Site icon Turkish Forum

Efsane gibi: Turist olarak gitti, savaş kahramanı oldu

Gebze Belediyesinde çalışırken 1992’de yıllık izninin 20 gününü geçirmek için geldiği ana vatanı Abhazya’da, kendisini bir anda savaşın içinde bularak direnişçilere katılan, vücuduna isabet eden 49 şarapnel parçasına rağmen hayatta kalan ve “tuğgeneral” rütbesine kadar yükselen Şendoğan Kayıt’ın (63) yaşam öyküsü, adeta romanlara taş çıkartıyor.

Gürcistan-Abhazya savaşındaki “kahramanlıkları” dolayısıyla peş peşe rütbeler alan, “turist” olarak geldiği Abhazya’da kısa sürede tuğgeneralliğe yükselen Kayıt, Kafkas Dağları ile Karadeniz arasında uzanan, dört mevsimi bağrında barındıran, kıyılarında subtropikal bitki örtüsü, dağlarında bembeyaz karları eksik olmayan bu masalsı diyarın tadını çıkarıyor.

 

Kayıt’ın, filmlere konu olabilecek hikayesi, 1951’de Sakarya’nın Hendek ilçesi Çakallık köyünde başlıyor. İlkokulu memleketinde okuyor, Diyarbakır Emniyet Müdürü iken suikast sonucu 2001’de şehit olan Ali Gaffar Okkan ile aynı sıraları paylaşıyor. Kayıt, senelik iznini geçirmek üzere 1992’nin temmuz ayı sonlarında ana vatanı Abhazya’ya geliyor. Niyeti 20 gün kalıp dinlenmek, tatil yapmak olsa da evdeki hesap çarşıya uymuyor ve 14 Ağustos’ta Gürcistan, Abhazya’yı işgal edince kendisini birden savaşın ortasında buluyor.

 

Yaşam öyküsünü AA muhabirine anlatan Kayıt, o günü tek cümleyle kayıtlara geçiriyor: “Gürcistan parlamentosundan Abhazya parlamentosuna heyet gelecek ve Abhazya’nın konumu tartışılacak diye beklenirken tanklar geldi.”

 

Daha sonra bandı biraz başa sarıyor: “Sovyet sistemi dağılınca Gürcistan, bağımsızlığını ilan etti. Sonra, ‘Gürcistan’a bağlı Abhazya Özerk Cumhuriyeti’nin durumu ne olacak’ diye yoğun baskılar yapıldı. 1989’da iç çatışma yaşandı. Süreç devam etti, Abhazya, bağımsızlığa gitmek zorunda kaldı. 1992’de ise Abhazya, Gürcistan tarafından işgal edildi.”

 

Gürcistan’a bağlı silahlı birlikler, karadan, denizden ve havadan bir dizi saldırı sonucu Gal, Oçamçıra, Sohum ve Gagra kentlerini ele geçirir ve parlamento binası da işgal edilir.

 

Abhazya halkı, liderleri Vladislav Ardzınba önderliğinde direnişe geçer.

 

Kayıt da “turist” kimliğinden sıyrılarak direnişçilerin safına geçer. Zira bu duruma kayıtsız kalamayacaktır: “Artık geri dönüşü yoktur bu işin. Kısmet oldu, bize de savaşmak düştü. Dönmeyi düşünmedim bile. Çünkü burada çok iyi ağırlanmıştım. Kafkas kökenliyim, burası benim ülkem. Ayrıca çok enteresandır; savaşın birinci günü yolun ortasında iki çocuk gördüm, ellerinde bir ekmek bıçağı vardı. ‘Çocuklar! Gelin şurada yatın’ dedim. ‘Hayır yatamayız, tank geliyor’ dediler. Onları bırakıp gidemezdik.”

 

Kendilerini savunmak için başkent Sohum sahilinde savunma hattı oluştururlar ama orası savunmaya müsait değildir.

 

Kayıt, “Burayı tahliye edip yakındaki bir bölgede savunma hattı oluşturduk” diyerek anlatıyor savaşın ilk günlerini.

