“Kopenhag Kriterleri” ve “AB Muktesebatı” diyerek, Türk Milleti’nin birlik ve beraberliğini sağlayan ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin üniter yapısını koruyarak onu güçlü bir şekilde ayakta tutan yasalara bir bir el attıklarında anlamıştık aslında gerçek niyetlerini. Hele hele “Bazı toplumsal sorunların çözümünü ulemaya bırakma” niyetlerini ifşa edip, “İki ayyaşın koyduğu hükümler muteber oluyor da Allah’ın hükümleri neden muteber olmuyor” dediklerinde “tamam” demiştik; “bunlar cumhuriyete ve cumhuriyetin kazanımlarına gerçekten savaş açtılar!”. 4+4 şeklinde formüle edilen eğitim sistemine geçip, Arapça da dahil olmak üzere; ilk ve orta dereceli okullarda din dersleri ağırlıklı bir müfredatı uygulamaya koyduklarında ve bu konudaki niyetlerini “Dindar ve kindar bir nesil yetiştireceğiz” şeklinde deklare ettiklerinde, “sadakallahül azîm” deyip “Fâtiha”yı çoktan çekmiştik…
Tayyip Bey’in Çılgın Projesi
Sadece “sadakallahül azîm” deyip “El-Fatiha” çekmekle yetinmemiş, dilimizin döndüğü kadar çevremizi ve arkadaşlarımızı uyarmaya da çalışmıştık ama nafile. Hiç kimse dinlemedi bizi, hiç kimse kulak asmadı söylediklerimize. Atın maslahatına sivrisinek konmuş kadar bile etkisi olmadı söylediklerimizin!
Recep Tayyip Erdoğan’ın “Asrın Projesi” ve “Çılgın Proje” yaygaraları kopardığı 12 Haziran 2011 genel seçimleri öncesinde (25.04.2011) kaleme alıp, “Tayyip Bey’in Çılgın Projesi İstanbul’un Payitaht Yapılması mıdır?” başlığı ile yayınladığımız bir yazıda konuya ilişkin endişelerimizi şöyle dile getirmiştik:
“Medyada uzunca bir zamandır Sayın Başbakan’ın çılgın projesinden bahsedilmektedir. İddiaya göre ise Başbakan birkaç gün sonra bu çılgın projesini açıklayacaktır. Yine iddialara göre; Başbakanın çılgın projesi İstanbul’a ilişkindir. Hatta çılgın proje hakkında fikir yürütüp tahminde bulunanlar bile var. Bazı iddia sahiplerine göre; bu çılgın proje Haliç’e bağlanacak ikinci bir boğazdır. Bazıları ise İstanbul’a, Dubai’deki ‘Palmiye Adası’ndan hareketle ‘Ay yıldız’ şeklinde bir yapay ada yapılacağını iddia ediyorlar. Geçenlerde bir televizyon kanalında Samsun’u Ceyhan’a bağlayacak su kanalı vasıtasıyla Karadeniz’le Akdeniz’in birbirine bağlanacağı bile söylendi.
Öncelikle peşin peşin söyleyelim ki; bu örneklerin hiçbirisi ‘Çılgın Proje’ kapsamına girmez. Çünkü dünyada örneği, eşi benzeri ve yapılabilirliği olan hiçbir proje, ‘çılgın’ sıfatına layık değildir. Çünkü 1869 yılında hizmete giren ‘Süveyş Kanalı’, 1914 yılında hizmete giren ‘Panama Kanalı’, 1945 yılında hizmete giren ‘Don-Volga Kanalı’ ve 1962 yılında tamamlanan ‘Karakum Kanalı’ örnekleri ortada iken İstanbul’a, ya da Türkiye’nin başka herhangi bir bölgesinde yapılacak benzer bir kanal projesi, asla ‘Çılgın Proje’ sayılamaz. Köprü, denizaltı tüp geçit ve gökdelen gibi yapılar da bu kapsama girmez. Çılgın Proje’den maksat, İstanbul’a, Kiler Holding’in 261 m. yüksekliğindeki kulesinden çok daha yüksek bir gökdelen yapmak ise, böyle bir proje de aslında ‘Çılgın’ sıfatını hak etmez.
Ancak burada bir ayrıntıyı belirtmekte fayda var. O da deprem kuşağında, fay hattının üzerinde bulunan ve her an büyük bir deprem beklenen İstanbul’a bu tür yapıların yapılmasının gerçekten de bir çılgınlık olacağıdır.
