Devletin Çözülmesi ve Bölgesel Güvensizlik Sarmalı

Doç. Dr. Şaban Kardaş - image0011

Doç. Dr. Şaban Kardaş

ORSAM Başkanı

IŞİD’nin Musul’u ele geçirmesi ve akabinde ki kazanımlarıyla Suriye’de bastırılamayan şiddet girdabına Irak’ın da çekilmesi, Ortadoğu’da güvenlik, sınırlar, yönetişim ve devlet inşası kavramlarını öne çıkardı. Özellikle IŞİD’in toprak kazanımları, kısmen kendi marifetiyle kısmen de diğer gruplarla geliştirdiği ittifak neticesinde kontrolü altında tuttuğu bölgelerde idari fonksiyonları üstlenmesi ve parçalanmış-marjinalize olmuş kitlelere yaslanarak öncülük eder görüldüğü Sünni kalkışma,mevcut devlet yapılarına doğrudan bir meydan okumaya evriliyor. Suriye’deki iç savaşın sona erdirilememesi ve Irak’ta derinleşen hükümet krizi neticesinde merkezi otoritenin anlamını yitirdiği bir ortamda bölünmenin kaçınılmazlığı ve kabaca bugün IŞİD’in Suriye ve Irak’ta kontrol ettiği toprak parçasına tekabül eden alanda bir Sünni-Arap devletinin nüvesinin ortaya çıktığı yönünde görüşler zemin kazanıyor. Özellikle enerji kaynakları ve diğer yaşamsal araçların kontrolünü IŞİD’in eline geçirmesiyle bu olasılık daha da güçleniyor.

Irak’ta Maliki’nin takip ettiği mezhep-temelli ayrımcılık politikasının, ülkenin bütünlüğünü koruyabileceği bir senaryoyu hayata geçirmek için sahip olduğu şansı hoyratça harcadığı ve dağılma dinamiklerini güçlendirdiği gerçeğiyle karşı karşıyayız. Suriye’de devam edegelen çatışma da ülkenin yeniden üniter bir yapıyla yönetilmesini giderek zorlaştırmıştır. Her iki ülkede de parçalanma dinamikleri güçlenirken, bir yandan marjinalleşen Sünni toplumsal kesimlerin mobilizasyonu artmış öte yandan Selefi silahlı hareketler askeri alanda zemin kazanmıştır. IŞİD’in arkasına eski Baas unsurlarını ve kabileleri alarak gerçekleştirdiği ilerleyiş, bu tektonik değişimin dışa vuruşu olarak karşımıza çıkmış bu da Suriye ile birlikte ele alınınca bölgedeki yeni düzen ve sınırlar tartışmasını ön plana taşımıştır.

Vekalet savaşları

Öte yandan; Suriye ve Irak’ın toprak bütünlüğü ve egemenliğinin sürdürülmesi hedefi neredeyse tüm komşularınca ve uluslararası aktörlerce söylem düzeyinde paylaşılıyor.Söylemsel düzeydeki bu örtüşmeye rağmen, ironik biçimde,bölgesel ve uluslararası aktörler, takip ettikleri politikalarla,Ortadoğu’da Sykes-Picot düzeninin oluşturduğu sınırlar ile toplumsal realite arasındaki makas açılırken bu ülkelerdeki merkez-kaç kuvvetleri belki de geri dönülemez biçimde harekete geçirdi. Gerek kendilerinin de benzeri yapısal kırılganlıktan muzdarip olmaları, gerekse güvenlik kaygıları veya stratejik gereklilikler nedeniyle kısa vadede attıkları adımlar neticesinde,diğer bölgesel aktörler Irak ve Suriye’deki fay hatlarını derinleştirmekle kalmamış, bölgedeki güvensizlik sarmalını da tetiklemişlerdir.

Dış aktörlerin politikalarının yıkıcı etkileri özellikle de devlet inşası ve yönetişim krizini derinleştirmelerinde görülmüştür. Kökenleri ve gelişimi dikkate alındığında zaten tartışmalı olan mevcut ulus-devlet devlet yapıları ve buna dayalı oluşan bölgesel düzeninçözülmesinde ve sınırların tartışmaya açılmasında dışarıdan yapılan müdahaleler belirleyici olmuştur. Bu müdahaleler de daha çok kendi stratejik öncelikleri doğrultusunda bu ülkelerdeki cari güç dengesini sürdürmeye veya kendi lehine değiştirmeyi amaçlayan ve neticede bir vekalet savaşına dönüşen bir karaktere sahiptir. Özellikle Suudi Arabistan ve İran arasında, büyük ölçüde mezhep kimliğiyle de bezenerek, şekillenen bu rekabetin ‘kazananını’ tespit etmek zor olsa da bu rekabet üzerinde cereyan ettiği ülkelerde son yüzyıldaki sıkıntılı devlet inşası sürecini geri sardırmış ve ulus-devlet kurumlarının çözülmesini hızlandırıcı etkisi olmuştur.