 

Savaş, 13 ay devam eder. Cepheden cepheye koşar:

 

“Önce Gagra’yı almamız gerekiyordu. İkinci ayda çok yoğun çarpışarak Gagra’yı ele geçirdik. En azından Rusya ile karayolu bağlantısını açmamız gerekiyordu. Çünkü arada sıkışmıştık. Biz burada dövüş yaparken Gürcüler denizden çıkarma yapıp, bugün Soçi ile Gagra arasındaki sınır kapısının olduğu mevkiden Gagra’yı almıştı.

 

Sohum, çok yoğun tahkim edilmişti. 7 kere saldırdık, alamadık, 8’incide alabildik. O, yanan parlamento binası, hala savaşın izlerini taşır.

 

Savaşta Türk birliğine verilen görev, bu binayı almaktı. Çeçen komutanlardan Şamil Basayev, karayolundan gelip tren istasyonunu alacaktı. Bir başkası sahilden saldıracaktı. Ana buluşma noktamız bu merkezdi. Parlamentoyu almak nasip oldu ama bana nasip olmadı çünkü bu binanın arkasında vurulmuştum, çok ağır yaralandım.”

 

Zor günler geçirir, ancak direnir:

 

“Abhazya’da 26 günü yoğun bakımda olmak üzere 55 gün yattım. Sonra Türkiye’ye gönderildim, Çapa’da yattım uzun bir süre. 11 ameliyat geçirdim. Geri geldim. Son gelişimde rahmetli annem çok ısrar etti, ‘Gitme ne olur, vururlar seni’ dedi. Belli aşamadan sonra duramıyorsun, alışmışsın, gelmek zorunda hissediyorsun. Yine buradayım, şükür, başarmanın hazzını yaşıyorum.”

 

Bugün vücudunda ve sol elinde 49 şarapnel parçasının izlerini taşıyan Kayıt, Gürcistan-Abhazya savaşında 3 kez yaralanır.

 

Şendoğan Kayıt, ülkenin yakın tarihine “Abhazya Bağımsızlık Savaşı” olarak geçen mücadeledeki başarıları ve “kahramanlıkları” ile “turist” olarak geldiği ana vatanında, kısa sürede askerlik mesleğinde basamakları tırmanmaya başlar:

 

“Bu arada ben komutan yapıldım. Peş peşe rütbeler aldım. Savaş sonrası madalyalar verilmeye başlandı. Halkın taltif edilmesiydi amaç. Allah da bize nasip etti. Madalyalarımızı, rahmetli Devlet Başkanımız Vladislav Arzdınba verdi.

 

Savaş devam ederken ‘Aranızdan bir komutan seçin’ dediler. Arkadaşlarımın kararı şu oldu; ‘Hem en büyüğümüz hem de Abhazcaya hakim bir komutanımızdır, o olsun.’ Rütbe almaya öyle başladım. Daha sonra Gagra’ya saldırdık, orayı yoğun çarpışmayla ele geçirdik. Askeri eğitimim yok. O günkü başarı nasıl oldu, bilemiyorum. Müthiş başarılı savaş yaptık. Dediler, ‘Yüzbaşısın’, sonra ‘Binbaşısın’, en sonunda tuğgeneral olarak emekli ettiler.”

 

Tuğgenerallik rütbesine alışmak kolay olmamıştır Şendoğan Kayıt için:

 

“Türkiye’den bir yardım uçağı geldi. Bambora Havaalanı’na girdi. Süleyman Demirel göndermiş. Askeri törenle karşıladık. Bir albay, iki binbaşı, dört yüzbaşı indi. ‘Hoş geldiniz Sayın Albayım’ dedim. Bana ‘Sayın Paşam’ deyince ben sindiremedim, tam anlayamadım. Hani elleri omza dokundurarak ‘Paşam’ derler ya ‘Ufak gördü’ olarak algıladım. O arada binbaşı ile buranın tugay komutanı, İngilizce bir şeyler konuştu. Anlamadım ben. ‘Sayın Albayım, Sayın Cumhurbaşkanımız sizi bekliyor, lütfen haydi şehre gidelim’ dedim. ‘Hayır olmaz komutanım’ karşılığını verdi. O zaman anladım ‘Paşam’ın ne olduğunu. ‘Hayır gidemeyiz’ dedi. ‘Niye?’ Tugay komutanı, İngilizce olarak ‘Şehre giderseniz güvenliğinizi sağlayamayız’ demiş. ‘Atlayın araçlara, can güvenliğinizden ben sorumluyum’ dedim. Aldım, şehre gittim. Yemekten sonra, Cumhurbaşkanımızı anons ettim. ‘Al gel’ dedi. Aldım gittik, görüştük.”

