Site icon Turkish Forum

1977’de yazmış: EN BÜYÜK BELÂ!

ATTİLA İLHAN20 Temmuz 1977Ben, “teslimiyetcilik” ten dehşetli ürkerim! Bir ülkenin başına gelebilecek en büyük belâ budur, çünkü yönetici kadro, devleti ayakta tutanlar, bunun kan dolaşımı demek olan kültürel fikir alışverişi, geleceğine olan güvenini yitirmiş, savaşmadan, savaşmayı düşünmeden kaleyi teslimi çare sanmaya başlamıştır. Allah muhafaz...a! - 1620904 856378857705462 7941191279205206731 n
1620904_856378857705462_7941191279205206731_n

ATTİLA İLHAN
20 Temmuz 1977
Ben, “teslimiyetcilik” ten dehşetli ürkerim! Bir ülkenin başına gelebilecek en büyük belâ budur, çünkü yönetici kadro, devleti ayakta tutanlar, bunun kan dolaşımı demek olan kültürel fikir alışverişi, geleceğine olan güvenini yitirmiş, savaşmadan, savaşmayı düşünmeden kaleyi teslimi çare sanmaya başlamıştır. Allah muhafaz…a!

İngiltere Dışişleri Bakanlığı arşivlerinde 3 Nisan 1919 tarih ve 453 numara ile kayıtlı nasıl bir belge vardır, bilir misiniz? Özetleyeyim; Sadrazam Damat Ferid Paşa 30 Mart 1919 günü İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Caltrophe’a gitmiş, adama bizzat padişah tarafından hazırlanmış olan gizli bir anlaşma taslağının Fransızca çevrimini sunmuştur. Adı gecen belge budur işte, iceriğiyse nedir tahmin edebilir misiniz, hayır mı, öyleyse sıkı durun; bu belge, yani sözleşme ile son Osmanlı Padişahı Mehmet Vahdeddin’in “ yabancılara karşı bağımsızlığını koruması, iç güvenliğini sağlaması”
için Türkiye’yi on beş yıl süre ile İngiltere’ye sömürge olarak teklif etmiştir. İngiltere İmparatorlukta uygun gördüğü her yeri işgal edebilecek, istediği her şeyi yaptıracak, Vahdeddin’in kafasına göre böylelikle “ ülkenin bağımsızlığı ve iç güvenliği” korunmuş olacaktır, ne “dehşetengiz” bir tasarı değil mi?
Teslimiyetciliğin sanırım bu kadarı az görülmüştür. Ama yakın tarihimizde başka ve çok hazin teslimiyetçilik örnekleri vardır.
Bakın 1 Eylül 1919’da Alemdar gazetesinde Refii Cevad (Ulunay) ne yazıyordu;
“İstiklal bizim gibi idare bilmeyen ellerde milleti harp ve ihtilal ile zulm ile mahvetmek icin veba gibi tahrip edici bir felaket oldu. Güzel memleketimizin bundan sonra elimizde kalan kısmını korumak için tecrübe görmüş bir hocaya ihtiyacımız vardır. Bu hoca bizim istiklalimizi muhafaza etmekle beraber bizi yaşamaya ve yaşatmaya layık bir halde bulundurmalı. (…) İstiklalimizi temin edebilmek
icin kuvvetli bir devletin muzaharetine muhtacız, o devlet ki İngiltere’dir ve İngiltere olması lazımdır, bizi elimizden tutmalı ve para sarf edilmesi lazım gelen yerleri bize göstererek yaşamaya layık bir kuvvet halinde bizi muhafaza eylemelidir.”

