Yeni bir nesille bireycilik ve apolitiklik kutsandı, ulusal değerler ayaklar altına alındı, çarpık bir ekonomik yapı ardından toplumsal doku tahrip edildi.
Nihayet, yıllar içinde oluşturulan insan sermayesi ve kişiler arasındaki sosyal sermaye yatırımından AKP’nin iktidar olmasıyla birlikte bir İslamcı kadro hareketi, devletin elit kadrolarını tüm yapılardan sildi.*
Cumhuriyetin antiemperyalist, bağımsızlıkçı,çağdaş karakterinden yükselen ulus devlet yerine,
Başbakan’a bağlı Milli İstihbarat Teşkilatı merkezinde;Türkiye’nin demokratikleşmesini yöneten ABD/CIA, Kürtlerin demokratikleşmesini yöneten İsrail/MOSSAD, askeri yöneten NATO unsurlarının emrinde;
Recep Tayyip Erdoğan ve Fethullah Gülen unsurları merkezi, yerel, özerk idareler ve bilumum kurumda paralel bir yapı oluşturdu.
CHP ve MHP’de bu güçlerin eline geçti…
*
Ekonomik dengeler yeniden düzenlendi, devlet Orta Doğu’ya yönelik politikalarda kurumsallaştırıldı.
Yeni Türkiye,Osmanlı’nın egemen olduğu İslam toplumlarındaki siyasal kültürün kurumları ve kültürel kodlarının çağdaşlaşmasının siyasetini yapıyordu ki;
ABD, İslamcıların Ulusal Güvenlik Stratejisindeki “Güvenlik, Refah,Değerler ve Uluslararası Düzen” başlığındaki çıkarlarına uyum sağlayamadığını anladı.
Çünkü İslamcılar uygulamalarıyla kitlelerini Batı tipi düzenin gayri İslami bir istibdat düzeni olduğu fikrinde “İslami Cihad”a yöneltiyordu…
O yüzden paralel yapıdan Fethullah Gülen kadrolarının tasfiyesine başlandı.
*
ABD’nin Türkiye üzerindeki siyasi mühendisliğinin bu noktasında, Tayyip Erdoğan’ın 12.Cumhurbaşkanı seçilmesi üzerinden henüz 24 saat bile geçmemişti.
Abdullah Gül Cumhurbaşkanlığı görevinin fiilen bittiğini,geçmişteki siyasi mücadelesine atıf yaparak, AKP’ye geri döneceğini açıkladı.
Açıklamanın zamanlaması, Erdoğan sonrası dönem için partide rahatsızlık yarattı…
Yoksa,hepsi ılımlı islamcı liberal, fakat biri batıcılar, diğeri mezhepçiler arasında iktidar kavgası mı başlıyordu?
*
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin kaybedilmesinin ardından CHP’de de ortam gerildi.
Kemal Kılıçdaroğlu, Atatürkçü Düşünce Sisteminden gelen, ilişkilerinde yazısız kurallar ve geleneklerde yapısallaşmış ve kurumlaşmış, Kemalist tutarlılıkta davranış birliği içinde katılımcı,özgür insanları,
Genel Seçimler ve Yerel seçimlerde CHP’nin TBMM grubundan, İl ve İlçe örgütlerinden ,kısaca politikanın tüm alanlarından uzaklaştırmıştı.
Siyaseten Türk Ulus Devletinin AKP Devletine dönüşmesine karşı çıkma ve engel olma muktedirliğine son vermişti.
*
Ekmeleddin İhsanoğlu’na karşı partili bir aday çıkarmak için 20 imza bulamayan muhalif milletvekilleri, Kılıçdaroğlu’na istifa çağrısı yapıp, kurultayın toplanması çağrısı yaptı.
