İbrahim ÇEVİK
Daire Başkanı / Etnik Çatışmalar
Öcalan, sığınacak bir kapı umuduyla yaşadığı kaçış günlerinde Rusya tarafından Türkiye’nin önüne sürüldü. Bunun ortamı zaten hazırdı. Rus alt parlamentosu Duma, Kasım 1988’de baş teröristin bulunduğu siyasi statü talebine olumlu cevap vermişti. Böylece onun sığınacağı sağlam bir ülke bulunmuş oluyordu. Ancak Türkiye’nin kararlı tutumu Rusya’nın planlarında değişiklik yapmasına neden oldu. Yapılan görüşmelerde masaya Öcalan sürüldü; ama sonuçta iki taraf da istediğini elde etmiş oldu. Rusya’nın, PKK’nın elebaşına destek vermemesi karşılığında, Türkiye de Novorissisk Limanı’ndan yüklenecek Kazak petrolünü taşıyan tankerlerin İstanbul Boğaz’ından serbestçe geçişine engel olma planlarından vazgeçecekti. (1)
Acı ama gerçektir ki PKK, zamanı iyi kullanarak doğu ve güneydoğuda tek başına veya devletin güvenlik güçleriyle paylaştığı birer alan hâkimiyeti elde etti. Tek başına ya da paylaşımlı olsa da kontrolünü elde ettiği bu bölgelerin stratejik önemi yabana atılamayacak ölçüdedir. Bu arada PKK’nın kontrolünün idari ve toplumsal olduğu kadar coğrafi olduğu da düşünülmelidir. DTH, Halk Meclisleriyle ve yerel yönetimler aracılığıyla bölge yönetiminde rol oynamaktadır. Hatta sınırlarda ve ötesindeki hareketi bile denetleyebilmektedir. Bu bölgelerdeki ekonomik faaliyetlerde olduğu kadar enerji üretimi ve dağıtımı alanında da müdahil olabilmektedir. Söz enerjiden açılınca buralardaki petrol işçilerine ait sendikaların yönetimlerini ele geçirerek kontrol ettiği alanı olabildiğince genişlettiğini de belirtmek gerekmektedir. Ilısu Barajı’nın yapının ilk aşamasından itibaren finansman ve teknik alanda ortak olacak yabancı şirketleri tehditle, şantajla yatırım planlarından vazgeçmeye zorladı ve belirli bir ölçüde başarılı da oldu. Bu arada Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) Boru Hattı’nın inşası sırasında yabancı ortakların güvenlik endişelerinin gecikmelere neden olduğunu da hatırlatalım.
Kundaklama ve sabotaj eylemleriyle de ülkemize zarar uğratmaya çalıştığına ve hatta bazen bölgesel ve uluslararası çatışmalarda taşeron olarak kullanıldığına tanık oluyoruz. Bir enerji nakil hattına saldırının birden çok ülkenin çıkarlarına saldırılması anlamına gelmesine rağmen terör örgütünün eylemlilik konusunda cesaretle davranması arkasındaki büyük güçleri işaret etmesi bakımından önemlidir.
2010 yılında İran-BOTAŞ ve Giresun-Ordu Doğalgaz Boru Hatlarına sabotaj eylemlerinin sorumlusudur. Kerkük-Yumurtalık Boru Hattı’ysa PKK’nın adeta aklına geldikçe eylem yaptığı bir konumdadır. Türkiye’ye gözdağı vermek ve BARZANİ ile içerisine düştüğü anlaşmazlıklarda üstünlük elde etmek için bu nakil hattı kolay bir hedeftir. 2008 yılında Gürcistan ile Rusya arasındaki savaşın hemen öncesinde PKK’nın gerçekleştirdiği sabotaj eylemi, ilk bakışta birbirinden ayrı gibi duran bu iki olayla bağlantılıdır. PKK bu eylemi üstlenmese bile zamanlaması ve Rusya’nın çıkarları doğrultusundaki önceki girişimleri değerlendirme için yeterlidir.
Eylemliliği ve bölge üzerinde egemenlik taleplerini her ortamda tekrarlayan PKK, karşısında özellikle Rusya ve Batı ülkeleri ekonomik çıkarlarının güvenliğini ve devamlılığını esas alan politikalar uygulamaktadırlar. Ve elbette bu durum Türkiye’nin terörle mücadelesiyle çatışmaktadır. Dünya devlerinin ekonomik çıkarları, can güvenliğini sağlamanın uğraşındaki ülkemize tercih edilmektedir. PKK terörü daima küresel çaptaki ekonomik hesaplarla anılmıştır. Dolayısıyla yavaş; ama dikkatlerden uzak tutulan manevralarla Türkiye, Batı’nın politikasıyla uyumlu bir terörle mücadeleye çekildi. Aslında varılan noktada bunu mücadele olarak nitelemek yanlış olacaktır. Başında ABD’nin bulunduğu batı, silahlı mücadeleyi siyasi mücadeleye dönüştürmeyi başardı. Adını ise bize koydurdular; “Barış süreci”.