Aynı 1919 Eylülü’nün ortalarına doğru İngiliz Muhipleri Cemiyeti’nin kurucusu Sait Molla Türkçe İstanbul gazetesinde şunları yazıyordu:
” … Artık mukadderatımız üzerinde ne himaye ne manda kelimeleri bahis mevzu olabilir. Şimdi İngiliz tarafından, İngiliz dostlarınca bahis mevzuu olacak şey, o istiklalcilerin, takip ettiği gibi beynelmilel bir vaziyeti intaç edecek olan istiklal değil, İngilizlerin yardımı ve himayesiyle teeyyüd edecek olan bir istiklaldir.”
‘Teslimiyetci’, ic ve dış cok ağır sorunlar karşısında kaldığı zaman, bu sorunları olanaklarına ve gücüne dayanarak karşılamayı, üstesinden gelmeyi havsalasına sığdıramayıp; sorunların sahibi görünen güçlü ülkelere sığınmayı, akıllı ve işbilir çözüm sanan kişidir. Küçük devlet büyük devlet ilişkilerinde cok rastlanır bu olaya ülkemizde en ağır bicimiyle Mütareke’de rastlanmıştı. 1950’den bu yana yine sık sık rastlanıyor, emperyalist sistem, Türkiye’de istemediği şeylerin geliştiğini görüp de ortalığı karıştırmaya, ambargo üstüne ambargo koymaya başladı mı, bazı politikacılarda, gazetelerde, sözcülerde bakıyorsunuz, garip bir yumuşama; ülkenin çıkarları üzerinde direnme yerine, gündelik cıkmazları abartıp, kademe kademe teslimiyetcilerle, ‘durumu kurtarmak’ usta politikacılık sanılıyor, ortaya öyle sürülüyor. Aman dikkat! Ne çektiysek, teslimiyetcilikten çektik.

Dün ülkeyi yönetemediğimizi kabul edip bağımsızlığımız ve iç güvenliğimizi koruması icin ülkeyi İngiltere’ye peşkeş çekmekle, bugün iç ve dış kaynaklarımızın tıkandığım, dışarda Kıbrıs yüzünden cok ciddi sorunlarla karşı karşıya kaldığımızı, askeri ve iktisadi ambargo yüzünden bunaldığımızı ileri sürüp Dünya Bankası’nın, Para Fonu’nun, tek kelimeyle emperyalist sistemin isteklerine
baş eğmek, o kadar da farklı şeyler değillerdir. Zira son hesaplaşmada, her iki halde dizginleri ele alacak
olan emperyalizmdir, boynunu satırın altına uzatacak olan da Türkiye…
Ama bakın, 2 Ekim 1919 tarihli İrade-i Milliye’de imzasız cıkan (ama Mustafa Kemal’in yazdığı bilinen) yazıda Türk’e yakışan çıkış yolu nasıl işaret edilmiştir;

” … Hasis menfaatlerini kutsal duygulara tercih edip gücünü halktan almayan resmi bir kuvvetle, bunların gücünden yararlanan çıkarcı ve duyguları bakımından yozlaşmış bir azınlığın dışında bütün millet ve memleket, Anadolu’nun sinesinde verilen bir işaret üzerine yığın halinde kıyam etmiş birleşmiştir. İşte hareketi milliye bugünün en büyük sorunu olan ulusal bütünlüğü ve ulusal istiklali (bağımsızlığı) korumak icin bütün milletin azim ve imanından doğdu…
Bu ayaklanma yalnız hamiyetsiz bir iktidarı bulunduğu yerden düşürmek değil, memleketin mukadderatını belirlemede ulusal iradeyi egemen ve ‘milleti amil’ kılmak ve şu anda dışarıdan da varlığımıza yöneltilecek saldırıları red iptal ve sonsuz olarak halk egemenliği sağlamak gibi üc cepheli bir sahnede mücadeleyi göze almıştır…”

Bir yanda mülkün istiklalini korusun diye İngiltere’ye onu teslim eden teslimiyetci kafa, öte yanda milletin istiklal ve hakimiyetini dışarıdan yöneltilecek saldırılara karşı, yine milletin savunacağını belirten Müdafaa-i Hukukcu kafa: Neredeyse 60 yıl sonra, Türkler icin seçeneklerin hala aynı, ya da çok benzer olması hazin değil midir?
(20 Temmuz 1977)
HANGİ ATATÜRK / Attila İLHAN

Exit mobile version