NECDET BULUZ
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, bundan 4 ay önce yaptığı açıklamada “Bugünkü şartlarda siyaseti düşünmüyorum” demişti. Cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra yaptığı açıklama ise “Partime döneceğim” mesajını vermişti. Herkes, Gül’ün AK Parti’ye dönüp, Genel Başkan, ardından Başbakan olarak yoluna devam edeceğini sanıyordu.
Şimdi ise Gül “Siyasete mola vereceğim. İstanbul’a yerleşeceğim ve çalışmalarımı oradan sürdüreceğim” açıklamasını yaptı.
Cumhurbaşkanı Gül’ün Çankaya Köşkü’nde verdiği “veda resepsiyon”undaki mesajlarını alınca, Erdoğan-Gül çekişmesinin tüm açıklığı ile ortaya çıktığını gördük. Gül, yaptığı açıklamada “Bir tarafta bir zamanlar “aman cumhurbaşkanı olmasın” diyenlerin şimdi bana bir parti kurdurması, bir taraftan da bizim cenahtan epeyce saygısızlıkları gördüm. “ demesi, bir kırgınlığın, bir küskünlüğün ifadeleridir.
Nitekim Gül’ün eşi Hayrunnisa Gül de “Kendisi nezaketinden dolayı konuşmak istemiyor. Ben üzülmeyeyim diye twitter bile açmıyor. Önümdeki gazeteleri kaldırıyor” diyor.
Bütün bu açıklamalar Gül cephesinin kırgınlık ve küskünlük içinde olduğu gerçeğini açıkça ortaya koyuyor.
Aslında ortada var olan Erdoğan-Gül çekişmesidir. Erdoğan, istemiş olsa, Gül’ün önü açılmaz mı? Buna kim engel olabilir? Herşey formülüne uydurulur, Gül’ün partinin başına geçişi sağlanabilirdi. Böylece Başbakan olarak da partiyi yönetmesi sağlanırdı. Görünen, Gül’ün Erdoğan’ın önünde engel olacağıdır. Bu nedenle de daha önceki yazılarımızda da belirttiğimiz gibi Gül ve ekibinin önü kapatılmıştır.
Bundan sonra ne olur? Beklenen kavga başlar mı? Bu konuda şu anda bu konuda ne söylense doğru olmaz.
Şunu açık biçimde ifade edelim:
Gül, Cumhurbaşkanı olarak 7 yıl boyunca AK Parti’ye destek oldu. Önüne gelen kararnameleri Anayasa’ya aykırı olsa bile hemen imzalayarak Meclis’e gönderdi. Elinden gelen bütün gayreti gösterdi. Erdoğan’ı kırmamaya, incitmemeye özen gösterdi. Bütün bunların sonucu olarak AK Parti’nin Gül’ü harcadığını görmekteyiz.
Aslına bakılacak olursa Gül’ü partinin başında istemeyen Erdoğan’dır. Yarı Başkanlık sistemini kafasına koyan, partiyi Çankaya’dan da yöneteceğini açıklayan Erdoğan, Gül’e söz geçirebilir mi? İstedikleri yaptırabilir mi? İngilizceyi iyi konuşan, diplomatik alanda küçümsenmeyecek bir yeri olan ve partide sözü dinlenen Gül’ün bir noktada Erdoğan’ı gölgede bırakabileceği ihtimali göz önüne alınacak olursa Erdoğan’ın Gül’ü neden istemediği daha net görülebilir.
Bugüne kadar “Kardeşim Gül” diyerek kendisini Cumhurbaşkanı seçtiren Erdoğan’ın artık geçmişe sünger çekmesi ve kader arkadaşları ile yolları ayırma noktasına gelmesi tabanda nasıl değerlendirilir, getirisi ve götürüsü ne olur bunu da şimdiden kestirmek zordur.
“Siyasete arar vereceğim ve dinlenmeye çekileceğim” açıklamasını yapan Gül, eğer sahneye çıkmaz ise kısa zamanda unutulur gider. Bunu kendisi de çok iyi biliyor. Bu nedenle parti tabanında bir rahatsızlık ve ayrışma, Gül’ü rahat bırakmaz. Kapısını çalan çok olur. Yeni oluşum, kendiliğinden hayat bulabilir. Daha önceki yazılarımızda da değindiğimiz gibi, bundan sonra AK Parti, eski AK Parti olmayacaktır.
İşin bir de şu yüzüne bakalım:
Gül, dikkat edilecek olursa mücadele etmeden, vuruşmadan uzak kalmayı tercih ediyor. Erdoğan’ın kendisini istemediğini bildiği halde mücadeleyi göz alamadı. Bunun birçok nedeni olabilir. Zaman içinde bunların nedenlerinin de ortaya döküleceği görüşündeyiz.
Eğer bu ikilin arasında bilmediğimiz bazı konular varsa, bir mücadele söz konusu olmaz. Araya başkalarının sokulması ile bazı yoklamalar olabilir. Bunlardan da nasıl ve ne kadar sonuç alınabilir bunu da kestiremiyoruz.
Örneğin, Gül her açıklamasında “Ben parlamenter sistemden yanayım” derken, Erdoğan’ın kafasında hep “Yarı Başkanlık” sistemi vardı. Bu konudaki ayrışmanın da ikilinin arasını açtığını sanıyoruz.
Gül, bugün bile bu konuda şu vurguyu yapıyor:
“Benim bu konudaki fikrimi biliyorsunuz. Bu konular ilk defa tartışılırken ben parlamenter sistemden yana olduğumu söylemiştim. Tabii ki başkanlık sisteminin de demokratik bir sistem olduğunu kimse yadsıyamaz. Ama başkanlık sistemindeki gerçek anlamda denge, check balans, kuvvetler ayrılığı kurulduğu takdirde ki ABD sistemi böyle bir sistem, kongre ile yönetim arasında çok kesin ayrılıklar var. Şüphesiz ki bu da demokratik bir sistemdir. Önemli olan sistemlerin kendi içindeki tutarlılığının korunmasıdır. Başkanlık sisteminde de o sistemin kendi içindeki tutarlılığımı, dengelemeyi, kuvvetler ayrılığını muhafaza edecek şekilde olması, eğer bu parlamenter sistemse de bu sistem içerisinde kuvvetlerin ayrılığını dengelerin olacak şekilde gerçekleşmesi. Hangisini tercih edersiniz derseniz, bu halkın, çoğunluğun tercihiyle olabilecek bir şeydir. Bu Anayasa ile fiili Başkanlık olur mu? Onlara girmek istemem.”
e.mail: necdetbuluz@gmail.com
necdetes@mynet.com
Yazıları posta kutunda oku