Uluslararası güç dengeleri devletlerin açık bir kamplaşmadan yana tavır almasını engelliyor.
Yine de ABD’nin hegemonya ve güç siyasetine dayalı dünya güvenlik anlayışı yerine karşılıklı güvene, yarara, eşitliğe ve eşgüdüme dayalı sürdürülebilir yeni bir güvenlik anlayışı gelişiyor.
Bir yanda farklı entellektüel gelenekler,siyasal ve tarihsel durum, toplumsal gelişmeler ve koşullarıyla küresel sermayenin karşısında insanın ihtiyaçları ve sorunlarına bir biçimde ilişiklenmiş Marksist materyalist teoriden gelişen ahlâkın,
Öte yanda, yüzyıllardan gelen analitik felsefe ve pragmatizme dayanan kapitalist ahlâkın öngördüğü toplum bilim ve devlet teorileri çatışıyor.
*
Bu çatışmada “dinler ve öğretileri” tartışma konusu bile değildir,onun hakkında karar verilmiş bulunuluyor.
Başkan Obama “Medeniyetler Çatışmasını” reddederken; AB, Rusya ve Çin İslamcı siyasetin toplum bilim ve devlet teorisini reddediyor, türevi İslamcı terörle mücadele,nihayet bunların hepsinin lağvedilmesi planı işliyor.
*
İsrail de tarihinden siyasi yapısına kadar bir çok nedenle Ortadoğu’da yaşanan her olayın ardında gündeme birinci sırada geliyor.
İşte,İsrail Başbakanı B.Netanyahu, BM 69.Genel Kurulu’ndaki konuşmasında, Gazze savaşından İran’a, Suriye’den IŞİD terör örgütüne kadar Ortadoğu’nun son yıllarda yaşadığı kriz ve savaşlara dikkat çekiyor.
Tüm bu trajedilere rağmen İsrail’in bölgede bugün ve gelecekte sağlanacak barış ortamından ümitli olduğunu, fakat İran, Suriye ve IŞİD tehlikesine karşı İsrail’in her zaman kendini savunacağını söylüyor.
*
Sonra görüştüğü Başkan Obama ise,
ABD’nin iki ülke arasındaki sarsılmaz ittifakı, İsrail’in güvenliğine verdikleri önemi, İsrail ile Filistinliler arasında sağlanacak iki devletli barış anlaşmasını desteklediğini, İran’ın nükleer silah ele geçirmesini önleyeceklerine dair verdikleri sözden geri dönmeyeceklerini yineliyor.
Küresel gündemin aciliyetini de, “Ülkemizi de tehdit eden İslamcı teröristlerle Suriye’de ve Irak’taki mücadele stratejimiz ön cephedeki ortaklarımızı destekleyerek bizi tehdit eden teröristleri yok etmeye dayanıyor” ifadesiyle belirliyor…
*
Bu sırada, Başkan Obama’nın stratejisi doğrultusunda, “IŞİD ve benzeri terör örgütlerinin faaliyetlerine karşı BM üyesi tüm ülkelere BM Güvenlik Konseyi kararı ve uluslararası hukuk çerçevesindeki sorumluluklarına uygun biçimde gerekli tedbirleri alma çağrısı yapılıyor” denilerek;
TBMM’de Irak’ın kuzey bölgesinde silahlı PKK terör unsurlarının varlığı,
Suriye ve Irak’ta diğer terör unsurlarının sayısı ve ortaya koydukları tehditte artış,
Türk toprağı kabul edilen Süleyman Şah Saygı Karakolu’na dönük güvenlik riskinin artması gerekçesi,
Gelişmelerin seyrine göre ileride telafisi güç bir durumla karşılaşmamak amacıyla Irak- Suriye tezkeresi kabul ediliyor.
*
Tezkerenin omurgasını Türkiye hükümetinin düşman bellediği Suriye rejimi belirlemektedir.