CHP yönetiminden yanıt gecikmedi “Parti tabanı kurultay istemiyor.Madem istiyorlar, bulsunlar 586 imzayı, sonra kurultay çağrısı yapsınlar” dendi…
*
O sırada, Türkiye’yi tam anlamıyla güden ve “nerede ve ne zaman olursa olsun küresel olaylara karşılık verme yeteneği düşmanlarla savaşıp savaşmamaya değil,bunun nasıl yapılacağı ile ilgilidir özetinde askeri stratejisiyle” ABD,
Ve bu stratejinin makul savunma sistemine, güne özgün niteliklere, esnekliğe ve etkili partnerliğe uygun olduğunu Stratejik Konseptine işlemiş olan NATO;
Çıkarları uğruna dünyayı binbir türlü entrika ve tefrikaya boğmuştur, fakat başı tarihte hiç olmadığı kadar ağrımaktadır.*
ABD/NATO’nun ekonomik,siyasi,askeri entrika ve tefrikaları sonucunda küresel piyasalarda üretime yönelik yatırımlar önemli ölçüde azalmış, işsizlik giderek yükselmektedir.
Düşük ücret ve daha fazla çalıştırma, borç esareti, haciz ve tahliyeler,iflaslar,aşırı yoksulluk ve açlığın artması engellenemiyor.
Yetmezmiş gibi aşırı silahlanma küresel dengeyi sarsmaktadır ki;
*
Yavaş yavaş Friedrich Nietzsche’nin, “Sen yeni bir kudret ve yeni bir hak mısın? Kendi kendine dönen bir çark mısın? Yıldızları da zorlayabilir misin senin etrafında dönsünler diye?” ifadesi dünyanın çok yerinde yankı bulmaya başlamıştır.
Mesela, Rusya Devlet Başkanı Putin “SSCB’nin dağılması ve Soğuk Savaş’ın sona ermesi ardından Batı’da bize karşı oluşan hırsın ve tek kutuplu dünyanın sağırlık döneminin sözde değil uygulamada sona ermesi gereklidir” diyor.
Olmazsa olmaz, Birleşmiş Milletler merkezinde adalet ve ulusal çıkarlara saygı ilkelerine dayalı yeni bir küresel statü, bunu belirleyen yeni bir uluslararası hukuk talep ediyor.
*
Küresel tabandan çok kuvvetli talepler yükseliyor.
Bir yanda Asya’da hegemonya siyasetine dayalı eski dünya güvenlik anlayışı yerine karşılıklı güvene, yarara, eşitliğe ve eşgüdüme dayalı sürdürülebilir yeni bir güvenlik anlayışı gelişiyor ve Asya-Pasifik dengesini,
Öte yanda, Avrasya’da Ukrayna’nın Baltık’tan Karadeniz’e, Hazar’dan Ortadoğu’ya kadar olan bölgedeki rolü ABD-Rusya arasındaki hegemonya dengesini zorluyor ve Avrupa-Atlantik dengesini yeniden oluşturmaya-yazarken,
Afrika’da da ABD ve Çin’in rekabeti yarını belirleyen önemli unsurlardan biri olarak öne çıkıyor…
*
Bu çerçevede Avrasya’da son durum şöyledir;
ABD ve AB Soğuk Savaş zihniyetiyle Avrupa-Atlantik dengesini kendi lehlerine çevirmek için Rusya’ya ardarda ekonomik,siyasi ve askeri yaptırım paketleri açıyor.
Bir yandan da Suriye ve Irak’ta mezhepler ve etnik güçler üzerinde uyguladığı politikalarla hem Rusya, hem İran’ın bölgedeki jeopolitiklerini yıkmaya çalışıyor.
*
Bu politikaların tümü,birincisi AB üyesi ülkeleri ekonomik çıkarları yönünde nasıl bir yaklaşım sergilemeleri konusunda bölüyor.
İkincisi, İran ve 5+1 grubu arasında başarıyla süren nükleer silah müzakerelerinde 20 Temmuz’a kadar kesin sonuca ulaşılamayıştan, fakat gelecek Kasım ayına kadar uzatılmasından hareketle;
İran’a dayatılan tek yanlı yaptırımların ortadan kaldırılması, İran’ın uluslararası enerji piyasalarına ulaşması için işbirliği yapılması, Irak’da yeni kurulacak hükümette Sünnilerin belli bir dengede tutulması karşılığında IŞİD örgütü vasıtasıyla Irak’ın idari yapısının zorlanmaması kararlaştırılıyor.