Bugün için Bağdat ile Erbil arasında henüz paylaşılamamış olan Kerkük de dahil olmak üzere Kuzey Irak’ın sahip olduğu petrol dünyanın dev şirketlerinin başını döndürüyor. Dünyanın herhangi bir yerinde hükümetler kurup, hükümetler deviren petrol şirketleri birbirleriyle bu nispeten bakir yatakların üzerine oturmanın telaşı içerisindeler. Başkan Barack OBAMA’nın uyarılarını bile dinlemeyen bu şirketler Bağdat’ı yok saymaktalar. Aslında Başbakan Nouri Al MALIKI’nin izlediği baskıcı ve uzlaşmaz politika bu gidişi zorlamayla haklı çıkaracak gibi görünüyor. Exxon ve Chevron’un K. Irak’la imzaladıkları anlaşmalar sonucunda BARZANİ, petrol üreten bir ülkenin başkanı olmak üzere. Buna Suriye’nin de katılmasıyla elde edeceği küresel çaptaki üstünlüğü hesaplamak zor değil.
Ancak petrolün çıkarılması, uluslararası piyasaya ulaştırılması aşamasına gelindiğinde bütün projektörler Türkiye’ye dönüyor. Türkiye’nin can düşmanı PKK’nın beyin takımının ve gövdesinin, K. Irak’ta bulunması bu devlerin ve batının çıkar hesapları için tehdit oluşturuyor. Çok doğal olarak PKK ile mücadele sınırın diğer tarafına ulaşıyor ve petrolün çıktığı yerle piyasaya ulaştırılacağı yer arasındaki kanal işlemiyor. Bu durumda Batı için uçları birbirine bağlamak ve aradaki kopukluğa neden olan sorunu gidermek düşüyor. Bu arada ülkemizin kendisine yönelen etnik bölücü terörle haklı ve hukuki mücadelesinin ortadan kaldırılması ve teröre boyun eğdirilmesi onlar için bir anlam taşımıyor.
Başbakan’ın Amerika ziyareti bölgeyle ilgilenen merkezlerin geçtiğimiz günlerde uzun uzun inceledikleri konuların başında yer aldı. Suriye ve İsrail gibi diğer konularla birlikte asıl dikkatlerini Türkiye ile K. Irak arasındaki petrol ilişkilerine ve bunu güven altına almak üzere, kırk yıllık terör örgütü PKK ile barış yapılmasına yönelttiler. Bunlardan Egemen B. BEZCİ, hem Kürt Bölgesel Yönetimi (KBY) hem de ABD’nin, PKK’nın Türk topraklarına saldırıda güvenli bölge olarak kullandığı istikrarsız bir K. Irak görmek istemediklerini belirtiyor. (2) BBC ise Financial Times’ı kaynak göstererek kaleme aldığı yorumda: Türkiye’nin Kürt yönetimiyle petrol hissesi almak üzere anlaşma yapmasının, PKK ile yakınlaşmasına denk gelmesine dikkat çekiyor. Türkiye’nin dev cari işlem açığının enerji ithalatı açığına eşit olduğunu ve K. Irak’ın gaz ve petrol yataklarına daha fazla ulaşarak fiyat ve tedarikte avantajlı çıkacağı belirtiliyor.
(3) Financial Times’a atfen verilen bir başka haberdeyse; “ Şimdi artık kusurlu şekillerde birbirine son derece bağlı olan, ateşi yüksek bu bölgedeki her hangi bir suya atılacak taşın dalgalarının her sahile ulaşacağı” öne sürülüyor. Bölgede bulunduğumuz nokta ise; ne kadar sorunlu ve ne büyük olası sonuçları olduğu görülen bu oyunun henüz başladığı, Suriye ve Mezopotamya’da yüz yıl önce uygulanan devlet sisteminin tam da bu oyun olduğu şeklinde değerlendiriliyor. Yorumda ayrıca, dış politikaları dibe vurmuş ve bayraktan çok parayı izleyen Türklere olası bir ders vermek olmadığı, ancak bunun ne olduğunu anlamanın oldukça zor olduğu ifade ediliyor. Eski Osmanlı toprakları boyunca yumuşak sınırlara olan inancın (ve de Avrupa etkisi altındaki) altı çiziliyor. (4)
Bu oyunun sonunda K. Irak bölgesel güç olarak kesinlikle kazanan taraflardan biri olacaktır. Kazancı açısından Türkiye bugün için dünyanın karar vericilerinin huzurunda itibar sahibi olabilir. Bunu elde derken üstüne bir de para kazanacaktır. PKK’ya gelince; öncelikli olarak K. Irak’ta ardından Suriye’de bağımsız devlet olmanın gereklerine sahip olana kadar barış (onun anladığı barıştan söz ediyoruz) içerisinde kalacaktır. Ya sonra? Gerekli gücü topladıktan sonra Türkiye’nin milli ekonomisini, milli gücünü takatsiz bırakacak isteklerde bulunacak. Ve elbette verilmeyeceği için en iyi bildiği işe dönecek; teröre. Ne var ki, bu kez karşımızda alan hakimiyetiyle, yerel kazanımlarla yetinmek zorunda olan PKK bulamayacağız. O zamanki PKK, kendisini dünya ile bütünleştirmiş, bugünkünden çok daha etkili bir silah gücüne erişmiş, Vatikan’ı olan, Şam ile çok daha kapsamlı işbirliği haline gelmiş, denize çıkmayı başarmış bir PKK olacak. Üzülmek hafif kalan bir ifade; ama Batı kan ile beslenen teröristlerin gürbüzleşmesini kendi ellerimizle bizzat bize yaptırmış olacaktır.
(1) Excerpts From News Reports, Commentaries and Statements on A. ÖCALAN and The PKK Foreign Ministry
(2)
(3)
(4)
Yazıları posta kutunda oku