RUMLAŞMAK, ARAPLAŞMAK, MUASIRLAŞMAK..
Hüseyin MÜMTAZ
Akçura’nın “Üç Tarz-ı Siyaset”inin (Osmanlıcılık, İslamcılık, Türkçülük) günümüze yansımalarını ayrıntılı bir biçimde incelemiştik.
Bu sefer de, yine geçen yüzyılın başında Gökalp’in yaptığı başka bir üçlü tasnife göz atıyoruz; “Türkleşmek, İslâmlaşmak, Muasırlaşmak”..
Cumhuriyet’in yüzüncü yılına doğru nükseden rahatsızlıklara karşı reçeteyi geçen yüzyılda arıyorsak, fikrî sefaletimizin içinde bulunduğu durumu varın tasavvur edin.
Türkiye kendi baş döndürücü gündemini, ne yazık ki yine kendi kendine yaşıyor.
Dışarıda Ukrayna, İsrail/Filistin, Mısır, Libya; Irak’ın ve Suriye’nin bölünmesi; kestikleri kafalarla top oynayan IŞİD’cilerin kapıyı çalar hâle gelmesi…
İçeride ise nüfusumuzun 40’da birine ulaşan (2 milyon) yeni “azınlığımız” Suriyeliler; yaşayış tarzları benzeştiği halde güney illerimizde bile Suriyelilere karşı oluşmaya başlayan tekme-tokatlı-sopalı tepkiler; Güneydoğu’daki “önlenemeyen” Kürt bölünmesi..
İstanbul’daki Suriyelilerin, nüfusu 335 bin olan Sarıyer İlçesi’ne yaklaştığı ve 330 bini bulduğu belirtiliyor. Ülke genelinde en fazla Suriyeli nüfus yoğunluğuysa sığınmacı kamplarının bulunduğu Gaziantep’te. Bu kentteki Suriyeli sayısı 220 bin olarak belirlenirken, Erzincan, Giresun, Gümüşhane, Kastamonu, Sinop, Tunceli, Bayburt, Ardahan ve Iğdır’ın aralarında bulunduğu 9 kentte Suriyeli olmadığı açıklanıyor.
2 milyon Suriyeli Arap’a kayıtsız, belgesiz, şartsız kapıyı açıyoruz ama IŞİD ve Peşmerge zulmünden Erbil’e sığınan Türkmenlerin Türkiye’ye sığınma talebine Türkiye Başkonsolosluğu yetkilileri “pasaport çıkarın” yanıtı veriyor.
Suriyeli Araplardan istemediğimiz pasaportu Türkmenlerden istiyoruz ama Gürcistan’a/Batum’a sadece “kimlik”le geçen 4.5 milyon Türk vatandaşının kumarhanelere 250 milyon dolar bıraktığını görmüyor, duymuyor, bilmiyoruz.
Bütün bunların hiç biri önemli değil, çünkü Cumhur”başkan”ı seçiyoruz..
Kimse Ermeni sınırında öldürülen 9 (sonra 14 oldu) Azeri askeri yahut idam edilen 9 Uygur Türkü ile de ilgilenmiyor.
Irak/Suriye Türkmenlerinden kimsenin haberi yok..
Gündemimiz hâlâ aya gitmek filan değil, Vahhabilik, Selefilik..
El Kaide, El Nusra, Rabia var…
Çok sayıda Selefinin İstanbul Ömerli’de kıldıkları bayram namazının görüntülerinin medyada yer alması üzerine Ruşen Çakır iki, üç ay önceki bir yazısını hatırlatıyor;
“İslami hareketin yaşamakta olduğu şu büyük hayal kırıklığı ve bozgunun ardından Türkiye, tarihinde görmediği ölçüde sert bir İslamcı dalgaya tanık olabilir. İslamcılık tek başına sorun değil. Ancak esas olarak ‘yeni-Selefilik’ denen akımı kastediyorum. Tüm bu yaşadıklarımızın, İslam ülkelerinin ve Batı’da yaşayan Müslüman toplulukların çoğunu altüst eden, en çok geleneksel İslami yapılanmaları tedirgin eden ve ülkemizde bugüne kadar ciddi olarak kök salamamış olan ‘yeni-Selefilik’ akımı için son derece elverişli bir zemin hazırladığı kanısındayım”.
Ve devam ediyor;
“Fakat gerek bayram kutlaması görüntülerden, gerek internette ele aldıkları konular, yaptıkları yorumlardan hareketle Türkiye’de yeni-selefiliğin belli bir örgütlenme seviyesine gelmiş olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu arada, İstanbul’da farklı Selefi grupların da bulunduğunu, İstanbul dışında, özellikle Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı kentlerde yeni-Selefilik akımına ilginin tırmandığını, kısacası Ömerli’de bu potansiyelin çok az bir kısmının ortaya çıktığını vurgulayalım”.
Arınç’ın, bu kadar iş arasında gündeme düşürmeyi becerdiği “kahkaha”sına ise İlâhiyatçılar; “Hakayiki bilmeyen, merasimi din zanneder” hadisinden yola çıkarak “İslam’ı bilmeyen şekle şemaile sığınır” yorumunu yapıyorlar.