 

Abhazya saflarında savaşan sadece Şendoğan Kayıt gibi Türkler değildir. Aralarında bir de Filistinli vardır.

 

Kayıt, heyecanla anlatıyor:

 

“Denizden çıkarma için hazırlıklar yapıyoruz. Bir çocuk geldi yardım için. ‘Hello’ dedi. ‘Bu kim’ dedim. Filistin ordusunda eğitim subayı bir üsteğmenmiş, Abhaz kökenliymiş. Askerlerimizi eğitmeye başladı. Bayağı da yardımcı oldu ama çıkarma yapacak gemimiz yok. ‘Çıkarma yapacağız’ deyince Filistinli üsteğmen, çıkarma gemisi bekliyor haliyle. Baktı ki çıkarma gemisi yerine kum kosterleri yanaştı, ‘Benim aldığım bütün askeri eğitimler, bu gemiye binmememi emrediyor’ dedi ve binmedi. Kaldı burada, dönmedi bir daha. Nidal adındaki bu arkadaşımız, şu anda Abhazya ordusunda tümgeneral olarak görev yapıyor.”

 

Savaş, 14 Ağustos 1992’de başlamış ve Abhazya halkı için zor geçen günlerin ardından 30 Eylül 1993’te bitmiştir. Abhazya gönüllüleri ve askeri birlikleri, Gürcüleri püskürtmüştür.

 

“Savaşı kazandığımızda -insan kaçarken dağa çekilir- Gürcüler hep sahile koştu. Muhtemeldir, ‘Bir şey olursa sahilden alırız’ veya ‘Bizi almaya gelirler’ diye düşündüler ama öldüler. Burada 40 bin civarında zayiat verdikleri söyleniyor. Abhazlar olarak 3 bin 856 silahlı adam kaybettik. Türkiyeli 6 şehidimiz var. Biri Türkiye’ye gönderildi, 5 kardeşimiz burada koyun koyuna yatıyor. 105 yaralımız vardı.”

 

Kayıt, savaşın ardından kendisini “Abhazyalı” hisseder ve burada kalmaya karar verir. Doğup büyüdüğü vatanıyla da irtibatı koparmaz: “Türkiye ile hiç sıkıntım olmamıştır. Geçen yıl mayısta Türkiye’de idim, sürekli gidip gelirim.”

 

Öğretmen Nona hanımla tanışır, evlenirler, 2001’de Nart adını verdikleri erkek evlatları dünyaya gelir.

 

Mutlu, huzurlu bir yaşamı vardır başkent Sohum’da. Emekli tuğgeneral olarak, eşi ve yeni doğmuş çocuğuyla mutlu bir yaşam sürmektedir ancak 2001’de yine saldırıya uğrar Abhazya. Nart henüz 3,5 aylıktır.

 

İş, yine başa düşer:

 

“Genelkurmay Başkanı’nın yanına gittim, ‘Ne yapacağız’ dedim. ‘Yahu 20 yaşında çocuklar var, acemiler, sen gitsen iyi olur’ dedi. Aldım grubumu, tekrar gittim vadiye. Orada 16 gün kaldık. Temizledik tekrar sınırlarımızı. Döndüğümde eşim çok duygulandı, ‘Türkiye’ye gidelim. Burada saldırılar bitmeyecek. Her saldırıdan da sağ dönemezsin’ dedi. Türkiye’ye gittik, 7 yıl kaldık. Çocuğum, Ali Gaffar Okkan İlköğretim Okuluna girdi. Okkan, aynı sırada okuduğum arkadaşımdı, can dostumdu. Eşi Fehime Zerrin Şen de aynı sınıftaydı. Nart doğduğu zaman Gaffar Okkan koyacaktım adını ancak buradaki dedelerinin, bu ismi söylemeye dili dönmeyince Nart koydum. Nart benim dünya tatlım, her şeyim. Nart, Abhazya ulusal takımında atletizm yapıyor. Bir hafta önce de Novorossiysk’e gitti, başarı belgeleri getirdi.”

