700 milyon ağaç dikmiş; ne fayda!
Hukuka saygı yemini ederek işbaşı yaptı, vahşice tıraşlanmış bir orman arazisi üzerinde, kaçak inşaatta oturuyor.
Sırf keyfi için; belki de bir inat uğruna…
O çiftlik, Atatürk’ün mirasıydı. Tarihi ve doğal sit alanıydı. Yıllarca talan edile edile zaten bir avuç kalmıştı. O bir avuca da göz dikti. Köşk’ünü oraya yapmaya ahdetti. Binlerce ağaç kestirtti. Çiftliği mahvetti.
Mahkeme, “Orası tarihi sit alanıdır” diye inşaatı durdurdu.
Kültür Bakanlığı, sit statüsünü kaldırdı.
Mahkeme, kaldırma kararını iptal etti.
Hukuk devletinde hemen inşaat durdurulurdu.
Durmadılar.
Mühendisler Odası, “Mühürlenmeli” diye valiliğe başvurdu.
Mühürlemediler.
Erdoğan, alenen suç teşkil eden şu sözleri söyledi:
“Yürütmeyi durdurdular, binayı durduramayacaklar. Açılışını da yapacağım, içine de girip oturacağım. Güçleri yetiyorsa yıksınlar.”
Sonunda açılışını yaptı. İçine girip oturdu.
***
Erdoğan’ın sözlerindeki anahtar sözcük, “güç”tür.
AKP’nin seçim sloganı da buydu. Afişlerde sıkılı pazular ve aynı cümle vardı:
“Türkiye’nin gücüne güç katıyorum.”
Bu illegal güç, ne yargı kararı dinledi, ne kamu yararı…
Sivil toplumun tepkisi, halkın gösterisi de fayda etmedi.
Ama Gezi’de öyle olmadı.
Orada da önce demokratik kanallardan tepki gösterildi; imzalartoplandı, mahkeme kararı alındı, yürüyüşler yapıldı.
İktidar tınmadı.
Ne zaman ki “güç” konuştu; tepki sokağa döküldü, halkın kendini, parkını, hakkını korumak için gerektiğinde canını ortaya koyabildiği görüldü; iktidar orada durdu.
Güçten anlıyorçünkü…
***
Birkaç yıldır genel liseler, imam hatipleştiriliyor.
Binlerce aile, “Okuluma dokunma” diye feryat ediyor. Dilekçe veriyor, gösteri yapıyor, protesto ediyor.Milli eğitim’in kılı kıpırdamıyor
Bir de Diyarbakır’da açılan Kürtçe ilkokula bakın:
İlk gün okulun üzerine PKK bayrağı asıldı. “Güç” gösterildi.
Vali mühürledi; sabah mühür söküldü, eğıtım sürdü.
KCK, “Okulu sahiplenin” deyince halk, oturma eylemine girişti; ders, bahçede devam etti. Yine mühürlense yine sökülecek, belli…
Çünkü arkada silahlı güç var ve o “güç”, iktidarın anladığı dilden konuşuyor.
“Çarşı”, Gezi sürecinde, demokratik, barışçıl bir direniş sergiledi; şimdi”darbecilik”ten yargılanıyor.
PKK ise son 30 yılda silahla, çatışa çatışa mevzi kazandı; şimdi devletle müzakere sürdürüyor.
Gezi’de yaralıları tedavi eden hekimler, “suçluyu tedavi etmek”ter 6.5 yılla yargılanıyor.
Kafa kesen IŞİD, 49 Türk’ü kaçırıp devleti rehin aldı.
“Sen, bana karşı koalisyona girmeyeceksin” dedi mi, iktidar ikiletmiyor.
***
Meşru mücadelenin cezalandırılıp kural dışılığın ödüllendirildiği örneklero kadar çok ki:
Kaçak elektrik kullanan da, vergi kaçıran da, askerden kaçan da, kaçak kat çıkan da, madenini mezaryapan da, göstericiye silah sıkan da, kayıt dışına çıkan da her daim af kapsamında, devletin koruması altında…
Vergisini düzgün veren, vaktinde askere giden, yasalara riayet eden, hep “enayi”pozisyonunda…
Hukuksuzluğun, usulsüzlüğün, yolsuzluğun bu kadar prim yaptığı bir ülkeden nasıl adalet çıkar?
***
Kıssadan hisse:
Bu “gücü gücü yetene” rejiminde, belinde bıçağı, elinde silahı, arkasında örgütü olmayanın, ayakta kalma şansı yok.
Devlet, bütün meşru kanalları tıkıyor; hukuk, yargı tanımıyor; sivil itaatsizlikten anlamıyor.
Bir müsteşar, valiyi arayıp,
“Vatandaşın kapısını kır, içeri gir. Çoğunluk bizde. Yasadışı bir şey yaparsan biz onu yasal hale getiririz” diyebiliyor.
Bir Başbakan, “Gücünüz yetiyorsa yıkın” diye meydan okuyabiliyor.
Çünkü sadece şiddetin dilinden anlıyor.
Ve korkarım, bu ülkenin, demokrasiye, hukuka, insan hakkına saygılı, gelecekten kaygılı insanlarına, o dilde konuşmaktan başka yol bırakmıyor.
Dilerim ilerde bu tercihinden dolayı pişman olmaz