İran’ın Ajandasında Filistin Sorunu

Arap Baharı ve İran nükleer krizinin gölgesinde kalan Filistin sorunu, son haftalarda yaşanan çatışmalarla birlikte yeniden dünya kamuoyunun gündeminde ilk sıraya yerleşti. Filistin-İsrail arasında yeniden alevlenen çatışmalar ve “Bulut Sütunu Operasyonu,” dikkatleri tekrar Filistin üzerine çekti. Çatışmalar sırasında HAMAS tarafından kullanılan Fajr-5 roketlerini İran’ın temin ettiği söylentileri, İran-HAMAS ilişkilerini de yeniden gündeme taşıdı. İran her ne kadar bu roketleri kendisinin sağladığı yönündeki iddiaları reddetse de HAMAS’a roketlerin yapımı ile ilgili teknik desteğin sağlandığını açıklamaktan da geri kalmadı. Bu bağlamda Tahran, başta Arap ülkeleri olmak üzere yardım etmek isteyen her ülkenin Filistinlilere askeri destekte bulunması gerektiği çağrısında da bulundu.

Tüm bunlar, “İran’ın ne Arap ne de Sünni olmasına rağmen Filistin meselesi ile bu kadar yakından ilgilenmesinin sebebi ne?” sorusunu yeniden akıllara getirdi. Bu sorunun cevabını verebilmek için İran’ın genel dış politika ilke, amaç ve eylemlerine kısaca bakmak gerekiyor. İran Anayasası’nın da ışığında Tahran’ın dış politikası 4 prensip çerçevesinde şekilleniyor: “Her türlü yabancı hâkimiyetinin reddi; İran’ın bağımsızlığının ve ülke bütünlüğünün korunması; hegemonik güçlerle ittifaka girilmeksizin tüm Müslümanların haklarının savunulması; doğrudan savaşa girilmeyen devletlerle barışın korunması.”

Bu prensipler göz önünde bulundurulurken, İran karar alma mekanizmasının bölgesel ve uluslararası gelişmelere göre pragmatik politikalar izlediğini de unutmamak gerekiyor. İran’ın güvenliği ve buna bağlı olarak istikrarı birincil önemde. Herhangi bir dış müdahaleye ya da bölgede yabancı güçlerin varlığına tahammül yoktur. Buna paralel olarak, bölgeye hâkim olma amacı güttüğü ve İran ve İslam düşmanı olduğu savunulan Amerika (“büyük şeytan”) ve İsrail’e (“küçük şeytan”) en azından söylem bazında bir karşı duruş geliştirilmiş durumdadır. Bununla birlikte, İran’ın Suriye gibi dost ülkeler ve Hizbullah ve HAMAS gibi yakınlık duyulan siyasi hareketlerle ittifaklar oluşturma eğilimi de dikkat çekiyor.

İdeolojik açıdan bakıldığında, İran’ın İslami devrimini yayma, İslam’ın ve Müslüman dünyanın önderi haline gelme ve bölgesel hegemon olma isteği öne çıkıyor. İran’ın etkili olmayı hedeflediği bölgelerin başında ise, Irak (ülkedeki Şii azınlığa sağlanan destekle), Filistin toprakları (direnişe –özellikle de HAMAS’a– destek verilmesi ve Amerikan-Siyonist karşıtı söylemin kullanılmasıyla) ve Lübnan (Hizbullah’ın mücadelesinin askeri, siyasi ve ekonomik açıdan desteklenmesiyle) geliyor. Bu hedef çerçevesinde özellikle Filistin baz alındığında, Tahran’ın dini içine alan ideolojik yaklaşımı, birincil öncelik taşımaktan ziyade amaca ulaşmada kullanılan bir piyon olarak görülebilir. Zira Şii İran ile Sünni HAMAS arasındaki ittifak da bu faydacı eğilimin en belirgin örneği. Temel amaç, bu ittifak aracılığıyla Filistin topraklarındaki gelişmeleri şekillendirebilmek ve bu topraklar üzerinde direkt söz sahibi haline gelebilmek. Bununla birlikte, dünya kamuoyunun ilgisinin İsrail-Filistin meselesine yöneldiği dönemlerde İran’ın üzerindeki şimşeklerin azalıyor olması da, aşağıda sayılacak diğer nedenler gibi İran’ın Filistin meselesine olan ilgisini net bir şekilde açıklıyor.

