Daniel Defoe Bir Osmanlı Casusuydu
Robinson Crusoe’nun yazarı Daniel Defoe bir Osmanlı casusuydu adı da Kara Selimoğlu Muhammed’ti.
Antalya’da, yoldayım… Telefon çalıyor, karşımdaki ses; “Robinson Crusoe’nun yazarı Türk casusuymuş” diyor. “Bildiğimiz, Daniel Defoe’dan mı bahsediyoruz” diyorum, “Evet, ta kendisi” diyor. Haydaaa! Tamam ben bu adamın basit bir ıssız ada ve kazazede hikâyesi yazmadığını, aslında homo economicus eleştirisi yaptığını biliyordum ama Türk casusu olduğunu hiç duymamıştım.
Konuşma ilerledikçe anlıyorum ki Aytunç Altındal’ın İngiltere’de yayımlanması için yazdığı yeni kitabından bahsediyoruz. Dört senelik bir araştırmaya dayanarak yazdığı kitabından. Böylece ben de soluğu Altındal’ın karşısında alıyorum ve hemen soruyorum: “Daniel Defoe Türk casusu muymuş?” Ama o anlattıkça anlıyorum ki bu soruya bir çırpıda ne “Evet” denir, ne de “Hayır.”
Üstelik bu hikâye, sorunun yanıtından çok daha önemli bir tarihi de barındırıyor; Avrupa’nın sekülerleşmesini ve Daniel Defoe’nun bu süreçte “Bir Türk Casusu” imzası ile etkin bir rol oynadığını. Dahası bu mektup ve bildirilerin Avrupa’da Turguiere modasının başlangıcı olduğunu da. Ancak ne kadar ısrar etsem de Aytunç Altındal’a “Bir Türk Casusu” imzası ile Katolik Kilisesi’nin yerden yere vurulduğu, Türlerin övüldüğü bu propaganda da Osmanlı Sarayı’nın rolünü yorumlatamadım ve hep “Bunu da başkası yorumlasın” cevabı ile yetindim!
İngiltere’de yayımlanmak üzere yazdığınız kitap “Avrupa’da Sekülerleşme Çabaları ve Bir Türk Casusunun Mektupları” adını taşıyor ve “Robinson Crusoe”nun yazarı Daniel Defoe’yu da içeriyor… Nedir bu kitabın hikâyesi? Daniel Defoe nasıl oluyor da “Bir Türk casusu” olarak karşımıza çıkıyor?
Avrupa’da laikleşme, sekülerleşme çabaları çok büyük kıyımlarla gerçekleşti, bu süreçte milyonlarca insan öldü. 1618-1648 yılları arasında 30 yıl süren din savaşları yaşandı. Bu din savaşlarından sonra Protestan Almanlar, Avrupa’nın Katolikleri tarafından öldürüldü. 1648’de 20 milyon Alman öldürüldü.
Öyle ki Almanya’nın Heidelberg şehrinde ölmüş insan eti satıldı, bu olayları takip eden açlık ve sefalet yüzünden. 1648’de Vestfalya Anlaşması imzalanınca, ilk kez uluslararası bir anlaşmaya “seküler olunabilir” diye bir kayıt kondu. Bu olaydan hemen sonra ise el altından dağıtılan gizli bildiriler dolaşmaya başladı. Önce İtalya’da dağıtılmaya başlanan bu bildirilerde, Katolik Kilisesi çok ağır bir şekilde eleştiriliyordu. Ama bir o kadar da bilgili… Bu yüzden herkes “Kim bu” demeye başlıyor. Çünkü altında imza olarak “Bir Türk casusu” yazıyor. Ancak parlamentoda yaşananlardan tutun da birçok olaya kadar o kadar çok detaylı bilgi içeriyor ki herkes “Kim bu” diye soruyor.
“Bir Türk casusu” imzasından dolayı Peder Molinas suçlanıyor
Bu gerçekten bir Türk casusun işi mi yoksa birileri yakalanmamak için mahlas mı kullanıyor?
Evet, bir çeşit mahlas. Çünkü bunu yazanlar Engizisyonda kelleyi kaybetmek, işkence görmek istemiyor ve imza bölümüne “Bir Türk casusu” yazıyor. Fakat buna rağmen Peder Molinas isimli, çok sevilen bir din adamı suçlanıyor.
Peder Molinas’ın günah keçisi seçilmesinin bir nedeni var mı?
Çünkü o da benzer eleştirilere sahip. Bir de soyadı Molinas, yani “Yahudi dönmesi.” Ailesi İspanyol Yahudisi ve iki jenerasyon önce Hıristiyan olmuş. (Şu anda bile İstanbul’da Molinas ailesi vardır.) Diyorlar ki; “Sen zaten Yahudi’sin, Müslümanlarla ilişkin var, bunları sen yazdın.” Onu zindana atıyorlar ve sonra da öldürüyorlar.
Peder’in ölümünün ardından bildiriler Fransa’da ortaya çıkıyor
Onun ölümüne rağmen bildiler ortada dolaşmaya devam ediyor…
Evet. Öldürülmesinden sonra, 1700’lü yıllarda bildiriler, bu kez Fransa’da ortaya çıkmaya başlıyor. Yine Hıristiyanlığa dair ağır eleştiriler içeriyor. Jean-Jacques Rousseau, Voltaire gibi filozoflar bile bunlardan etkilenmeye başlıyor.
İmza yine aynı mı?
Evet ama biraz daha farklı. Mesela Fransa’da çıkan mektuplarda şöyle deniyor: “Kırk beş yıl Paris’te gizli yaşayan Türk casusunun mektupları.”
Gerçeklik hissi yaratmak için bir roman kahramanı gibi bir casus mu yaratılmaya çalışılmış?
Aynen öyle… Çünkü işin sonunda kelle var! Derken 1718’de bu defa İngiltere’de “Bir Türk Casusunun Mektuplarının Devamı” diye yeni mektuplar yayımlanmaya başlanıyor.
Mektuplarda ülkeler ve onların siyaseti hakkında ince detaylar var
Bunu yapan Hıristiyanlığa ya da dindar yönetime ilişkin sert eleştiriler getirirken aynı zamanda çok da eğlenmiş…
Tabii.. Ama hepsinin ortak teması Katoliklik. Ama bunun yanı sıra “Bu hafta İngiltere parlamentosunda ne konuşuldu” diye bölümler de var. Üstelik bunlar çok detaylı. Mesela bir mektup yazdığımı ve bu mektupta “Buket sarı tarak kullanırdı” gibi bir bilgi verdiğimi düşün, işte bu bildiriler, mektuplar ülkeler ve onların siyasetleri hakkında bu derece detaylar içeriyor.
Tüm bu detaylar da “Bu kim” sorusunu daha da önemli kılıyor…
Aynen öyle. Bunları yazansa “Robinson Crusoe”nun yazarından başkası değil. Bunu İngiltere hükümeti de kabul etti. 2007’de İngiltere’de Daniel Defeo’nun “Tüm eserleri” toplu olarak basıldı. D. Bewett editörlüğünde basılan bu kitaplar satış amaçlı değil de yazarın toplu eserlerini bir arada bulundurmak için yapıldı. Bu toplu eserlerin 6’ncı cildini bu mektuplar oluşturur.
18 senedir bu mektupların peşindeyim bu amaçla üç yıldır İngiltere’de yaşıyorum
“Bir Türk Casusunun mektupları” ve Daniel Defoe’nun hikâyesini nasıl keşfettiniz?
“Bir Türk Casusunun Mektupları” hakkında ilk kez 18 sene önce bir gazetede bir yazı yazmıştım, o kadar. O zamandan beri bunun peşindeyim. Bu amaçla dört senedir çalışıyorum. Üç yıldır İngiltere’de yaşıyorum. İngiltere, Fransa arşivlerinde çalıştım. Zaten konuyla ilgili tüm bilgiler İngilizce. Arşivlerde belki yüz saat kaldım. Ama asıl mesele bunların daha sonra evde okunma safhası. Kolay yazılmıyor yani…
Bu nasıl anlaşılıyor?
Defoe’nun ailesi Romanya, Osmanlı Dönemi’nde iken bu topraklarda yaşamış. Sonra İngiltere’ye göç etmiş, Defoe da İngiltere’de doğmuş. 1969-70 yıllarında Komünist Romanya, eski bir vatandaşı olduğu için Daniel Defoe için hatıra pulları çıkarmıştı. Yani onun Osmanlı döneminde bu topraklarda yaşadığını söylediler. Soyadı ise aslında “Def-i Husumet”ten gelir. Yani o zamanki “bir düşmanı uzaklaştırmak” denen kavramdan. Osmanlı’nın “Bunlar adam olmaz” diyerek uzaklaştırdığı ailelere böyle denirdi. Defoe’nun ailesi de bu nedenle İngiltere’ye göç etmiş. Ama Defoe dördüncü kuşaktan olsa da çok iyi Osmanlı Türkçesi biliyor, İslam dinini de… Sonra birçok şahısı da tanıyor. Mesela kadıya, şeyhülislama, kazaskere ve defterdara da mektuplar yazıyor. İmza “Bir Türk casusu.” Adı da Kara Selimoğlu Muhammed (Mehmet). Kendine bazen Mahmut da diyebiliyor. Yine bir Türk casusu, bazen de “Bir Türk tüccarı…” Bu şekilde Defoe her yere mektuplar, bildiriler yazıyor.
Neler yazıyor peki bu belgelerde?
Mesela İngilizlerin ne kadar küfürbaz, dinlerine karşı saygısız, vahşi olduklarını, hatta birbirlerinin eşlerine bile göz diktiklerini anlatıyor. Mesela padişahın baş veziri Musa Emo Şaban Reis Efendi’ye de böyle mektuplar yazıyor. Ama hep Katolikliği çok sert eleştiriliyor. Bu şekilde 47 tane mektup var. Bu mektuplarda hem tüm Avrupa’yı anlatıyor, hem de dininin çökmekte olduğunu… Bu yüzden Türklere “Şöyle yaparsanız şöyle olur, böyle yaparsanız böyle olur” diye strateji de geliştiriyor.
