KİŞİLİKSİZ KİMLİKLER
HÜSEYİN MÜMTAZ
Kıbrıs’ı ilk satan, devletlü, fehametlü, şevketlü, azametlü, “Ulu Hakan” Abdülhamit Han Hazretleridir.
”Ulu Hakan” Abdülhamid-i Sâni; 93 Harbi’nde ”hukuku şahanesine asla halel gelmemek” kaydıyla Kıbrıs’ı İngiliz’e “kiralamıştı”.
Şimdilerde mağrib’den maşrik’e yer kürenin neredeyse bütününde Osmanlı rüyaları gören Dâvutoğlu’nun aklına nedense; Kıbrıs’ta bu “hukuku şahane”nin izini sürmek, hukuku şahaneye halel gelip gelmediğini araştırmak, hesabını sormak hiç düşmüyor.
“İlk satış” böylece tarihe geçmiştir de, “son satış”ın nasıl, ne zaman ve nerede olacağı hakkındaki rivayetler hayli muhteliftir kıymetli okuyucu..
Bu yazıyı; kaleminden cıvık cıvık yağ damlayan, yalaka, herhangi bir cenaha embedilmiş akademisyen kılıklı yazar-çizer-müşavir-tezgâhtar-bezirgân kartvizitli kalem erbabının gözlüğüyle okumayın lütfen..
Hem kimle neyin meşveretini yapacaksınız ki!
Kıbrıs dışında yaşayan bir okurum yazıyor;
“Kıbrıs’tan döneli bir hafta oldu. Gördüklerime duyduklarıma inanamadım. İlle de Maraş’ı Rumlara verecekler, ille de Rumlarla beraber yaşamak isterler. Mademki tapular Rumlar’ın elinde ve Rumlar ekonomik krizde, satın alın dedim.
Erenköy’ün 50. Yılında Eroğlu gelmedi fakat Talat geldi. Sayın Elçi esniyordu, Talat telefonuyla oynuyor ve Kumandan ile gülüşüyorlardı.
Erenköy’e 100’ün üzerinde otobüs gitti, her otobüsün içinde en az 20 kişi vardi. Buna özel arabalar ve basın arabaları katıldı. Yeşilköy’de (Yeşilyurt, Yeşilırmak?) durduk. Erken saatti. Çay tuvalet ihtiyacı vardı. 2000+ kişiye bir kadın tuvaleti acıktı. Muhtar Bey iki tuvaleti kilitlemiş geceleyin, sabah kalkıp açmamış. Anahtarı almak için üç polis gitti. Çay, kahve için üç genç küçük bir cezvede kahve ve küçük bir çaydanlıktan sıcak su döküyordu ve konuştuğumuz gazeteciler bunu hoş görüyordu. Bu ne mantık! Erenköy’de de durum değişik değildi. Yazıklar olsun. Şehitlerimize yakışmıyor”.
Bunlar adaya “part time” gelenlerin gördükleri.. Bir de “full time” yaşayanlara kulak verelim.
“Ülkede ‘törenler ve kutlamalar’ dışında, olumlu bir konudan veya olumlu gelişen bir şeyden bahsetmek mümkün mü?
Doğru, doğru, 5 yıldızlı otellerimiz dolu! Kumarhanelerimiz maşallah! Gözü olanın gözü çıksın ki bu ayrı bir mesele…
Polis teşkilatımızda yıllardır ciddi bir sıkıntı vardı… Terfiler, nakiller resmen moralleri bozmuştu. Kimle konuşsak durum bunu gösteriyordu.
Ama son dönemlerde yaşananlar, örneğin Girne’de trafik cezalarının cebe indirildiği iddiası, bir cinayet davasının en önemli sanık ve tanığının ‘ölümü’; ardından soygun ve soygunda bir müfettiş muavininin ‘en ciddi şüpheli’ durumunda olması silkelenmenin en alasını gerektiriyordu…
Bu arada törenler yapıyoruz…
Önce 20 Temmuz, ardından 1 Ağustos… Resmi tatil de var ki o da kutlamanın esas sebebi!
Törenlerde nutuklar sallıyoruz! ‘Devletimiz sonsuza dek yaşayacak!’ diye…
Elbette görevi gereği bunu söylemek zorunda olan makamları anlayışla karşılarım ama artık bilmeleri lazım ki; ‘sonsuza dek yaşayacak’ dedikleri ‘devlet’ cidden engelli!
Bitkisel hayatta! Doğru giden bir şey yok!
Bizim gondralar ne olacak?
Aylardır Ozanköy’de yollar çukurdan geçilmiyor…
Kime sorduysak, başkasını suçluyor, altyapı işinden bahsediyor ama bizim külüstürde ne gondra kaldı ne lastik!