 

Kayıt, kendisini Nart ve Nona’ya adadığı kadar diaspora Abhazlarına da adar Türkiye’de. Aktif çalışır ancak bu, uzun soluklu olmaz:

 

“Abhazya’nın Rusya tarafından tanındığı tarih olan 26 Ağustos 2008’de, Hendek köylerinde ‘Abhazya’ya göçü desteklemek için’ konuşmalar yapıyordum. Kalayık köyünde bir arkadaşımızın babası, ‘Sen öyle söylüyorsun ama orada komutanlık yapmışsın. Niye sen gitmiyorsun’ dedi. O sırada eşim ve çocuğum Abhazya’da tatildeydi. Hemen eşimi aradım, ‘Valizleri boşalt gel, Abhazya’ya yerleşmek için dönüş yapacağız’ dedim. ‘Çıldırma’ karşılığını verdi ama çok mutlu oldu. Geldim ve Abhazya’ya yerleştim. Mutluyum. Türkiye’den ve buradan emekliyim. Eşim ‘Dördüncü Okul’da öğretmen, oğlum da bu okulda.”

 

O, savaşın izlerini, bedeninde ve hareket kabiliyeti zayıf olan sol elinde taşısa da bazı savaş yıllarının hatıralarını evinde muhafaza ediyor. Bunlardan biri de kalaşnikofu. İronik bir psikolojiyle “bir daha savaşmak ve insan öldürmek zorunda kalmamak” adına kalaşnikofu “evlada bırakılacak bir miras” olarak saklıyor.

 

“1992-1993 Gürcistan-Abhazya Savaşı’nda elime aldığım ilk kalaşnikoftur bu. Enteresandır; hayatımda ilk kez kalaşnikof elime alıyorum. Cepheye giderken Kırmızı Köprü’de bir helikopter geldi. Herkes ateş ediyor. Ben de bunun nasıl çalıştığını bilmiyorum ama Türkiye’de askerlik yaptığım için şarjörünü takabildim. Helikoptere 6 el ateş ettim, isabet etti ama tabii zırhlı olduğu için düşmedi. Bütün savaş boyunca kullandım. Görevini yaptı işte, silahın görevi insan öldürmekse görevini yaptı.

91585

Sohum düşünce bunu toprağa gömerek geri çekildik. Sohum’u geri alınca gömdüğüm yerden çıkardım. Oğluma bırakacağım en büyük miraslarımdan biridir. Bunu çocuğuma da söyledim. Benim için çok önemli bir silahtır, ruhsatlandırdım.”

 

Şendoğan Kayıt, sadece Rusya, Güney Osetya, Transnistria, Nikaragua, Venezuela, Nauru, Vanuatu ve Tuvalu’nun tanıdığı Abhazya’da yaşamaktan mutlu ve gelecekten de umutlu.

 

“Abhazya Kurtuluş Savaşı’nın lideri” ve “bağımsız Abhazya’nın kurucu lideri”, dönemin cumhurbaşkanı merhum Vladislav Arzdzınba’nın elinden aldığı Ulusal Abhazya Kahramanı Gazilik Madalyası, belgesi ve sertifikasını gururla taşıyor.

 

Gürcistan-Abhazya Savaşı’ndaki “kahramanlıkları” dolayısıyla peş peşe rütbeler alan, “turist” olarak geldiği Abhazya’da kısa sürede tuğgeneralliğe yükselen Kayıt, Kafkas Dağları ile Karadeniz arasında uzanan, dört mevsimi bağrında barındıran, kıyılarında subtropikal bitki örtüsü, dağlarında bembeyaz karları eksik olmayan bu masalsı diyarın tadını çıkarıyor.

Exit mobile version