adamı, geçtiğimiz 8 Ağustos günü sosyal medyada şöyle bir yorum yapmıştı:
“Yıllarca Irak Türkmenleri dedik durduk. Şimdi Irak Türkmenleri katlediliyor diye haber aldık. Ama dün en resmi ağızdan öğrendik ki bu Türkmenlerin bir Şii’si bir de Sünni’si varmış ve birbirlerini katlediyorlarmış. Ne acı ne acı ne acı.”
Hocanın yorumunun altına “Hocam, biraz açık yazsanız daha iyi olmaz mı? ‘En resmi ağız’ kimdir…” şeklinde bir yorum eklediğimde bana cevabı şu oldu hocanın; “Ömer Bey, hiç kimse anlamasa bile sizin anlayacağınızı tahmin ediyordum…”.
Anlamıştım anlamasına da hoca da benim niyetimi pek anlamamıştı anlaşılan. O, sözüm ona benim “Kalın Kafalı” olduğumu ima ediyordu, bense onun “Korkak” ve “Pısırık” olduğunu. Yapmış olduğu yorumda anlaşılmayacak bir taraf yoktu çünkü. Zira hocanın “en resmi ağız” dediği Tayyip Erdoğan idi ve Tayyip Bey, o günlerde;
“Bugün son bir gelişme Telafer gelişmesidir. Telafer gelişmesi tabii hafife alınamaz gelişmedir. Malum Telafer’de Türkmenlerin ağırlık olduğu yapı var. Bu Türkmen kardeşlerimizin de biliyorsunuz yarıya yakını Sünni’dir, yarıya yakını Şia’dır…”(1) şeklinde bir açıklama yapmıştı ve hoca, Tayyip Bey’i “En resmi ağız” şeklinde şifrelemişti yorumunda. Tıpkı dönemin gazetecilerinin, istibdatçı ve sansürcü II.Abdülhamid’i “BURUN” olarak zikretmeleri gibi…
Bakın Bu Korkak Din Adamları Nelerle Uğraşıyorlar?
Malum hac mevsimindeyiz. Hacılar bugün Arafat’a çıkıyorlar. Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, Mekke’de Kâbe’nin etrafındaki gökdelenleri ve rezidansları kasıtla demeci patlatmış; “Bizim kültürümüzde Kâbe’ye tepeden bakma yoktur”(2). Doğru olmasına doğru da bizim kültürümüzde insana tepeden bakmak da yoktur Sayın görmez. Sizin gibi insana tepeden bakan bir adamın, Kâbe hakkında söyledikleri tamamen lafı güzaftan ibarettir. Anlaşılan Siz Yunus Emre’yi hiç okumamışsınız. Bakın ne diyor Yunus Emre:
“Yunus Emre der; hoca,
İster bin kez var hacca,
Hepisinden iyice,
Bir gönüle girmektir.”
Siz ise, gönle girme ile gönül kırmayı birbirine karıştırmış bir bedbahtsınız hoca. Kırdığınız gönlün haddi hesabı yoktur. Şu anda eğer hacda iseniz Allah bütün hacıların haccını kabul etsin, tek sizinkini kabul etmesin. Zaten kabul edeceğini de hiç sanmıyorum!
Şu “Kâbe’ye tepeden bakma” konusuna gelince; bu aciz bu konuyu ta 2000’li yılların başından beri, yani ata yadigârı “Ecyad Kalesi”nin yıkılarak yerine otel yapıldığı günden beri canlı tutmaya çalışıyor. Mehmet Görmez’e soralım; Ecyad Kalesi’nin yerine yapılan “Zamzam Towers” isimli lüks otelde kalan ve oradan devde mülk alan Türk vatandaşları hakkında ne düşünüyorsunuz? Geçen yıl hacca giden ve Kâbe’ye tepeden bakan bir otelde misafir edilen 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e “Kâbe’ye tepeden bakmak bizim kültürümüzde yoktur” diyebildiniz mi? Kâbe’yi çevreleyen ve Kâbe’den daha alçak olan Kâbe’ye en yakın mesafedeki Osmanlı Revakları’nın yıkılmaması için Suudi yetkilileri nezdinde herhangi bir girişimde bulundunuz mu?
Mehmet Görmez’i ve Abdülaziz Bayındır’ı Kınıyorum
Tıpkı Merhum Rıfat Börekçi gibi, Türkiye’deki din bilginlerini toplayıp, IŞİD örneğinden hareketle İslami terör örgütleri denilen örgütleri kınama ve mezhep savaşlarının caiz olmadığı konusunda ortak bir bildiri yayınlama yerine, iş işten geçtikten sonra ve hiç gereği yokken kafayı Kâbe’yi çevreleyen gökdelenlere takarak “Kâbe’ye tepeden bakmak bizim kültürümüzde yoktur” demek suretiyle kendisine göre gündem oluşturmaya çalışan Mehmet Görmez’i ve bu görüşe karşı çıkarak “Kabe’ye yukarıdan bakılmaz, ayak uzatılmaz sözleri doğru değil”(3) diyerek dini kültürümüzü sulandırmaya çalışan Prof. Dr. Abdülaziz Bayındır’ı şiddetle kınıyorum.
Buradan hareketle denilebilir ki; Türkiye’nin en önemli sorunlarından birisi de hiç şüphesiz yetkin ve ehil din adamlarından yoksun oluşudur. Bizim din adamlarının büyük çoğunluğu, Mustafa Sabri ve Dürrizade Abdullah Efendi’nin yolundan giderek siyasi iktidarın yanaşması pozisyonuna düşmüş durumdadırlar. Diğer bir kısmı ise orijinal fikir üretme adına İslam’ı sulandırıp, yozlaştırmakla meşguldürler. Allah, her iki grup din adamının şerrinden de hem İslam’ı, hem de zavallı Müslümanları muhafaza buyursun.
Mübarek Kurban Bayramınız kutlu olsun.
Sevgiyle.
____________________
1-http://www.stargazete.com/mobil/mobildetay.asp?Newsid=896558,
2-http://www.haberiniz.com.tr/yazilar/haber91883-Bizde_Kabeyi_tepeden_izlemek_yok.htm,
3-http://www.ensonhaber.com/abdulaziz-bayindira-gore-kabeye-tepeden-bakilabilir-2014-10-01.html
Bir yanıt yazın