Bu büyük fotoğrafın küçücük bir köşesindeki Kıbrıs’ta geçenlerde fazla dikkati çekmeyen ama mozaiği bütünleyen bir olay yaşandı.
Ramazan Bayramı’nın ilk günü güneyde, Rum bölgesinde kalan Hala Sultan Tekkesi’nde namaz kılmak isteyen Türkler, Larnaka’ya akın etti. 21 Otobüsle KKTC’den Güney’e geçirilen ve aralarında Türkiye Cumhuriyeti, Türkmenistan ve Pakistan vatandaşlarının da bulunduğu 1000 kişilik kafile, giriş çıkışların polis tarafından kontrol edildiği Hala Sultan Tekkesi’ne polis nezaretinde götürüldü.
İbadet ile ilgili açıklama yapan “Din İşleri Başkanı” Talip Atalay, Kuzey Kıbrıs’taki “farklı milletlerin” Hala Sultan Tekkesi’nde ibadet edebilmesinin önemli bir gelişme olduğunu belirtti ve kalıcı olması temennisini dile getirdi.
“İnancın vatandaşlığı, inancın coğrafyası olmaz, Hala Sultan, Kıbrıs’ın manevi mimarı ve bir Arap” diyen Atalay, Osmanlı döneminde adada tüm inançların ifa edilmesi için müsaade edildiğini vurguladı ve “Osmanlı dönemindeki barış ortamının tekrardan oluşmasını arzu ediyoruz” dedi.
Hala Sultan; Hazreti Muhammed’in bir akrabası, sütannesi olup Kıbrıs’a yedinci ve onuncu yüzyıllar arasında Müslümanlar tarafından düzenlenen seferler sırasında vefat etmiş ve türbesi o noktada, muhtemelen 650’li yıllarda inşa edilmiştir.
Biz Hala Sultan’ı (tıpkı Girne’deki Hazreti Ömer Türbesi gibi); 1571’de geldiğimiz zaman tek Türk’ün bulunmadığı, her yerinde kiliselerin olduğu; 1878 İngiliz döneminden itibaren de sömürgecinin; “etnik farklılık olmadan yönetebilmek için” özellikle tam bir Anglikan/Protestan/Ortodoks/Müslüman yâni ve özetle “farklı dinler-Müslüman/Hristiyan” ayrışmasını yaşattığı Kıbrıs’ta “bizden” bir Müslüman olarak kabul edip sevmiş, manevî hatırasına sığınmıştık.
“Number Two”nun geçen ay Rum tarafını ziyareti sırasında “Nicosia”daki Piskoposluk Sarayı’nda diğer azınlık temsilcileri ile aynı hizada beklerken Başpapaz tarafından Biden’a; “Kıbrıs Müftüsü” olarak takdim edilen Talip Atalay şimdi kalkmış; Hala Sultan için “Arap” diyor, namaza gidenleri “farklı milletler” diye takdim ediyor.
Hala Sultan’a namaz için “Müslümanlar” gitmedi mi?
“Farklı milletler” diye ayrıştırmanın, bölmenin âlemi var mı?
Hala Sultan’ı şimdiye kadar Müslüman olarak tanıyor, seviyor idiysek; şimdi kalkıp “Araplığını” öne çıkarmak ne demek oluyor?
Hani “ırk tefrika” idi?
Irk tefrika oluyor da; Vahhabilik, Selefilik, Nusra’cılık, Kaide’cilik, Rabia’cılık, IŞİD’cilik tefrika olmuyor mu?
Irak/Suriye Türkmenlerini Sünni, Şii diye görmek “bölücülük”, “milleti bölmek” değil mi?
Hâl “böyle” olunca, “şöyle” oluyor..
Hala Sultan Tekkesi’nde Müslümanlara bu yıl da iftar verilmesi talebi KKTC Vakıflar İdaresi’nin ödenek engeline takılıyor. “Cami görevlisi” Şakir Alemdar, geçtiğimiz yıl olduğu gibi bu yıl da Güney’deki muhtaç Müslümanlara, Vakıflar İdaresi kontrolündeki Hala Sultan’da ve Bayraktar Camii’nde iftar yemeği verilmesi için ödenek istiyor. Vakıflar İdaresi Yönetim Kurulu Başkanı Rauf Ersenal ise önce geçen seneki harcamanın hesabının verilmesini istiyor ve “KKTC’de ihtiyaçlı olan o kadar insanımız varken Güney Kıbrıs’taki Arapları doyuracak ne paramız ne de bütçemiz vardır. Git Arap elçiliklerinden sana bu parayı bulsunlar” diyor..
Keşke filmi geriye alıp; Talip Atalay’ın Hala Sultan için “Arap”, namaza gidenler için de “farklı milletler” demesinin önünü alabilme imkânı olsaydı..
Anlaşılan o ki Akçura ile Gökalp’i çevire çevire okumamız lâzım..
İsterseniz tersten başlayalım.
Önce bir “muasırlaşalım”, gerisini sonra nasıl olsa kolayca hallederiz.
57’İNCİ ALAY HER YERDE
HEPİMİZ 57’İNCİ ALAYIN NEFERİYİZ
Bir yanıt yazın