Bölgesel güvensizlik

Bu anlamda kendi stratejik öncelikleri ile yola çıkan İran’ın bölgesel güvensizlik sarmalını derinleştirdiği, kendisine karşı önemli bir karşı cephe oluşumunu tetiklediği ve bölgedeki kazanımlarını tartışmaya açtığını söylemek yanlış olmayacaktır.Gerçekten de İran açısından son dönemdeki gelişmeler önemli meydan okumaları beraberinde getirmiştir. Stratejik hesaplarla mezhebi kaygıların örtüşerek birbirinden ayırd edilmesinin neredeyse imkânsız hale geldiği Irak ve Suriye politikaları neticesinde İran’ın bugün bölgede Arap Baharı öncesine kıyasla konumunun daha iyileştiğini söylemek zordur. Özellikle Suudi Arabistan ile sürüklendiği vekalet savaşları neticesinde Irak ve Suriye’de derinleşen siyasi ve güvenlik krizinin içine çekilmiş, orta ve uzun vadede bölgede kazanımlarını riske atmıştır. Ayrıca bu vekalet savaşlarına verilen destek İran’ın kendi iç siyasi yapısı ve kültürü açısından da yozlaştırıcı bir etki yapmıştır.

Suriye krizinin başından itibaren stratejik çıkarları açısından yaşamsal bir öncelik olarak tanımladığı Baas rejimiyle olan ittifakının gölgesinde bir politika geliştiren İran’ın kazanımları tartışmalıdır. Zamanla ‘Esad’ı her ne pahasına olursa olsun iktidarda tutma’ şeklinde bir reflekse dönüşen bu politikanın başarılı olduğu ve bu anlamda Suriye’deki çatışmadan İran’ın zaferle çıktığı yönünde görüşler dillendirilse de, bu süreçte ödenen bedel ve ülkenin içine düştüğü durum göz önüne alındığında bu yorumlara katılmak zordur. İran bir yandan çok değer verdiği ‘direniş cephesi’nin aşınması ile karşı karşıya kalırken, öte yandan Hizbullah’ı ve kendi operasyonel unsurlarını sahaya sürerek stratejik açıdan zayıflamıştır. Daha önemlisi, bugün sınırları tartışılan, devlet kurumları ve yönetebilme yeteneği sorgulanan bir müttefikin omuzlarındaki yüküyle karşı karşıyadır.Bu ortamda, ABD-önderliğindeki uluslararası yaptırımlar nedeniyle kendi yaşadığı ekonomik zorluklar altında ezilen İran’ın Arap Baharı sonrası gelişmeler neticesinde etkisini daha fazla hissettiği izolasyonu kırmak arayışına yönelmesi veya Ortadoğu’da Arap Baharı öncesinde eriştiği etkinin sorgulanması anlamlıdır.

Irak krizi ve İran

Yine aynı perspektiften bakıldığında;İran’ın yeni Irak’ı ve bölgeyi okurken belli bir tedirginlikle hareket ettiği ve son haftalardaki askeri gelişmelerin akabinde ülkeyi bekleyen, bölünme dahil, orta ve uzun vadedeki farklı senaryolara karşı hazırlıklı olmaya çalıştığı görülmektedir. İran Cumhurbaşkanı Ruhani veya diğer dini liderlerin gelişmelerin başındaki her türlü desteğin sağlanacağı veya Irak’taki kutsal mekânlara karşı atılacak adımların kırmızı çizgi olarak değerlendirileceği yönündeki açıklamalarına rağmen, İran’ın daha temkinli davranması dikkate değerdir.

Bu tavrı anlamak için, konunun özünde yine Irak’taki sorunlu devlet inşa sürecinin ve İran’ın buradaki dahlinin gözden kaçırılmaması gerekir. Önce ABD’nin Iraktaki varlığını sona erdirebilmek, sonrasında ülkede Sünnilere ve Suudi Arabistan etkisine karşı mezhepçi siyasete verdiği destekle Tahran, Irak’ın kırılgan temellerini daha da sarmıştır. Suriye’de içine saplandığı vekalet savaşında Maliki yönetimini araçsallaştıran İran, buradaki istikrarsızlık, çatışma ve ayrışma dinamiklerinin Irak’a taşınmasını da hızlandırmıştır. Fakat, Irak’taki merkez-kaç kuvvetlerinin son askeri gelişmeler ve IŞİD kazanımları neticesinde güçlenmesi, İran’ın desteklediği, Maliki’nin Şii aidiyeti üzerinden iktidarı monopolize etme politikasının da İran açısından maliyetlerini ortaya koymaktadır. Köklü bağlarının olduğu bir ülkede yaşanmakta olan dağılma yönündeki eğilim Tahran’ın ekonomik ve stratejik çıkarları açısından kabul edilemez bir gelişmedir.

Kendi komşusu olan parçalanan bir devlet ve ortaya çıkabilecek yeni etnik ve mezhep kökenli devlet oluşumları, İran’ın bölgedeki güvensizlik algısını büyük ölçüde derinleştirmektedir. Irak’taki gelişmeler bu yönüyle İran’ın bu ülkedeki siyasi ve stratejik kazanımlarını geriletmek isteyen diğer Arap ülkelerinin arkasında olduğu bir hareket olarak algılanmaktadır. İran’ın önümüzdeki günlerde uğraşması gerekebilecek yeni güvenlik tehditleri, militan Selefi gruplarla -Suriye ve Irak’ın dışında Lübnan ve Körfez de dahil olmak üzere- sahada yaşayacağı mücadeleden, Kürt ayrılıkçılığı veya İran içindeki farklı silahlı oluşumların bu yeni istikrarsızlık dalgasından destek alarak neden olabilecekleri şiddet olaylarına kadar uzanacaktır.

Bu noktada Irak’a ne derece müdahil olacağı konusunda İran’ı zorlu tercihler beklemektedir. Kendisinin oluşumunda büyük rol oynadığı dışlayıcı ve marjinalleştirici Şii-üstünlüğüne dayalı Irak siyasi kültürünün sürdürülmesi giderek zorlaşırken, eski düzeni devam ettirme yönündeki refleksi İran’ı yükü artan bir vekalet savaşına daha sürükleyebilecektir. Suriye’deki çıkarlarını sürdürebilmek için gösterdiği çaba ve katlandığı maliyetlerin üzerine Irak’ta derinliği ve erimini bugünden kestirmenin zor olduğu yeni bir riskli angajman Tahran’ı Ortadoğu’da giderek öngörülemez bir çıkmaza sokabilecektir.

Devlet inşası ve düzen

ABD’nin İran’ı işgali sonrasında Irak’ta ve Arap baharı sürecinde Suriye’deki tehdit algılarını bertaraf etmenin ve bölgesel çıkarlarını ilerletmenin yolunu bu ülkelerde ileri savunma hatları edinmede gören İran’ın hamleleri genelde buradaki fay hatlarını tetiklemiş, devlet çözülmesi sürecini beraberinde getirmiştir. Tek unsurun üstünlüğüne dayalı nüfuz kurma çabaları zevahirde kazanımlar üretse de bu pozisyonları elde etmek ve sürdürebilmek için ödenen bedeller ve uzun vadedeki maliyetler ayrıca düşünülmelidir. Benzeri politikaları takip ettikleri ölçüde diğer ülkeler de bölgedeki güvenlik boşluğunu derinleştireceklerdir.

İran dahil tüm bölgesel güçlerin güvenlik sarmalını kontrol etmelerinin yolu bölgesel düzenin yeniden tahkiminden geçmektedir ve bu da sınırları ve egemenlik erkinin özneleri üzerinde iç ve dış aktörlerin uzlaştığı devlet yapılarının ortaya çıkmasını gerekli kılmaktadır. Bugün gelinen noktada bölgesel güçler mevcut sınırlara dayalı bir Irak veya Suriye hedefinde hala birleşiyorsa, buna ulaşmanın yolu devlet inşası ve kamu düzenini tesisin merkeze konduğu yeni bir yaklaşımın sahada hayata geçirilmesinden geçmektedir. Son gelişmelerle Irak’ta devlet-çözülme sürecinin vardığı kritik eşiğin farkına vararak,siyasi sistemin kapsayıcılık ilkesinde yeniden şekillendirilmesine destek vermek vekalet savaşlarının yarattığı devlet çözülmesi ve güvensizlik sarmalının dizginlemesine hizmet edecek bir adım olacaktır.

* Bu yazı 19 Temmuz 2014 Cumartesi günü Star Gazetesinde yayınlanmıştır.

Doç. Dr. Şaban Kardaş - trust guven elele

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir