Gelecek 15 yılda, ortalama 5-6 oranında büyümesi halinde kişi başına gelirinin 20 bin dolar gibi yüksek bir düzeye çıkması ve gelişmiş ülke olma potansiyelinden sorunludur.*
Çin’in küresel güç olmak hedefinde, hem askeri gücünü arttırma çabası, hem dünya ekonomisinde istikrarın olabilmesi ve finans piyasalarında risklerin azaltılması;
Teminen, Uluslararası Para Fonu ve Dünya Bankası yönetiminde reform yapılması,reformun ardından dünya ekonomisinde bankaların yapılandırılması,finansal mimarinin değişimi, piyasalara işlerlik kazandırılması,yeni bir döviz rezervinin oluşturulmasında etkinleşme istemesini dert ediniyor.
*
Çünkü,Çin; gelişmiş ve gelişmekte olan ekonomiler arasında küresel ekonominin dengeleyicisi olmanın ‘olmazsa olmaz’ noktasındadır.
Şimdi Asyalı, Afrikalı ve Latin Amerikalı gelişmekte olan ekonomiler, ABD ve müttefiki batılı gelişmiş ülkelerin yakın zamana kadar kendilerini yalnızca kaynak ve pazar olarak algılamalarına,ekonomik olarak kendilerine bağımlı kılıp, bu ekonomik sistemle de dünya ekonomisi üzerinde tam egemenlik kurmuş olmalarına hayıftadır.
ABD ve gelişmiş ülkeler ise bilmedikleri bir dünyanın sabahına uyanmanın korkusunu sürüyor.
*
2007 ABD mali kriziyle birlikte; durgunluk ya da kriz yaşandığı zaman krizin yükünün gelişmekte olan ülkelerin sırtına yıkılmak istenmesi milat oluşturmuştur.
Gelişmekte olan ülkeler küresel ekonominin itici gücü olduklarını algılamış ,ABD’nin yönlendirdiği tek kutuplu dünya sistemi yavaş yavaş geride kalmaya başlamıştır.
İkinci bir ekonomik motor olarak devreye giren ve dünya ekonomisinde çok önemli rol oynayan, gelişmekte olan ekonomilerin en büyük temsilcisi Çin, şimdi çok kutuplu dünya sistemini inşa ediyor…
*
Sadece küresel ekonomik sistem değil, siyasi sistemde de büyük değişiklikler ve yeniden yapılanmalar yaşanıyor.
Avrasya’da Ukrayna’nın Baltık’tan Karadeniz’e, Hazar’dan Ortadoğu’ya kadar olan bölgedeki rolü, ABD-Rusya arasındaki güç dengesinin nasıl oluşacağını belirlemektedir.
Yoksa, ABD; Doğu Avrupa ve Kafkasya’yı Rusya’ya mı terk edecektir?
Kısacası, ABD’nin küresel ekonominin itici güc olmak rolü giderek zayıflamıştır ve küresel ekonomide gelişmiş ülkelerin payı azalırken, gelişmekte olan ekonomilerin küresel ekonomiye katkısı hızla artıyor…
*
Çin Halk Cumhuriyeti büyük pazarı ve güçlü üretim kapasitesiyle gelişmiş ülkelerin ihtiyaçlarına yanıt veriyor.
Gelişmekte olan ülkelerin yeniden sanayileşmelerine yardımcı olurken, yüksek teknolojili yatırım gereksinimlerini de karşılıyor.
Bu Çin’in küresel ekonomide sadece gelişmiş ülkelerle dikey rekabette olmadığını, aynı zamanda gelişmekte olan ülkelerle kollayıcı ve yatay rekabette olduğu,
ABD ekonomisi dursa bile Çin’in küresel ekonominin sigorta mekanizması haline geldiği anlaşılıyor.
*
Uluslararası Enerji Ajansı,bilhassa hidrokarbon kaynakları ile ilgili sorunlara çözüm getirmektedir.
Ajansın dünyanın enerji ihtiyacını analizleyen raporu, Çin merkezli Asya ülkelerinin ekonomik gelişmelerinin etkisiyle bugünden 2035 yılına enerji ihtiyacının üçte bir artacağına işaret ediyor.
Üstelik,2035’e kadar fosil yakıtların öneminde değişiklik beklenmiyor!
*
İki ülke,birincisi;ABD enerjinin pahalılaşacağı bu süreçte en çok ve büyük petrol kaynaklarını doğrudan ya da dolaylı kontrol edebilme kudreti,
İkincisi; Rusya en büyük doğal gaz kaynaklarına sahip olması kudretiyle öne çıkmıştır.
2035’e kadar Irak’ın küresel petrol üretimindeki artışın yüzde 45’ini tek başına sağlayacağı öngörülüyor, ardından Suudi Arabistan,İran,Kanada,Kazakistan’ın en büyük tedarikçiler olacağı bildiriliyor.
Avrupa’nın enerji gereksiniminde ciddi bir artış beklenmemektedir,ama yukarıdaki gelişmeler doğrultusunda Orta Doğu ve Hazar hidrokarbonlarının yüzde 90’ının Çin ve diğer büyük Asya ekonomilerinin ihtiyacına yönelmesi gerekiyor…
*
Bu tablo küresel ya da bölgesel anlamda enerji kaynakları ve nakil yollarının paylaşımında yaşanan zorlu mücadelelerin göstergesidir.