İran’ın Devrim Sonrası Artan Filistin İlgisi

Yukarıda değinilen İran’ın dış politika prensipleri 1979 Devrimi sonrasında ortaya çıktı. Ülkede büyük değişimleri beraberinde getiren devrimle birlikte, İsrail’le ilişkiler baş aşağı oldu ve Filistin’le yakın ilişkiler geliştirme çabaları başladı. Hatta devrim sonrası İsrail Büyükelçiliği’ni kapatan İran, binayı Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) temsilcilerine tahsis etti. Milliyetçi ve pan-Arap bir duruşa sahip olan FKÖ ile İslam’ın ve Müslüman kimliğin vurgulanmasından yana olan İran’ın yıldızı tam olarak hiçbir zaman barışmasa da ilişkiler sürdürüldü. HAMAS’ın kuruluşu ve Gazze’de seçimleri kazanması ile birlikte ise Tahran desteğini, uzlaşı ve diplomasiye meyilli FKÖ’nün aksine İsrail’e karşı daha sert bir tutum takınan HAMAS’a kaydırmayı tercih etti.

Filistin meselesi İran tarafından çoğunlukla ideolojik bağlamda anlamlandırılıyor. Birçok uzman ve yazarın da tanımlamasıyla, İran Filistin meselesini salt dini bir mesele haline getiriyor ve bu bağlamda en azından söylem düzeyinde “kraldan çok kralcı” bir tutum da sergiliyor. Örneğin, 27 Aralık 2008 tarihinde başlayan Gazze Savaşı sırasında Ayetullah Hamaney’in fetvası ile İran’ın Filistin meselesinde Filistinlilerin yanında olduğu mesajı verilirken temelde dine vurgu yapılıyordu. Öyle ki, İran devlet televizyonunda yayınlanan açıklamada Hamaney, "Bütün Filistinliler ve dindar Müslümanlar Gazze’nin savunmasız halkını ellerindeki bütün imkânları kullanarak korumakla yükümlüdür. Bu haklı direnişte hayatını kaybeden herkes şehit olur," ifadesini kullanmıştı.

İran iki devletli çözüme ve İsrail’le Filistin arasında yapılması olası bir barışa da karşı çıkıyor. Bunun temel nedeni ise meselenin bu şekilde halledilmesi durumunda İsrail’in bölgede tehlike arz ettiğine yönelik algının ortadan kalkması, İran’ın elindeki en büyük bölgesel manipülasyon aracını kaybetmesi ve meseleyi kendi lehine kullanabilmesi için imkânların tükenmesiyle birlikte bölgeden daha da izole hale gelmesi olasılığı (ki bu noktada benzer bir durumun İsrail için de geçerli olduğunu ifade etmek gerekir). Nitekim İran, çoğunlukla fiiliyata geçirmediği söylemleriyle bölgede anti-İsrailci tutumu kullanarak hiç değilse bir kısım Arap ve Sünni grubun gözündeki imajını olumlu yönde manipüle edebilmeyi, sempati kazanmayı ve böylece bir nebze de olsa meşruluğunu koruyabilmeyi amaç ediniyor. Yani görünen o ki Filistin, İran için amaç olmaktan ziyade bölgede söz sahibi olabilmek için bir araç olarak kullanılıyor. Kaldı ki İran’a göre Filistin meselesinde sahada çarpışması gereken öncelikli aktörler Filistin ve Araplarken, her ne kadar “bu haklı direnişte hayatını kaybeden herkes şehit olur” dense de İran’ın İsrail ile direkt bir çatışmaya girmesinden de kaçınılıyor. İran Eski Başbakan Yardımcısı Mahmud Vaezi’nin sözleri de bu anlamda İran’ın eylemleri ile söylemleri arasındaki ikilemi bir kez daha ortaya koyuyor: “Biz görüşlerimiz ve inandıklarımızı her zaman dile getiririz. Ancak bu, görüşlerimizi politikalarımızla hayata geçirmemiz gerektiği anlamına gelmez.”