*
Bu suretle, birincisi; İran’ı yaptırımsız statünün üstünlüklerine inandırmak, nükleer programı konulu görüşmelerde uyuşmalara razı ettirmek,
İkincisi; Yaptırımların kaldırılmasıyla birlikte ABD ve AB şirket ekonomileri yararına İran gibi büyük bir pazarın açılmasını sağlamak,
Üçüncüsü; İran’ın yeniden uluslararası petrol ve gaz piyasalarına sürülmesiyle Rusya’nın o piyasalarda elini zayıflatmak, böylece Rusya’ya uygulanan yaptırımların sağlamlaştırılması, İran piyasalarından çekilmeye zorlanması, sonuçta Rusya’nın bölge jeopolitiğinin yıkılmasının hedeflendiği bir gündem yaşanıyor.
*
Bu fonun önünde, her ne kadar A.Gül’ün açıklamasının zamanlaması, Erdoğan sonrası dönem için AKP’de rahatsızlık yaratıyorsa,
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin kaybedilmesinin ardından CHP’de de ortam geriliyorsa;
Bunların esasen ABD’nin mandası Türkiye için hazırladığı siyasi mühendislik projesinde hiç bir kıymeti yoktur.
*
Cumhurbaşkanı Erdoğan,Ortadoğu’nun değişen sosyolojisi çerçevesinde çıkacak mezhepsel ve etnik kimliklerin ulusal ya da bölgesel çatışmalara neden olmaması için
Milliyetçi değil çoğunlukçu, otoriter ve siyasal ılımlı islama açık,
Zımnî üst kimliğin “İslam Milleti”, fakat anayasal üst kimliğin “Türk Milleti” değil “Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlığı”nın olduğu,
Cumhuriyetin niteliğinde Atatürk milliyetçiliğine bağlılık ve Atatürk’ün inkilâp ve ilkeleri doğrultusu, devletin bölünmez bütünlüğü ve dilinin Türkçe oluşuyla ilgili bir hükmü içermeyen,
Devlet odaklı değil birey odaklı,yargı ve askeri vesayete değil güçlü parlamenter sistemi çekip çeviren, merkezi değil yerinden yönetime dayanan yeni bir anayasanın öngördüğü AKP’li bir başkandır.
*
Diğer kanadı ise Arap dünyasındaki demokrasi taleplerini desteklemenin ilkesel olarak doğru bir tercih olduğunu AKP ile paylaşan,
Rağmen din,mezhep, ideoloji ve kimlik esaslı değil insan hakları, çoğulcu demokrasi ve hukukun üstünlüğü gibi evrensel değerler esaslı bir dış politikanın icra edilmesini talep eden,
Demokratikleşme, insan hakları ve eşit vatandaşlık olmak üzere temel iç meselelerin halledilmesini öngören,ancak bu takdirde Türkiye’nin Ortadoğu’ya anlamlı mesajlar verme ve bölgenin geleceğinde olumlu rol sahibi olunacağına inanan, Avrupa Birliği üyeliğinin ısrarında,
“Doğu’nun İslamcılığı, Batı’nın Liberalizmi Konsepti”nde AKP, CHP ve MHP’den devşirilenlerin oluşturacağı bir kitle hareketinin oluşturacağı anlaşılıyor.
*
Batı,ancak bu şartlarda mandası Türkiye’nin sınırlarındaki komşu ülkelerle sıcak çatışmaya girmesi halinde yanında olacaktır.
O yüzden Genel Sekreteri Rasmussen, IŞİD’in ittifak üyesi Türkiye’yi tehdit etmesi halinde, NATO’nun Türkiye’yi savunmak için gerekli tüm adımları atacağını söylüyor.
Batı, ancak bu şartlarda Türkiye’nin her ay 4 milyar dolarlık döviz açığını nereden geldiği belirsiz dış kaynakla dengeliyor.
*
Yine de ABD/NATO’nun başı tarihte hiç olmadığı kadar ağrıyor…
Türkiye’nin ise ağrıyacak ne başı,ne kıçı …
13.8.2014