Suriye’deki rejimin şiddet politikaları ile insani, bölgesel güvenlik ve istikrar bakımından risk ve tehditleri arttırdığı,
Ayrım gözetmeksizin sivillere yönelik saldırılarında her türlü ağır silaha başvurduğu,
İktidarını idame ettirebilmek amacıyla terör gruplarına destek verildiği,etnik ve mezhepsel aidiyetleri istismar ederek toplumsal farklılıkları fiili çatışmaya dönüştürmeyi hedeflediği,
Desteği ve işbirliği sayesinde Suriye’deki faaliyetleri için uygun zemin bulan terörist grupların, eylemlerini Irak’a da taşıyarak bu ülkeyi kaos ortamına ve istikrarsızlığa sürüklediği,
Türkiye’yi hedef alan saldırgan politikaları sürdürdüğü,
200 binden fazla insanı konvansiyonel silahlarla öldürdüğü, göç hareketinin kapsamını genişlettiği kaydediliyor…
*
Tezkerede IŞİD vurgusunun yapılmayışı,Türkiye’nin IŞİD karşısında etkin bir tavırda olmayacağı mı gösteriyor?.
IŞİD’i dengelemek adına isimlendirmeden PYD’ninde ‘terör grupları’ arasında gösterilmesi, PYD ile IŞİD’i adeta eşitlerken,bu durum, özellikle Kürt Sorununun Barışçıl çözümünü olumsuz mu etkileyecektir?
Tezkere, Türkiye’nin hegemonya alanını büyütmek amacıyla mı hazırlanmıştır?
Türkiye bir işgal gücü gibi komşularının topraklarına mı girecek, oralarda halkların iradesini çiğneyerek güvenli bölge adı altında alanlar mı oluşturacaktır?
Yoksa Türkiye, doğrudan doğruya Suriye rejimini askeri yöntemle düşürmek mi istiyor?
*
Bu noktada, herşeyden önce Ortadoğu’dan hareketle tüm dünyanın; İsrail ile Filistin Özerk Yönetimi ile HAMAS’ın kurduğu birlik hükümeti arasında iki devletli çözümü temel alan bir barış anlaşmasına ihtiyacı olduğunu anlamak gerekiyor.
Olası İsrail-Filistin Barış Anlaşmasını ergeç Suriye ile yapılacak bir barış anlaşmasının takip edeceği kesindir.
Suriye’de herhangi bir rejim değişikliğinin gerçekleşmesinin mümkün olmadığı ve Esad’ın iktidarını koruma konusunda büyük bir potansiyele sahip olduğu da görülmüştür.
Bu durumda yapılacak şey; İsrail’i bir Yahudi Devleti olarak tanıyabilecek laik Suriye BAAS partisinin olabildiğince desteklenmesidir.
İsrail-Suriye arasında olası bir barış anlaşmasının şartlarından biri ise her iki tarafın birbirlerinin iç işlerine karışmaması olmalıdır ki;bu Suriye’nin Filistinliler, İsrail’in Suriye Kürtleri ile birbirlerine zarar verici ilgilerinden vazgeçmeleri anlamına geliyor.
Gelişmeler bölgeyi izleyenlerin gözden kaçıramayacakları bu perspektifte gelişiyor…*
ABD ve İsrail; Suriye’deki ekonomik ve siyasi çıkarlarını teminen rejime karşı bir araya getirdiği Ulusal Koalisyonun yapısını oluşturan ılımlı muhalefete arttırılan destekle Suriye’nin güçlü BAAS partisi dengelenmeye çalışılıyor.
O yüzden Irak-Şam İslam Devleti (IŞİD) güçleri, önce Suriye’de Esad rejimine karşı muhalif güçlerle taktiksel işbirliği yapmış, bölgedeki otorite boşluğundan faydalanarak Sünni güç bloğu oluşturmuş,
Şimdilerde, Rojava’da Kobane’ye yönelmiş ve Suriye Kürtlerini etkisizleştirerek,bölgenin sünni Araplara bağlanmasina hizmet ediyor.
*
O yüzden Türk Milli İstihbarat Teşkilatı, İŞİD’in yalnız kalmaması, saldırmaması ve Türkiye sınırına operasyon yapmaması,Kürtlerin sınırdan 50 km.içerilere sürülmesi karşılığında İŞİD ile müşterek çalışmıştı.
O yüzden IŞİD birkaç bin militanla, Irak’ta Sünni federal bölge kurulmak istenen yerleri de ele geçirmiş;
İsrail’in Filistin ile yapacağı barış anlamasının endirekt olarak destekleyecek laik BAAS geleneğinden gelen Sünni Iraklıları, Irak Federasyonunda güçlendirmişti.