Türk casusluğu yaygınlaşıyor Avrupa’da bir moda ortaya çıkıyor
Bu mektupların bir işlevi oluyor mu?
Oluyor. Mesela İngiltere ile ilişkilerinde Osmanlı “Sizde şu tür kavgalar oluyormuş, daha iki gün önce parlamentonuzda şöyle olmuş” diyebiliyor.
Daniel Defoe “Bir Türk Casus”u diye imza atsa da Osmanlı için çalışan bir Batılı casus mu oluyor?
Aynen öyle. Türk casus diye biri yok, bu bir çeşit mahlas, yaratılan bir karakter. Benim bu noktada merak ettiğim ise şu: Bunların Osmanlı’da bir karşılığı var mı? Yani adam orada Türk casusu diye bildiriler yazıp duruyor, bunlar bir sonuç doğuruyor mu?
Doğurmuş mu?
Hem de nasıl. Bu Türk casusluğu öyle bir yaygınlaşıyor ki Avrupa’da bir moda ortaya çıkıyor. Bu modaya Fransızlar “Turquiere” diyor. Bu “Türkler gibi” anlamına gelir. Böylece bir sürü kişi “Ben Türküm” diye ortada dolaşmaya başlıyor. Mesela Cenevreli Etieen Loitard isimli ünlü ressam “Ben Türk ressamıyım” diyor. Adam İtalyanca, Almanca, Fransızca konuşuyor ama “Ben Türk ressamım” diyor. Mesela bir resminde üzerinde Osmanlı kaftanı vardır. Ama en önemlisi burada elini tutuş şekli. Çünkü bu hareket Avrupa’da “öğrenin” demek. Sonra Avusturya Macaristan İmparatoriçesi Marie-Therese da bu modaya uyuyor ve Osmanlı sultan kıyafetleri giyip, bir elinde hançerle pozlar veriyor.
Bu bildiriler Avrupa’nın sekülerleşmesine yardımcı oldu
Peki tüm bunlar olurken Osmanlı ne yapıyor?
Ben de ona baktım. Osmanlı’nın istihbarat arşivi vardır, gizli. O arşivde çok enteresan bir şey var. Tüm bu bildiriler çıktıkları gün arşivde yer almış. İşin bu kısmı da bir sır! Yani 1718 tarihli mektup Osmanlı’nın arşivinde var. Bu belgeler Osmanlı’nın İstihbarat Dairesi Arşivi’nde demirbaş kaydıyla saklanıyor. Bir tanesinin demirbaş kayıt/ belge numarasını vereyim: BEL (YD) K 3581/1. Bu belgelerin diğer demirbaş kayıt numaralarını kasten söylemiyorum çünkü Unakıtan duyarsa satar.
Bunu yazayım mı?
Aynen yaz… Ama diğerlerinin numaralarını vermem.
Peki konuya dönelim, bu birbiriyle bağlantılı olaylar zincirini nasıl yorumlamak gerek? Osmanlı bunu bir kültür politikası, manipülasyon olarak mı kullanmış?
Bence “Osmanlı’ya duyulan hayranlık ve Türk casusu imzası ile yayımlanan mektup ve gizli bildirilerin Avrupa’nın sekülerleşmesine yol açması” olarak yorumlamalı. Çünkü bu bildiriler Avrupa’nın sekülerleşmesine yardımcı oldu.
Peki ya, bu belgelerin, bildirilerin Osmanlı İstihbarat Arşivi’nde yer almasını nasıl yorumlamalı?
Hayret verici bir iş olarak!
Bu, Avrupa’nın sekülerleşmesinde Osmanlı’nın parmağı olduğuna dair bir işaret doğurur mu?
Doğurur, ama benden bu kadar. Buradan sonrasını başkası yorumlasın.
Mektuplara baktığımızda Türkleri ve İslam’ı çok övdüğünü görüyoruz
Casuslar, gizli örgütler hakkında pek çok kitap yazmış birisiniz. Bu durumda Daniel Defoe’nun durumunu nasıl yorumlamalı. Bir nevi gönüllü casus mu?
İlginç değil mi? Mektuplarına baktığımızda sadece Hıristiyanlığı eleştirdiğini değil aynı zamanda Türkleri ve İslam’ı çok övdüğünü görüyoruz. Mesela siz Türkleri beğenmezsiniz ama Türkler şöyle aslan, kaplandır diyor. Dinlerine sahip çıkarlar gibi…
Bu eğilimi onun kitaplarında görmek mümkün mü? Mesela “Robinson Crusio” da onun bu eğilimine ilişkin izler var mıdır?
Onun tüm kitaplarında Doğu mistisizmi vardır. En basitinden Robinson’un yanındaki adamın adı nedir? Cuma. Niye Cuma? Müslümanların kutsal günü hangisi? Sonra Cuma, romanda Robinson’a hep neyi anlatır? Senin bilmediğin, tanımadığın başka bir dünya var, der. Daniel Defoe çok enteresan biridir yani!