‘Olsun, KKTC sonsuza dek yaşayacak ya, bana ne senin lastiklerinden veya gondra sustandan’ diyebilirsiniz! Siz de haklısınız!
Poliste terfiler, atamalar, nakiller sıkıntılı…
Ülkede 2011’den sonra işe girenle ondan önce iş alan arasında uçurum kadar maaş ve diğer hak farkı var…Aynı okulda öğretmenlik yapan 4 senelik bir öğretmen ile 3 senelik öğretmenin maaş ve hakları dağlar kadar farklı…Astsubaylarda da aynı durum…Belediye çalışanlarında da…
Ülkede taksicilik sektörü sıkıntılı… Eğitimsiz, ülkeyi bilmeyen, kılık kıyafetine önem göstermeyen ve kaçak da çalışan bir sistem oluştu… Kendi aralarında kavgalılar… Oteller taşısın mı taşımasın mı? Kumarhaneler kendi müşterilerini götürsün mü götürmesin mi?
Birbirilerine girdiler…
İçmediğimiz suyla ekmek yapıyoruz. Fırıncılık ülkede sıkıntılı…Yediğimiz ekmek, içmediğimiz suyla yapılıyor… Fırınlarda yakacak olarak ne kullanıldığını bilen bulunmuyor!
Ekmek! Kutsal yiyeceğimiz…
Ülkede elektrikler bir gidiyor, bir geliyor… Buzdolabı yanıyor, bozuluyor… İnternet göçüyor…
Telefonda karmaşa… Ara bağlantı ham hum; kimse müdahale edemiyor…
Ama törenler yapıyoruz…
Törenlerde nutuklar atıyoruz…
‘KKTC sonsuza deeeek…’ Yaşayacak!
Bitkisel hayatta ama olsun!
Bu ülkede avcılık bile sıkıntılı… Av kalmadı… Av adabı kalmadı…
Ülke çöp içinde…
Yol kenarları kola maşrabbası ve plastik şişe dolu… Naylonlar cabası…
Ülkede başkent mahvolmuş durumda…
Tarihi eserler dökülüyor… Girne Kalesi yıkılacak efendiler ve hanımefendiler! Kimsenin umurunda değil!
Siyasetten medet ummak hakkımız!
Siyaset, çevreden çok daha kirli!
Parlamentodaki partilere bakar mısınız?
Cumhurbaşkanı ile Dışişleri Bakanı’nın neden küs olduklarını kim anlatacak?
Esnaf borç içinde…
Bayram bitti, mağazalarda alış veriş yapan tek tük bir kaç kişi kaldı…
Çiftçi isyanlarda…
Hayvancı darmadağın…
Patates üreticisi, narenciye üreticisi grak grak durumunda!
Dağlar oyulmuş…
Yolsuzluklar biliniyor ama tek bir adım görünmüyor…
Her defter kapandı, kapatıldı!
Ama törenler var… Toplum katılmıyor bu törenlere ama olsun… İhtişamlı törenler…” diyor Serhat İncirli..
“Tüm kavgaların tek sebebi, çıkarlardır. Kişisel çıkarlar… Ya koltuk hırsı ya da koltukla birlikte elde edilen kazanımların hırsı…
Topluma hizmet veya ideolojik nedenlerle yaşanan bir kavga olsaydı, ayakta alkışlardık…
Ve biz bu insanlardan, birbirine küs, birbirinin kuyusunu kazmak için Bizans entrikacılarına ders verebilecek bu ‘tip’lerden çözüm umuyoruz…
Sizin ümidiniz var mı?
Çıkara dayalı olarak birbirine küsen, birbirinin kuyusunu kazmak için oyunlar oynamaya çalışan, meyhanelerden memleket yönetmeye alışık bu gruplardan ve kişilerden ‘medet’ ummak, akıntıya kürek sallamaktan başka bir şey değil…
Dikkat edin, kürek çekmek bile değil… Akıntı aldı gemiyi götürüyor, sürüklüyor ve hangi kayaya vurup darmadağın edeceği de belli değilken, biz oturduğumuz yerde kürekleri havaya sallıyoruz…” diye devam ediyor başka gün Serhat İncirli.
“Saat 10:11. Elektrik dairesine girerek, sıra numaramı alıyorum.202.
Duvardaki pano 151’i gösteriyor. İçerideki kalabalıktan belli zaten.
8 vezneden sadece iki tanesinde memur var. Bir başka memur ise sadece elektrik bağlatma işlemleri için veznesinin başında.
Saat 10:35.
Memurlardan birine yaklaşarak, mümkün olduğu kadar en sakin ses tonumla soruyorum.
‘Neden sadece iki vezne çalışıyor?’
Adam önce dediğimin doğruluğunu konrol etmek istercesine arkadaşlarına bakıyor sonra gayet kendinden emin bir şekilde ‘Eee.. arkadaşlarımız ya izinli ya hasta.’