*
Bütün bu işlerin tamamlanması ardından ABD ve İsrail koalisyon ortakları, şu gün
PKK yanlısı Suriye Kürtlerinin etnik teröristlerini tasfiye eden, bölgenin güvenliğini beklemede tutan El Nusra,Irak Şam İslam Devleti örgütü gibi aşırı dinci terör örgütlerini tasfiye etmiş olacaktır.
*
Ya Türkiye?
Recep Tayyip Erdoğan, bu sürece hep Osmanlının pan- İslam hayalleriyle “bölgeyi kazanırsak petrolü ve Misak’ı Milli topraklarını da kazanırız ” hesabıyla katılmıştır.
Suriye ve Irak Kürdistan Bölgesi’nin petrolle birlikte Misak’ı Milli topraklarına katılmasını öngörmüş,
O arada Sünni Kesim ile Irak ve Şii dünyası arasındaki karşılıklı bağımlılığı zayıflatmayı öngören bir strateji izlemiştir.*
Bugün Irak’ta, Bağdat ile Irak Kürt Bölgesi Yönetimi ve Sünniler arasındaki ilişkilerde bir iyileşme koridoru açılmış, bunun Irak’taki karmaşaya son verilmesinde bir başlangıç adımı olabileceği umudu yükselmiş bulunuyor.
İran’ın nükleer programı ile ilgili 5+1 grubu arasında müzakereler umud vaadediyor.
Suriye Esad rejiminin İŞİD terörüne karşı ABD koalisyonuna yardımcı olduğu söyleniyor.
Suriye kuzeyinde Kürtler her geçen güç etkisini kaybederken, Esad’ın eli İsrail-Filistin Barışı, ardından Ortadoğu barışında güç kazanıyor.
*
Türkiye’nin pan-islamcı Osmanlı vizyonunu bütün stratejisi ile deşifre olmuştur.
Türkiye Kobane’yi savunan Kürtlere silah yardımı yapamıyor, çünkü hem bu silahların,hem de İŞİD silahlarının bir şekilde kendine yöneltileceğini biliyor.
Sınır boyunca çok isteği bir tampon bölgeyi oluşturmak için hiçbir ülkeden destek alamıyor.
Girip İŞİD’le çatışmak çok zor ve çok riskli görülüyor.
Yanlış stratejilerinden dönemiyor; İsrail,Mısır,Libya,Suriye’den diplomatik özür dileyemiyor.
Şam’ı bombalamak pek aptalca bir fikir olarak görülüyor.
*
Ama Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad’ın,”Şahsi çıkarları için ülkesinin tümünü feda eder” ithamında olduğu Erdoğan’a,”Çok şey satın alıp satarak Filistin davasını sözde destekleyerek, Arap ve İslam arenasında kendilerine yer bulmaya çalıştı. Efendilerinin kendilerine biçtikleri rolü aşıp, kendilerine izin verilenin çok ötesine gitti. Bu rolden geri adım atması gerekiyordu. Ama Suriye’nin rolünde ısrar etmesi sıkıntı yaratmıştır. Bu nedenle Suriye davası, o’nun için siyasi açıdan sıkıntı yaratan ölüm- kalım meselesi haline geldi” ifadesi, giderek gerçekleşiyor gibidir.*
Çünkü
kapitalist ve Marksist toplum bilim ve devlet teorilerini çatıştığı ve mutlaka bir çözüm isteyen dünyada,
Bu paralelde elini tezkere ile güçlendiren Erdoğan’ın,yine de yalnızlığı görülüyor.*
Tampon bölge mi, güvenlikli bölge mi,uçuşa yasak bölge mi, yoksa Suriye’ye açık bir saldırı mı?
Erdoğan’ın tek kozu ürettiği tek başına teslim aldığı Türkiye’den İslamcı taassup ve radikalizmi ivmeleyerek,dünyayı İslamcılığın unsurlarıyla bölmekle tehdittir ki; bu konunun 1 numaralı dünya lideri olarak
sonucu kendisi belirleyecektir…
Olacağı kadar iyi bayramlar,efendim.
4.10.2014