Başbakan’ın çılgın projesinden maksat, İstanbul’un Neronvari bir tavırla büsbütün ateşe verilmesi veya örneğin Ayasofya’nın, ‘Ucube’ yaklaşımıyla yıktırılması da olamayacağına göre, bu çılgın proje acaba ne olabilir? Şeytanın avukatlığını yaparak diyorum ki; bize göre, Sayın Başbakan’ın aklındaki çılgın proje, olsa olsa İstanbul’un yeniden başkent yapılmasıdır! Çünkü Başbakan, parlamenter demokrasiden hazzetmediğini ve aklında yatanın aslında ‘Başkanlık rejimi’ olduğunu belirterek, 2012 yılından itibaren bir ‘Sultan’ veya ‘Padişah’ olmak olduğunu ortaya koymuş bulunmaktadır. E böyle olunca da sıradan bir bozkır kenti olan Başkent Ankara’nın (!), Sultan Erdoğan’a payitahtlık yapması yakışı kalmayacaktır.
Ol sebeple, bize göre Sayın Başbakan’ın aklındaki çılgın proje, İstanbul’un yeniden başkent, daha doğrusu payitaht yapılmasıdır! Üstelik çok yakın geçmişte Almanya ve İsrail gibi bazı ülkelerin başkentlerini değiştirdikleri ortada dururken, aynısını biz neden yapmayalım değil mi? Başkent Ankara’ya 8.5 yıldır şöyle kayda değer bir yatırım yapılmamasını, birçok özel ve kamu bankalarının yanı sıra birçok kritik kamu kurumlarının genel merkezlerinin Ankara’dan İstanbul’a taşınmasını, ayrıca başta Merkez Bankası olmak üzere birçok stratejik kamu kurumunun genel merkezinin İstanbul’a taşınma kararının alınmasını ben biraz da böyle okuyorum…”(1).
…
Recep Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı seçildikten sonra, İstanbul’a ilk ayak bastığında çevresini saran kalabalıklara yapmış olduğu açıklamayı hatırlıyor musunuz? Şöyle dedi Tayyip Bey: “Biz bu şehre sevdalıyız…”. Gerçi Tayyip Bey, bu sevdasını hiç gizlemedi bugüne kadar, her zaman söyledi. 2012 yılında yapmış olduğu bir konuşmaya içinde “Ruhumu eritip de kalıba dondurmuşlar. Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar” şeklinde dizeler de bulunan Necip Fazıl’ın “Canım İstanbul” isimli şiiriyle başlayan Tayyip Bey daha sonra şöyle demiştir:
”İşte biz bu şehri böyle seviyoruz. Biz bu şehrin sokaklarını seviyoruz. Biz Boğaziçi’ni, Boğaziçi’ndeki o vapurları seviyoruz. Biz, bu şehrin kuşlarını, asırlık çınarlarını, bu şehrin kedilerini seviyoruz. Bu şehrin kulelerini, bu şehrin göğe uzanan minarelerini, biz bu şehrin ezanlarını seviyoruz. Biz bu şehrin Türkçe’sini seviyoruz, biz bu şehrin tüm dillerini, tüm renklerini, havasını, suyunu seviyoruz. Biz İstanbul’un türbelerini, İstanbul’un mezarlarını, o mezarlar üzerinde yükselen o selvilerini, o kabirlerde yatan sahabelerini, alimlerini, erenlerini, ulu insanlarını seviyoruz. Biz bu şehirden gurur duyuyoruz. Bu şehrin Fatih Sultan Mehmed’inden gurur duyuyoruz. Bu şehrin Yavuz Sultan Selim’inden gurur duyuyoruz. Bu şehrin Kanuni Sultan Süleyman’ından gurur duyuyoruz. Bu şehrin hem tarihinden, hem işte bugününden, hem geleceğinden gurur duyuyoruz. Ez cümle; biz bu şehre aşığız…”(2).
…
Geçtiğimiz 08 Temmuz günü yayınlanan “Erdoğan seçilirse Cumhurbaşkanlığı forsunu değiştirebilir!” başlıklı yazımızda ise şunları dile getirmiştik:
“…Mazallah Tayyip Erdoğan eğer Cumhurbaşkanı seçilirse ilk işi Cumhurbaşkanlığı forsunu değiştirmek olacaktır! Bunu nereden mi biliyorum? Elbette Tayyip Bey’in bugüne kadar yaptıklarından. Çünkü hazret, yaptıklarımız yapacaklarımızın teminatıdır anlayışına sahip bir siyasi figürdür… Büyük Atatürk’ün Türk Milleti’ne armağanı olan ‘Atatürk Orman Çiftliği’nin başına gelenleri gördükten ve Tayyip Bey’in, mahkemenin yürütmeyi durdurma kararına rağmen ‘sıkıysa yıksınlar’ şeklindeki efelenmelerini duyduktan sonra, halk tarafından Cumhurbaşkanı seçilmesi halinde varın siz düşünün neler yapmaya kalkışacağını. İşte bu noktada Tayyip Bey’in aklına ilk gelecek olan şey bence Cumhurbaşkanlığı forsudur…”(3).
“Çankaya” sadece rakı ve leblebiden ibaret değildir!
İtiraf edeyim ki; benim başkentin İstanbul’a taşınabileceği ve cumhurbaşkanlığı forsunun değiştirilebileceği konusundaki endişelerim halen canlılığını korumaktadır. Çünkü benim bu konudaki endişelerimi haklı çıkaracak bir sürü karine vardır ortada. Bu karinelerin sonuncusu ise Cumhurbaşkanlığı yerleşkesinin, Çankaya’daki mevcut yerinden sökülüp, Atatürk Orman Çiftliği arazisi üzerinde, bugüne kadar sürekli olarak başbakanlık için yaptırıldığı söylenen ve Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçilmesiyle adı “White House-Ak Saray” olarak açıklanan binalara taşınacağına ilişkin haberlerdir. Habere göre; Atatürk döneminden beri Cumhurbaşkanlığı yerleşkesi olarak kullanılan mevcut binalar ise başbakanlığa tahsis edilecekmiş!
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Devletin başı olarak Atatürk Orman Çiftliği arazisi üzerinde inşa edilen binalarda oturarak anayasayı nasıl koruyacak ve devlet organları arasındaki uyumu nasıl sağlayacak doğrusu pek merak ediyorum. Çünkü bütün bu hizmetleri vereceği binalar, yasalar ve mahkeme kararları hiçe sayılarak, yani oldu bitti ile ve keyfi olarak inşa edilmiş binalardır. Hukuk katledilerek yapılan binalarda hukukun üstünlüğü nasıl korunacak, hep birlikte bekleyip göreceğiz milletçe.
Seçildiği tarihten itibaren başbakanlık konutunu Çankaya’dan alıp Keçiören’in varoşlarına taşıyan Tayyip Bey, şimdi de Cumhurbaşkanlığı köşkünü, Ankara’nın Çankaya ilçesinden alıp, Yenimahalle ilçesine taşıyacak gibi. Bunun elbette sembolik bir anlamı da vardır milletimiz için. En başta “Çankaya” denilince, bir ilçe merkezi değil “Cumhurbaşkanlığı” ve “Cumhurbaşkanlığı köşkü” akla gelir Türkiye’de. Çankaya demek; cumhuriyet demektir, demokrasi demektir, hukuk devleti demektir ve laiklik demektir. Padişahlıktan demokrasiye, hilafetten laik devlete geçişin adıdır Çankaya. Bu anlamda Çankaya, Türkiye Cumhuriyeti’nin nabzının attığı bir çekirdek merkez, cumhuriyetin kazanımlarını bünyesinde barındıran sihirli bir kavramdır.
Siz PKK terör örgütü başta olmak üzere; ayrılıkçı Kürtlere yaranmak için devlet bütçesinden Türklük düşmanı ve Kürt Milliyetçisi Ahmed-i Hani’nin “Mem-û Zîn”ini bastırıp dağıtırken, Atatürk Çankaya’da Kur’an tefsiri yazdırıyor, Kur’an-ı Kerim’i ve Hz. Peygamber’in hadislerini Türkçeye çevirtiyordu bundan haberiniz var mı sizin?
Tayyip Bey, Cumhurbaşkanlığı köşkünü Çankaya’dan Yenimahalle’ye taşımakla, “Çankaya” kavramının milletimizin beyninde oluşturduğu işte bu imajı ve yaratmış olduğu bütün bu çağrışımları yok etmek istemektedir aslında! Bu anlamda yaptığı, bilinçli, maksatlı ve hesabı kitabı önceden yapılmış planlı bir harekettir Tayyip Bey’in..