‘Hadi canım’ der gibi kaşlarımı kaldırıp volta atmayı sürdürüyorum.
Saat 10:48 İşte mucize. 3. görevli gelerek yerini alıyor ve işlem yapmaya başlıyor.
Biraz evvel konuştuğum memur bana ‘İşte üç kişi yaptık’ diyor. Hani biraz mahçup olmak yerine, lütfettiğini ima eden bir tavırla. Aramızda birkaç adım mesafe var.
Tam cevap vermek için adımımı atıyorum. ‘Boşver Ebru’ deyip vazgeçiyorum.
11:05 Aaa işte bir mucize daha. Bir memur daha aniden iyileşip izinden dönüyor. Vezneler dört kişi oluyor.
İşlemimi yaptırıyorum. Bilet makinesinin sıra numarasına bakmak için yanına gidiyorum. 258.
Kalabalığın derecesini anlamışsınızdır.
Kapıdan çıkıyorum, alamıyorum hırsımı dönüyorum aynı memura. ‘Ya biri ölürse’ diyorum.
Ne dediğimi anlamadığı belli, sessizce yüzüme bakıyor.
‘Veznedekilerden biri ölse, ne olacak?’ diye tekrar ediyorum sorumu, ‘Hep eksik elemanla mı çalışacaksınız?’ Yine cevap yok.
Hızlı adımlarla çıkıyorum dışarıya. Bu sefer ehliyet dairesine giriyorum.
Küçük odada 16 kişi bekliyor. Ben dahil.
Üç veznenin, sadece birinde görevli var.
On dakika sonra başka biri gelerek yerini alıyor ve işleme başlıyor.
Üçüncü vezne ben çıkana kadar boştu.
Yani sözün kısası, memur fazlası var diye şikayet edenlere aldanmayın. Yalan!!!!!!!! Ben bugün hep eksik gördüm, hiç fazlaları yoktu” diyor Ebru VERITY.
Bir de benim gördüklerim..
Girne.. Sokak lambaları yanmıyor.. Telefon ediyoruz; “Abi direkler demir mi tahta mı?”; “Demir”.. “Demirse çıkamayız”…
Sonuç.. Belediye ve elektrikçiler demir elektrik direklerine kimin çıkacağına bir türlü karar veremedikleri için sokak lambaları bir senedir yanmıyor..(Şehit Mehmet Mustafa Sokak)
Gene Girne.. Belediye çöp kamyonu, apartmanın çöp konteynerini boşaltmaya geliyor. Boşaltıyor, koca konteyneri yolun ortasına bırakıyor. Öyle ortasına ki, araç geçemez..“Aldığınız yere koysanıza” deyince de “Bizim işimiz değil” cevabını alıyoruz..
Belediye’de ilgili yere telefon edince de yine ayni cevabı alıyorsunuz.. (İnönü Caddesi)
“Çöpkent” Lefkoşa’nın 5 senedir içinde bulunduğu çöplükten bahsetmiyorum bile..
Bir de torbadaki büyük turpu dinleyin..
Vatandaş bir devlet dairesinde üst düzey kamu görevlisi, eşini ve iki çocuğunu alıyor yanına, arabayla Türkiye turuna çıkıyor. Türkiye’ye “KKTC kimliği” ile giriyorlar.. Gezip tozuyorlar.
Canları Türkiye dışına çıkmayı istiyor. Gümrük görevlisi, “Bu ne?” diyor, “Avrupa Pasaportu”.
Peki “giriş”iniz nerede? Yok..
“Çıkamazsınız”.. “Neçün?”
Niçin’i var mı? Türkiye’ye girerken KKTC, çıkarken “Rum pasaportu”…
“Rum pasaportu” modası çıkana kadar, 40 yıldır Kıbrıs Türkü adaya kısılıp kalmış mıydı?
Bana biri bu mantığı anlatabilir mi?
“Ne paranı, ne askerini isteriz” tamam da;
Çöp konteynerini yerine koymayan, sokak lambalarını yakamayan, devlet dairelerinde eksik memur çalıştıran, adsl’i, telefonu hep bozan, ekmeği bozuk un ve suyla yapan, yollara-sokaklara çöp atan, esnafı, çiftçiyi, hayvancıyı, taksi şoförünü mağdur eden de mi Türkiye?
Türkiye mi 40 yıldır milletvekili listelerini düzenledi, partilere şekil verdi, sandık sonuçlarını “dizayn etti?”
Eşdeğer puanları hesaplayan, o puana göre mal dağıtan da mı Türkiye?
Hırsızın hiç mi suçu yok?
Hırsız kim?18 Ağustos 2014
57’İNCİ ALAY HER YERDE
HEPİMİZ 57’İNCİ ALAYIN NEFERİYİZ
Yazıları posta kutunda oku