Küresel sistemde enerji maliyetleri ve ekonomi dinamiklerinin kökten değişimiyle birlikte ülkelerin ve bölgelerin önemlerinde çok sert ve çok derin dönüşümlerin yaşanacağı açıkça görülüyor…
*
Nitekim Çin;hem ABD’nin bölgeyi jeopolitik kontrolü altına almasını ve etkisini doğrudan kendi sınırlarına yakınlaştırmasından endişelidir,
Hem hidrokarbon ithalat hacmının önemli ölçüde artmasından hareketle, kendi enerji güvenliğini sağlamak zorunluluğuyla;
Hem Hazar bölgesi, hem Ortadoğu hidrokarbon rezervlerine ilgisini bölge ülkeleriyle geliştirdiği ekonomik ve siyasi ilişkilerde gösteriyor.
*
Hazar’ı kuşatan ülkelerde etkinliğini arttırıyor.
Kazakistan,Türkmenistan ve İran ile ekonomik,siyasi işbirliğini geliştirirken, enerji-yakıt sektörünü geliştirmek için hammadde altyapısını esaslı şekilde genişletmeyi öngörüyor.
Azerbaycan’ın Hazar’dan gemiler vasıtasıyla Rusya’ya,Kazakistan,Türkmenistan üzerinden Orta Asya’ya, Mançurya ve Çin’e ulaşmasına katkı veriyor.
*
Ya da Ortadoğu’da Irak-Şam İslam Devleti (İŞİD) ve benzeri terör örgütleri gibi zorlama organizasyonlarla Suriye’nin ve Irak’ın idari yapısının değiştirilmesi yönündeki faaliyetleri önlemek için İngiltere, Almanya ve İran ile kurduğu ekonomik işbirliklerini diplomasi ile zenginleştiriyor.
*
Ya da Çin, Rusya, Hindistan, Brezilya ve Güney Afrika’nın oluşturduğu BRICS işbirliği çerçevesi;ortak gelişme yönünde ekonomide istikrarın dayanak noktası ve uluslararası toplumda huzurun kalkanı olmak amacıyla bir Kalkınma Bankası ve Kurtarma Fonu kurmuştur.
Bu üye ülkelerin güçlerini birleştirerek ABD ve doların egemenliğine meydan okumaları anlamına geliyor,Dünya Bankası ve IMF’yi tek olmaktan çıkarken, ABD’nin güç hegomonyasında büyük bir gedik açılıyor.
*
Benzer biçimde Çin’in liderliğinde Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği, Doğu Asya Zirvesi çok sayıda serbest ticaret anlaşması sürüyor.
Ya da Şanghay İşbirliği Örgütü, Shangri-La Diyaloğu ve Asya Bölgesel Forumu gibi önemli platformlar bölgesel işbirliği mekanizmalarını geliştiriyor.
Asya’dan başlamak üzere ABD’nin hegemonya ve güç siyasetine dayalı eski dünya güvenlik anlayışı yerine karşılıklı güvene, yarara, eşitliğe ve eşgüdüme dayalı sürdürülebilir yeni bir güvenlik anlayışı gelişiyor.
*
ABD’nin değişmeye-yazan bu mekanizmaya karşın yapabildiği Rusya’ya ardarda ekonomik,siyasi ve askeri yaptırım paketleri açmak,
Suriye’de,Irak’ta Rusya’nın jeopolitiğini yıkmaya çalışmak,
Çin’i frenlenmek,geleceğini şekillendirmek üzere Asya-Pasifik’te rolünü genişletmek ve bölgede kalıcı olmaya çalışmaktan öteye gitmiyor.
Bu esnada binlerce insanın yaşamlarını yitirmesine,ailelerin sönmesine ,ülkelerin tarih ve kültür birikimlerinin yağma edilmesine hiç aldırış etmiyor.
*
İşte,belâyı sürüklemek üzere, hem Güney Çin Denizi’nde ticari ve askeri geçişleri kontrol,hem Japonya ve Güney Kore’deki üslere lojistik kolaylık sağlayan stratejik değerde Avustralya’da askeri personel,malzeme ve ekipman yerleştirmeye,istihbarat faaliyetlerini geliştirmeye ve bölgede uçak gemileri,nükleer denizaltılarını görevlendiriyor.
Vietnam ile askeri işbirliğini artırıyor,Filipinlere yeniden dönüş yapıyor, Japonya ve Güney Kore’deki üsleri geliştiriyor,Endonezya’da askeri ağırlık ve etkinliğin geliştirilmesine çalışıyor…
*
Son olarak Dışişleri Bakanlığı Koordinatörü Daniel Fried,ABD etrafında oluşan cepheyi bölmek amacıyla yeni bir öneriyle Çin’in kapısını çalıyor.
Çin’den Rusya’ya karşı uygulanan yaptırımlara katılmasını isteniyor.
Çin Dışişleri Bakanlığı’dan yaptırımların Ukrayna’daki durumu çözmeye yardım etmeyeceği,
Artık hiçbir ülkenin,gelişmiş bir askeri ittifakın bile 21. yüzyılın sorunlarıyla tek başına mücadele edemeyeceği,işbirliğinin daha fazla zorluklar başlamadan kurulmasının tek etkili çözüm olduğunda pekişilmesi ve işbirliği ruhunun geliştirilmesi gerektiği yanıtı alınıyor.
*
Ya Türkiye? Bu bakıştan yeni Türkiye görünmüyor.