Diğer bir yönüyle de mahalli seçimlerde Türkiye Cumhuriyeti’nin çekirdek merkezinin bulunduğu Çankaya’yı bir türlü ele geçiremeyen Tayyip Erdoğan, devletin merkezini Yenimahalle’ye kaydırmakla bir anlamda Çankaya’yı cezalandırmak istemektedir. Üstelik Yenimahalle, Çankaya’ya kıyasla AKP’nin eline kolayca geçebilecek bir ilçe merkezidir. İstanbul’da inşa edilen finans merkezinin bulunduğu bölgeyi, ben yaptım oldu türünden çıkarılan bir yasa maddesi ile CHP’li Ataşehir Belediyesi’nden koparıp, AKP’li Ümraniye Belediyesi’ne bırakan AKP zihniyeti, Cumhurbaşkanlığı köşkünü de AKP’nin nispeten daha kolay şekilde ele geçireceği Yenimahalle ilçesi sınırlarına nakletmekle, muhtemele yeni bir rant alanı da yaratmak istemektedir. Tayyip Bey, Cumhurbaşkanlığı köşkünü, AKP Genel Merkezi’nin tam karşısına taşımakla, belki de partisini buradan daha kolay etkileyip yöneteceğini hesap etmektedir. Kim bilir köşkün buraya taşınmasının yegane sebebi belki de sadece budur! Tayyip Erdoğan’ın, partinin güçlü ismi Binali Yaldırım’ı “Özel danışman” sıfatıyla köşkte görevlendirmesinin bir sebebi de işte budur bence. Bize göre Tayyip Bey, Binali Yıldırım üzerinden AKP’yi sürekli olarak kontrol etme niyetindedir.
Özetle; Tayyip Erdoğan, Çankaya Köşkünü mevcut yerinden alıp Yenimahalle sınırları içindeki Atatürk Orman Çiftliği arazisine yapılan Başbakanlık binalarına taşımakla, daha önce “İki ayyaş” olarak tanımladığı zatların ikamet ettiği mekanlarda ikamet etmemeyi kafasına koymuş bulunmaktadır. Oysa bilinsin ki Çankaya, iddialara göre; sadece Atatürk’ün akşamdan sabaha Çorum leblebisi eşliğinde rakı içtiği, arkadaşlarıyla içkili sohbetler düzenlediği, sabahtan akşama kadar da uyku çektiği bir mekan değildir. Çankaya aynı zamanda, Milli Mücadele’dir, Lozandır, Bağdat Paktıdır, Balkan Paktıdır. Hatay’ın anavatana bağlanmasıdır Çankaya, Kıbrıs’tır, NATO’dur. Çankaya, Türkiye’nin yollarla, köprülerle, barajlarla ve fabrikalarla donatılmasıdır. Ezcümle Çankaya, büsbütün Türkiye’dir.
Tayyip Erdoğan ve arkadaşlarının babalar gibi sattıkları ve bu satışlardan elde ettikleri paraları Merkez Bankası’na istifleyerek bunu övünç sebebi ve ekonomik başarı öyküsü olarak lanse ettikleri kamu kurumlarının inşa ve tesis kararlarının verildiği yerdir Çankaya.
Tayyip Bey, Cumhurbaşkanlığı köşkünü Çankaya’dan söküp, Yenimahalle’ye taşımakla Atatürk’ten kurtulabileceğini sakın zannetmesin. Atatürk’ün ruhu, onun peşini asla bırakmayacaktır. Çünkü yerleşmeyi planladığı yer bile Atatürk’ün adını taşımaktadır. Adı üstünde; Atatürk Orman Çiftliği’dir orası. Bu sebeple yeni köşkün balkonuna çıkıp şöyle etrafına her baktığında hep Atatürk’ü görecektir Tayyip Bey. Geceleri de muhtemelen rüyalarına girecektir Atatürk. Bunlardan da önemlisi; Tayyip Bey, Atatürk ve arkadaşları sayesinde oturmaktadır o koltukta. Yoksa Padişahın sıradan kullarından birisi ve Rize’nin Güneysu ilçesine bağlı Dumankaya köyü nüfusuna kayıtlı bir köy çocuğu olan Tayyip Bin Ahmet’i (Ahmet Oğlu Tayyip’i) kim tanırdı bu ülkede. Türk insanını kul statüsünden çıkarıp, eşit bireyler seviyesine yükselten Atatürk ve Çankaya’dır efendim…
___________
1-
2- ,
3-