17-25 Aralık operasyonları Recep Tayyip Erdoğan’ın bozuk ruh halini tamamen bozdu. Yolsuzlukları ortaya çıkaran yapı olarak gördüğü Cemaat’i bitirmek için kolları sıvayan Erdoğan, bu süreçte gerçeklikle ilgisini kaybetti. Kendisine yağcılık yapmaktan başka bir işlev görmeyen insanları danışman diye etrafına toplayan, her türlü eleştiriyi darbe girişimi olarak niteleyen Erdoğan, Batı basınının ve kanaat önderlerinin eğlence malzemesi haline dönüştü.
Şimdi olaylara bakalım… Alman istihbarat servislerinin uzun zamandır Recep Tayyip Erdoğan ve yakın çevresini dinlediğini sağır sultan duydu. AKP hükümeti ve Erdoğan bu gelişmeyi bu güzel hazmetti, Angela Merkel’e bir teşekkür etmediği kaldı.
Sonra bu dinleme raporları Alman medyasına sızmaya başladı. Önce Erdoğan’ın atom bombası peşinde olduğu haberi çıktı, ardından MİT’in IŞİD raporu. Alman gazeteleri bu haberleri istiareye yatıp yazmadığına göre, kaynakları Alman istihbaratının dinleme raporlarıydı. Ankara iki habere de sessiz kaldı.
Erdoğan, IŞİD ile ilgili haberleri yazan New York Times’a çok sert tepki gösterdi ama her ortamda aynı iddiaları gündeme getiren Dışişleri Bakanı John Kerry’ye sessiz kalmayı tercih etti. Muhabirlerini tehdit ettiği New York Times ile görüşme cesareti gösteremedi, çünkü onların çanak soru sormayacağını ve kendisini sıkıştıracağını biliyordu.
Burada yaptığı, içeride farklı dışarıda farklı konuşma yöntemini Amerika’da da sürdürmeyi denedi ama anında açığa düştü. Dış İlişkiler Konseyi ile yaptığı görüşmenin ardından şu haberler düştü:
‘‘Erdoğan’a konuşma yaptığı Dış İlişkiler Konseyi (CFR) Başkanı Richard Haass‘ın, “Erdoğan, ‘Obama Fethullah Gülen’i iade edin talebimi geri çevirdi’ dedi.” şeklindeki tweet’i soruldu. Erdoğan, “Ben öyle bir şey söylemedim” diyerek tweet’i yalanladı.’’
Burada yaptığı konuşmada, Amerika’nın elit kesimine değilmiş de, Gümüşhane meydanında konuşuyormuş gibi yapıp bu topluluğu Haşhaşiler konusunda iknaya çalıştı, hatta kendini dünyanın anti-semitizme savaş açan ilk başbakanı ilan etme cüreti gösterdi.
Kontrolsuz güç, güç değildir sözünün tipik örneği…
Türkiye’de yakın çevresi ve oluşturduğu havuz medyası tarafından sürekli pohpohlanmaya alışmış olan Erdoğan, bu ortamdan koptuğunda sudan çıkmış balığa dönüyor.
Türkiye’yi getirdiği nokta ise ortada:
- Yolsuzlukla büyümüş bir inşaat sektörü yüzünden durma noktasına gelmiş bir ekonomi…
- İnsanların iş kazalarında sinek gibi öldüğü ama kimsenin aldırış etmediği bir ülke.
- İstanbul’un göbeğinde asansörlerin düştüğü, iskelelerin çöktüğü denetimsizlik ve vurdum duymazlık.
- Bizdense her şeyi yapmaya, hukuku çiğneyeme hakkı vardır anlayışı.
- Suriye ve Irak’ta köktendinci, vahşi terör örgütlerine destek veren, onlarla petrol ticareti yapan bir Türkiye…
- Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararını yerine getirmek yerine, ateistlere bile din öğretmeye kalkan bir zihniyet.
- Avrupa’dan kopan ama yanlış politikaları nedeniyle Arap dünyasında da yalnızlaşan, sadece akçeli işlerde işbirliği yapabilen bir yapı…
- Türkiye Kürtleri ile barış görüşmesi yapıp Suriye Kürtleri’nin etnik temizliğe maruz kalmasını seyreden bir iktidar…
Her yerinden dikişleri atmış bir ülke görünümünde Türkiye… Devlet teşkilatı bütün işini bırakmış Erdoğan ve ailesini yolsuzluk iddialarından kurtarmaya odaklanmış durumdayken, başka türlü bir tablo beklenemez.
Akbulut konumuna ilk günden konulmuş, kendini Ortadoğu’nun Henry Kissinger’ı sanan kifayetsiz muhteris bir Bakanlar Kurulu Başkanı ile geldiğimiz nokta bu…
Belli ki, bu daha iyi günlerimiz…