Son dönemde Suriye rejimine verdiği destekle Arap ülkelerinin tepkisini daha da üzerine çeken İran, doğal olarak Filistin kartına daha da sıkı sıkıya sarılmış durumda. Esed rejimi ile HAMAS arasında yaşanan anlaşmazlıklar, HAMAS’ın Suriye’den çekilmesi ve Suriyeli direnişçilere destek vermeye başlaması her ne kadar İran’ı rahatsız etmiş olsa da en azından bir süre daha İran’ın HAMAS’a ve Filistin meselesine kendince verdiği desteği en azından hâlihazırdaki şartlar altında kesmekten yana olmayacağını tahmin etmek zor değil. Ancak ifade edildiği gibi şartların ve uluslararası ortamın değişmesi durumunda İran’ın pragmatizmi doğrultusunda bambaşka politikalar izlemesinin de olasılıklar arasında olduğu göz ardı edilmemeli. Roger Howard’ın, “Iran Oil, The New Middle East Challenge to America” adlı kitabında belirttiği gibi, “Ahmedinejad ve din adamlarının İsrail’e karşı tehditkâr açıklamaları, İran tarafından dile getirilen manidar göndermeler olmaktan ziyade, geniş kitleleri memnun etmek için kullanılan belagat araçlarıdır. Büyük olasılıkla birçok Arap ülkesinin yapacağı gibi İranlı mollalar da tercihen İsrail’in yok olduğuna şahit olmak isteyeceklerdir; ancak gerçek dünyada ise çıkarlarına uyduğu takdirde Tel Aviv’le anlaşma fırsatını kaçırmayacaklardır.” Aslında bu sözler İran’ın sadece Filistin meselesine değil, birçok dış politika konusuna yaklaşımını kısa ve net bir şekilde özetliyor.

Kaynakça

Ehteshami, Anoushiravan ve Zweiri, Mahjoob (eds.), Irans Foreign Policy: From Khatami to Ahmadinejad (UK: Ithaca Press, 2008).

Arjomand, Said Amir, After Khomeini: Iran under His Successors (New York: Oxford University Press, 2009).

Howard, Roger, Iran Oil: The New Middle East Challenge to America (New York: I.B.Tauris & Co. Ltd, 2007).

Parsi, Trita, Treacherous Alliance: The Secret Dealings of Israel, Iran, and the United States (New Haven and New York: Yale University Press, 2007).

Branderbırg, Rachel, “Iran and The Palestinians,” United States Institute of Peace, .

“Iran Denies Role in Gaza Crisis,” United States Institute of Peace,

Arap Baharı ve İran nükleer krizinin gölgesinde kalan Filistin sorunu, son haftalarda yaşanan çatışmalarla birlikte yeniden dünya kamuoyunun gündeminde ilk sıraya yerleşti. Filistin-İsrail arasında yeniden alevlenen çatışmalar ve “Bulut Sütunu Operasyonu,” dikkatleri tekrar Filistin üzerine çekti. Çatışmalar sırasında HAMAS tarafından kullanılan Fajr-5 roketlerini İran’ın temin ettiği söylentileri, İran-HAMAS ilişkilerini de yeniden gündeme taşıdı. İran her ne kadar bu roketleri kendisinin sağladığı yönündeki iddiaları reddetse de HAMAS’a roketlerin yapımı ile ilgili teknik desteğin sağlandığını açıklamaktan da geri kalmadı. Bu bağlamda Tahran, başta Arap ülkeleri olmak üzere yardım etmek isteyen her ülkenin Filistinlilere askeri destekte bulunması gerektiği çağrısında da bulundu. - globe 1029210 640

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir