ASKERÎ TARİH-1

sss
ASKERÎ TARİH-1
Hüseyin MÜMTAZ

Gazete şu manşeti uygun görmüştü habere;
“Kuvvet Komutanının damadını Ankara’da Kuveytliler dövdü”. (SÖZCÜ.12 Eylül 2014)
Manşet bu şekliyle haberin asıl vahim tarafını, önemini yansıtmıyordu.
Çünkü asıl önemli olan kayınpederin değil, damadın kimliğidir.
Okuyunca öğreniyoruz ki “damat”, Türk Ordusu’nun bir Yarbayı imiş..
O halde manşet şunlardan biri olmalıydı;
“Yarbayı Ankara’da Dövdüler”..
“Ankara’da Kuveytliler Yarbay Dövdü”.
“Türkiye Cumhuriyeti’nin Başkenti Ankara’da Kuveytliler, Türk Yarbayını Dövdü”.
Zamanı 100 yıllık dilimler halinde görmeye/değerlendirmeye pek merak saldığımız için; bu olay, yâni a. Ankara’da; b. Yarbayın; c. Kuveytliler tarafından dövülmesi de son yüzyılımızdan beş farklı asker fotoğrafını aklımıza düşürdü.
1’inci FOTOĞRAF: Yıl 1918, İşgal İstanbul’u. Yüzbaşı Faruk.
“İstanbul hükümetinin Harbiye Nazırı Ziya Paşa, her zamanki yumuşaklığı ile, ‘Beyler..’ dedi, ‘..İngilizlere kafa tutamayız. Adamların hiç şakası yok. Daha geçen gün, bir bahane icat ederek İzmit’i tekrar işgal ediverdiler.’
Sarı atlas döşeli büyük oda, nezaretin ileri gelen subayları ile doluydu. Hürriyet ve İtilaf Partisi yanlısı olan birkaç gerici subay dışında hepsi, Anadolu’ya geçmeye çoktan hazır, Ankara’nın İstanbul’da kalmalarını gerekli gördüğü namuslu askerlerdi. Kapı açıldı, kapının boşluğu içinde yaver göründü:
‘Emrettiğiniz yüzbaşı geldi efendim.’
‘İçeri al.’
Nazır subaylara bilgi verdi:
‘Az önce sözünü ettiğim talihsiz olayın faili.’
Yüzbaşı bekletmeden içeri girdi, kaygılı bakışlarla kendisini izleyen subayların arasından hızla ilerleyerek nazırın masası önünde durdu, selam verdi:
‘Yüzbaşı Faruk, İstanbul. Beni emretmişsiniz.’
Uzun boylu, kumral, yakışıklı, biraz bıçkın havalı bir subaydı. Nazır önündeki bir yazıya bakarak, yumuşak bir sesle, ‘Oğlum..’ dedi, ‘..dün akşam Beyoğlu’nda İngiliz İnzibat Subayı Teğmen Miller’i, emre rağmen selamlamamışsın. Doğru mu?’
‘Evet efendim, doğru.’
Nazır dürüst subaya babacanca yol gösterdi:
‘Herhalde görmediğin için selamlamadın, değil mi çocuğum?’
‘Hayır efendim, gördüm.’
Nazırın canı sıkıldı:
‘Niye selamlamadın öyleyse? Selamlamanız için emir verilmişti.’
‘Rütbesi benden küçük olduğu için selamlamadım Paşam. Askerlik töresince, önce onun beni selamlaması gerekmez miydi?’
Ziya Paşa derin bir kederle ellerini açtı:
‘Askerlik töresi mi kaldı a yavrum? Adamlar galibiyet haklarını kullanıyorlar. İngiliz Komutanlığı olayı bu sabah protesto etti. Mesele çıkarılacak zaman değil. Hemen şu müzevir teğmeni bul da özür dile. Olayı kapatalım.’
Başıyla çıkması için izin verdi. Ama yüzbaşı yerinden kıpırdamadı:
‘Paşam, bir de beni dinlemenizi rica ediyorum.’
Nazır bıkkınlıkla, ‘Söyle bakalım’ dedi.
‘Balkan Savaşı’nda teğmendim, Çanakkale’de üsteğmen, Suriye cephesinde yüzbaşı oldum. Ben bu rütbeleri tek başıma savaşarak almadım. Her rütbemde binlerce şehidin ve gazinin hakkı var. Onların hakkını korumak namus borcumdur. Beni affedin, özür dileyemem.’
Harbiye Nazırı bozuldu:

‘Anlamadın galiba. Harbiye Nazırı olarak emrediyorum.’
Yüzbaşı sükûnetle, ‘Anladım efendim’ dedi, apoletlerini bir hamlede söküp nazırın masasına bıraktı:
‘Artık emrinizi dinlemek zorunda değilim!’
Selam vermeden dönüp kapıya yürüdü. Oturan subayların, İstanbul’u tutan birkaçı dışında hepsi saygıyla ayağa fırladı. Hepsinin rütbesi yüzbaşıdan daha büyüktü.
Gözleri dolarak yüzbaşıya selam durdular.” (“ŞU ÇILGIN TÜRKLER”. Turgut Özakman. BİLGİ Yay. Eylül 2005. Sayfa 57,58)

57’İNCİ ALAY HER YERDE
HEPİMİZ 57’İNCİ ALAYIN NEFERİYİZ


Yazıları posta kutunda oku


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir