Site icon Turkish Forum

Arınç'tan İnsanoğlu'na Destek ve bir sniperın askerlik anıları!

Herkesin bir askerlik anısı mutlaka vardır; benim de var elbette. Ancak ben anlatmaktan çok dinlemesini seven birisiyim bu tür anıların. Bu sebeple askerliğini, İkinci Cihan Harbi sırasında Onbaşı olarak yapan babamın ve askerliğini daha sonraki yıllarda Çavuş olarak yapan kayınpederimin anlattıklarını can kulağı ile dinlerdim. Hatta hatta, merhum babamın tıpkı Tayyip Bey gibi nasıl ata binmeyi beceremediğine ve kayınpederimin askerde nasıl uyuz salgınına yakalandığına dair anılarını bile dinlemişliğim vardır benim. Çocuk olduğumuz için babamın askerlik anılarını can kulağı ile, kayınpederin askerlik anılarını ise biraz mecburen ve nezaketen, biraz da hanım korkusuyla dinlerdim elbette! - gazze gaza

Herkesin bir askerlik anısı mutlaka vardır; benim de var elbette. Ancak ben anlatmaktan çok dinlemesini seven birisiyim bu tür anıların. Bu sebeple askerliğini, İkinci Cihan Harbi sırasında Onbaşı olarak yapan babamın ve askerliğini daha sonraki yıllarda Çavuş olarak yapan kayınpederimin anlattıklarını can kulağı ile dinlerdim. Hatta hatta, merhum babamın tıpkı Tayyip Bey gibi nasıl ata binmeyi beceremediğine ve kayınpederimin askerde nasıl uyuz salgınına yakalandığına dair anılarını bile dinlemişliğim vardır benim. Çocuk olduğumuz için babamın askerlik anılarını can kulağı ile, kayınpederin askerlik anılarını ise biraz mecburen ve nezaketen, biraz da hanım korkusuyla dinlerdim elbette!

Özetle; bir onbaşı ve çavuşun askerlik anılarını dinlemek zorunda kalan bir yedek subay olarak bugüne kadar askerlik anılarımı hiç kimseye anlatmadım ben. Ancak bugün izin verirseniz bir miktar anlatmak isterim. Beni buna zorlayan ise Cumhuriyet gazetesi yazarı Işık Kansu! Daha doğrusu onun, geçtiğimiz 19 Temmuz günü yazdığı “Sara Nöbeti” başlıklı yazısında anlattıklarıdır! Işık Kansu yazısında şöyle diyordu:

“1981’de Tuzla Piyade Okulu’nda 174. dönem yedek subay adaylarının yer aldığı 7. bölük 1. takım, ilk gece koğuşta yatarken büyük bir gürültüyle uyanır. Aralarından bir aday, sara nöbetine yakalanmış ve yatağından düşmüştür. Aday, revire kaldırılır, daha sonra hastaneye sevk edilir. 10 günlük tedavi ve dinlenmeden sonra birliğine döner. İşte o aday, bugün Türkiye’yi nöbete tutulmuş gibi zangır zangır titretiyor…”(1).

Işık Kansu’nun bahsettiği kişi kimdir bilemem! Ancak bahsettiği adamla “Asker Arkadaşı” olmasam bile aynı alayda, aynı taburda ve aynı bölükte askerlik yaptığımı söylemek isterim. O, 1981 yılında 174. dönem yedek subay adayı olarak Tuzla Piyade Okulu, Piyade Öğrenci Alayı, 2. Piyade Taburu, 7. Piyade Bölüğü’nün 1. Takımında askerlik yaparken ben, 1985 yılında, 191. dönem yedek subay adayı olarak, Tuzla Piyade Okulu, Piyade Alayı, 2.Piyade Taburu, 7. Piyade Bölüğü’nün 4. takımında askerlik yaptım. Yani, yıl ve dönem dışında her şeyimiz aynı kendisiyle. Ha bir de o, uzun olduğu için 7. bölüğün 1. takımında (muhtemelen birinci mangasında), ben oldukça kısa olduğum için aynı bölüğün 4. takımının 4. mangasında askerlik yaptım.

Bunun dışında her şeyimiz aynı kendisiyle; yattığımız koğuşlardan tutun da sabunsuz olarak cart cart cart tıraş olduğumuz lavabolara, şalap-yap duş aldığımız banyolara, ellerimizle kibrit çöpü, sigara izmariti ve ağaç yaprağı topladığımız içtima alanına varıncaya kadar. Tam techizatlı olarak 5 km. koşusu yaptığımız (elbette sara nöbetlerinden fırsat bulup o da koştuysa) koşu parkuruna, atış yaptığımız (elbette sara nöbetlerinden fırsat bulup o da atış yaptıysa) atış alanına kadar. Muhtemelen aynı ustaların elinden çıkan yemekleri yedik yemekhanede. Aynı mutfakta soğan ve patates soyduk(elbette o da sara nöbetlerinden fırsat bulup soğan ve patates soyduysa).

Hatta hatta namaz kılıp secdeye vardığımız cami de aynıdır kendisiyle. Bilmeyenler ve TSK’yi büsbütün “Dinsiz” olarak nitelendiren yobazlar için söylemiş olalım; Tuzla Piyade Okulu yerleşkesinde Türkiye’nin en güzel ve oldukça büyük (orta büyüklükteki) camilerinden birisi bulunmaktadır…

Uzunlara Arabistan’da Deve Götü Yağlatırlarmış!

Cumhuriyet yazarı Işık Kansu’nun bahsetmiş olduğu zat, Tuzla’da 7. Bölüğün 1. Takımında askerlik yaptığına göre; bu zat uzun boylu bir kişi olmalıdır. Çünkü bölüklerin tanziminde uzundan kısaya doğru bir düzenleme yapılmaktadır TSK’de. Dolayısıyla; en uzunlar bölüğün birinci takımının birinci mangasındadır. Haliyle bölüklerin birinci takımlarının birinci mangalarının birinci neferi de bölüğün en uzunudur. Böyle olunca bölüğün flamasını taşıma görevi de ona aittir. Bundan maksat flamayı en arkada bulunan en kısa boylu asker de görsün. Tuzla Öğrenci Alayları’nda bu kişiye “Bölük Kıdemlisi” adı verilmektedir. Bölük kıdemlisi, fiilen bölük çavuşu gibi bir görev üstlenir Tuzla’da. Bizim Bölük kıdemlisi de Mustafa isimli bir gençti. Sağlam bir oğlandı Mustafa. Örneğin; Sara Nöbeti’ne tutulduğunu filan hiç görmedik 4 aylık öğrencilik süresi boyunca. Demek oluyor ki; “bütün uzunlar sara hastasıdır” diye bir kural yoktur tabiatta. Eğer öyle olsaydı; Afrika’daki bütün zürafaların sara hastası olması lazım gelirdi değil mi?

Biz kısalardan oluşan 4. takımda bulunduğumuz için bizim takıma “Cüce Pikmeler” diyorlardı bölükte. Bazı yerlerde kısalardan oluşan bu takımlara “Gurkalar” dediklerini de duydum. Gelin görün ki; bizim askerlik yaptığımız dönemde (1985 yılı) Tuzla Öğrenci Alayı’nın atış flamasının sahibi olan 7. Bölüğün keskin nişancıları ve kısa mesafe koşucuları, tamamıyla bizim 4. takımda toplanmıştı. Öğünmek gibi olmasın, keskin nişancılardan birisi de bendim. Kısa mesafe koşularım o kadar iyi olmasa da ve not alma (ders geçme) koşusu sırasında yerime başka arkadaşlar koştuysa da, uzun mesafe koşularında ve pentatlon koşularında çok iyiydim. Birkaç saat içinde iki kere pentatlon koşusu yaptığımı söylemem yeterli mi bilmem. Birisini kendi adıma, birisini de Belçika’da Brüksel Büyükelçiliği’nde görevli memur olan Çorumlu bir arkadaşım adına koşmuştum.

Pentatlon koşusu, ip merdiven, düz halatla tırmanma, dikenli tel altından alçak sürünme, tomruklar üzerinden havada sıçrayarak geçme, düz duvara tırmanma, İtalyan Çukuru, Filistin Askısı gibi engellerden oluşan oldukça uzun mesafeli bir koşu biçimidir ve ben, bütün bu engellerin belli bir zaman diliminde geçilmesine dayalı koşunun en iyilerinden birisiydim!

Özetle; işe yarayanların takımıydı bizim cüce pikmeler takımı. 1.Takımın 40 kişilik neferleri ise rivayete göre; Osmanlı döneminde Arabistan’da orduda kullanılan develerin götünü yağlama işinde istihdam edilen uzun adamlardan oluşuyordu sadece. Bu sebeple biz kısalar, uzunlardan oluşan birinci takımın askerlerine “Eskiden Arabistan’da uzunlara deve götü yağlatırlarmış” diye takılırdık sürekli olarak.

Ben Bir Sniperim Aslında!

Yeri gelmişken askerliğe dair birkaç anımı sizlerle paylaşmak isterim. Yukarıda dediğim gibi; ben, Tuzla’da yedek subay öğrenci iken 7. bölüğün keskin nişancılarından birisiydim. 25 metrede G-3’le yapılan atışlarda 3 mermiyi aynı delikten geçiren birkaç kişiden birisiydim yani. Üstelik gözlüklü olduğum halde ve sol gözüm sağ gözümden iyi gördüğü için sol tarafımdan atış yapmak zorunda kaldığım halde! Soldan atış yapmanın şöyle bir mahzuru var; G-3 adı verilen tüfeklerin (galiba bütün silahların da) boş kovanları dışarı atan haznesi silahın sağ tarafında bulunduğundan ve ben de soldan atış yapan birisi olarak sol yanağımı silahın sağ yanına yaslamak zorunda kaldığım için sol yanağımın dışarı fırlayan sıcak boş kovanlarla çok yanmışlığı vardır benim!

Tuzla Piyade Alayı’ndaki öğrenci bölükleri arasında kıyasıya bir mücadele vardır. Kimisi eğitim birincisidir bu bölüklerin, kimisi spor, kimisi de atış birincisi. Her bölük, bölük flamasına ek olarak birinci olduğu dala ait flamayı da taşır merasimlerde. Öğrenci Alayı’nın atış flaması bizim bölükte idi ve bizden öncekiler bu flamayı 7. bölüğe kazandırmışlardı. Biz de bu flamayı diğer bölüklere kaptırmamak için her türlü hileye başvuruyorduk! Mesela; yaklaşık 160 kişilik bölüğün bütün atışlarını, “Keskin Nişancı” olarak ayrılan 10 kişilik bizim ekip yapardı! Üst dereceli subayların puan ve not verdiği 300 metrelik atış parkurunda, bizim on kişilik “Sniper” grubu mutlaka torbacı olurdu. Torbacı, yatarak atış yapan askerin yanına uzanıp elindeki torbalarla sıçrayan boş kovanları toplayan kişidir. Malum; TSK demek, hesap verilebilirlik demek! Boş kovanların da hesabını vermek gerekiyor!

İşte puana ve nota dayalı bu atışlarda, bizim 10 kişilik sniper grubu torbacı olur, ancak atış noktasına gelen her yedek subayın adayının yerine biz atış yapardık. Atış için yere uzandığımızda el çabukluğu yöntemiyle silahı atış yapan arkadaşımızın elinden alır, torbayı ona verirdik ki; bu değiş tokuş daha çok atış için yere uzanırken yapılırdı. Yatış yaparken torbacı konumundaki sniper hemen sola geçer, haliyle atışın sahibi olan öğrenci, torbacı pozisyonunda sağda kalırdı…

Yedek subay öğrencilikten sonra Kars’taki birliğime gitmiştim. Yeni üsteğmen ve haliyle yeni bölük komutanı olmuş züppe kılıklı bir bölük komutanımız vardı; Turgay Üsteğmen. Galiba Çanakkaleli idi Turgay Üsteğmen. Ben onu fazla sevmiyordum, herhalde o da beni sevmiyordu. Turgay üsteğmen bölükteki askerlere 25 metre atışı yaptırdığımız bir gün, elindeki dürbünlü G-3’ünü göstererek ve alaycı bir tavırla;
-“Asteğmenim” dedi, “Var mısın malbuşuna (Marlbora) atış yapmaya? Kaybeden kazanana Marlbora alacak!”.
Benim sigara içmediğimi bile bile böyle bir teklif yaptı Turgay Üsteğmen. Maksadı belliydi; beni bölüğün önünde madara etmek istiyordu. Dürbünlü tüfekle hiç atış yapmadığım halde hiç düşünmeden;
-“Tamam” dedim.
-“Önce ben atayım” dedi Turgay üsteğmen ve postasına 25 m. ötedeki hedef tahtasına bir adet sigara (paket değil, bir çöp sigara) iğnelemesi emrini verdi. Sonra peş peşe iki atış yaptı. Ancak karavanaydı atışları. Arkasından dudağını bükerek ve “Sen o gözlükle bırak sigarayı vurmayı, hedef tahtasını bile göremezsin Ömer Asteğmenim!” dedikten sonra elindeki dürbünlü tüfeği bana uzattı. Bu ukala adama iyi bir ders vermek gerekiyordu ve o fırsat şimdi ayağıma gelmişti. Haliyle ilk atışta sigarayı ikiye bölüp yarısını yere düşürdüm! Çünkü ben bir sniperdim ve bu şımarık adamın bundan haberi yoktu. Arkasından;

-“Tamam” dedi, “Şimdi de paraya ateş edeceğiz!”. Onu da kabul ettim. Posta eri 2.5 TL’lik metal parayı hedef tahtasının üstündeki yarığa tutturdu. İlk atışı yine Turgay Üsteğmen yaptı. Ancak yine karavana atıyordu bizim şımarık bölük komutanı. Arkasından bana uzattı tüfeği. Haliyle ilk atışta para havalara uçtu. Trabzonlu çavuş Eyüp Çolak bir koşu gidip parayı getirdi. 2.5’luğu ortasından delip geçmişti mermi. Çünkü ben bir sniperdim, boyum kısaydı ve üstelik sara nöbetim filan da yoktu…

Bülent Arınç’tan İhsanoğlu’na Destek!

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Bursa’da yapmış olduğu bir konuşmada dedi ki; “Bizler inanmış birer Müslümanlar olarak Kuran’ı içindeki hükümleriyle, Peygamber Efendimiz’in Hadis-i Şerif’leriyle mutlaka okumalıyız. Haya meselesi çok önemlidir. Kadın da olsa daha da güzeldir. Erkekler içinde haya geçerlidir. İffet çok önemli. Sadece bir isim değil Kadın için de bir süstür, iffet. Erkek için de bir süstür. İffetli olacak. Erkek de olacak. Zampara olmayacak. Eşine bağlı olacak. Kadın ise o da iffetli olacak. Mahrem- namahrem bilecek. Herkesin içerisinde kahkaha atmayacak. Bütün hareketlerinde cazibedar olmayacak, iffetini koruyacaksın…”(2).

Bülent Arınçlar, iktidara gelirken “Biz Milli Görüş gömleğini çıkardık ve hiçbir gizli ajandamız da yoktur” demişlerdi değil mi? Eğer gerçekten öyle ise, Bülent Arınç yukarıdaki çıkışıyla direk Çatı Adayı İhsanoğlu’na destek vermiş bulunmaktadır! Zira Bülent Arınç, cumhurbaşkanlığı seçimlerine 2 haftadan az bir süre kala, kadınlar hakkında IŞİT’çe bir yaklaşım sergilemekle; direk RTE’ye eksi puan kazandırmış bulunmaktadır. Şimdi bütün dünya medyası, Bülent Arınç’ın bu münasebetsiz çıkışıyla çalkalanmaktadır. Kanaatimizce Bülent Arınç, Erdoğan sonrası AKP Genel Başkanlığı ve başbakanlık koltuğunun kendisine bırakılmayacağını düşünerek, yavaştan yavaştan Tayyip Erdoğan aleyhine çalışmaya başlamış bulunmaktadır. Dolayısıyla; Bülent Arınç’ın kadınlar hakkındaki çıkışını, RTE aleyhine algı oluşturmaya yönelik bilinçli bir çıkış olarak yorumlamak gerekiyor! Yani anlaşılan o ki; Bülent Arınç da oyunu bizim Çatı Adayı İhsanoğlu’na verecektir!

Şakası bir yana; Dengir Mir Mehmet Fırat’ın, PKK’nın adayı Demirtaş’a destek vereceğini açıklayarak AKP’den istifa etmesinden sonra Arınç’ın “KADIN İFFETLİ OLACAK. HERKESİN İÇİNDE KAHKAHA ATMAYACAK…” şeklinde açıklama yapması, RTE için kesinlikle kötü haberdir! Hatta sonun başlangıcıdır. Ekmel Hoca, boşuna ilk turda %60 oy alırız demiyor zağar. Erdoğan’ın “Artık Obama ile doğrudan görüşemiyoruz” şeklindeki itirafı ve Yahudi Kongresi’nin 2004 yılında verdiği Üstün Cesaret Ödülü’nü Erdoğan’ın iade etmesi konusundaki talebi ortada iken Bülent Arınç, neden durduk yerde böyle bir çıkışta bulunarak Tayyip Erdoğan’ı büsbütün hüzünlere gark etsin ki!

Ekmel Hocam işi öğrendi; Bülent Arınç’ın açıklaması üzerine hemen demecini patlattı Twitter vasıtasıyla: “Kadınlarımızın gülmesine ve herkesin şen kahkahalarının duyulmasına ülkemizin her şeyden daha çok ihtiyacı vardır…”

İlahiyatçılar ise Bülent Arınç’ın kadınların kahkaha atmaları ve iffetleri konusundaki çıkışını Hz. Peygamber’in “Hakayiki bilmeyenler merasimi din zannederler” diye bir hadisi vardır diyerek alaya alıyorlar. “Yani İslam’ın kurallarını bilmeyenler, gerçekten uzak olanlar, şekle ve şemale sığınırlar. Tıpkı Bülent Arınç gibi…” diyorlar. Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden Prof. Dr. Nusret Çam, yukarıdaki sözlerine ilave olarak “Peygamberimiz, kadınların yanında da kahkaha atmıştır, hem de azı dişleri görünene kadar atmıştır. Kahkaha, mutluluktur” diyor(3).

Tayyip Bey Hattrick mi Yaptmış!

Aynı konuşmada şunları da söylemiş Bülent Arınç; “Düşünün Diyarbakır’da 45 derecenin altında bir miting yapıyor, İstanbul’a geliyor. İstanbul’da bir başka toplantıya katılıyor. Akşam da Başakşehir’de futbolcu gibi 3 tane gol atıyor, kardeşim. Böyle bir aday dünyanın neresinde var yahu? Hele öyle bir aşırtma gol atmış ki, sanki cumhurbaşkanlığı seçimi gibi. Ayağının tersiyle ‘küt’ doksandan. Ampul gibi dikmiş oraya. Hiç mi yorulmuyorsun, mübarek ya!”(4)

Yani, Bülent Arınç’a göre; Tayyip Erdoğan 15 dakikada sahanın tozunu atıyor, 3 gol atarak hattrick yapıyor ve o zafer serhoşluğu içinde ayrılıyor sahadan! İlahi ağlayan adam, Tayyip Erdoğan’ın atmış olduğu gollere gol mü diyorsun sen? O golleri kalça kırığı sebebiyle üç yıldır yürüteçle yürüyen bizim 90’lık yaşlı kayınvalide bile atardı alimallah! Çünkü maçın kurallarını santrafor Erdoğan koymuştu. Ofsayt kuralının uygulanmadığı maçta, bütün toplar rakip kalenin önünde bekleyen uzun adamda toplanıyor, rakip oyuncular bile ayaklarına gelen bütün topları pas olarak Erdoğan’a atıyor, tıpkı filmdeki Kemal Sunal gibi, Erdoğan’ın orasına burasına vuran toplar da direk gol oluyordu! Rakip savunma oyuncusu Şifo Mehmet gole giden Tayyip Erdoğan’ın ayağından topu almak yerine, kendi kalesine kadar Erdoğan’a eşlik ediyor, böylece ikisi birlikte atıyorlardı golü. karşı takımın santraforu Yılmaz Erdoğan ise sık sık kek keh keh yaparak, yalakalık derecesini arttırma peşindeydi.

Gazze için Ulusal yas ilan edilip Türk Bayrağı’nın yerlerde süründüğü bir günde Tayyip Erdoğan, Bilal Erdoğan, Yılmaz Erdoğan ve ayrıca, şu yada bu şekilde anasından her doğan aynı maçta oynayarak eğleniyorlardı ey millet? Özetle Yılmaz Erdoğan yönetmenliğindeki “Çok güzel hareketler bunlar” ekibi, topluca Büyük Ustayı cilalama ve parlatma derdine düşmüşlerdi o gün…
__________
1-http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/96265/Sara_Nobeti.html#,
2-http://www.hurriyet.com.tr/gundem/26903012.asp,
3-http://www.dw.de/islam%C4%B1-bilmeyen-%C5%9Fekle-%C5%9Female-s%C4%B1%C4%9F%C4%B1n%C4%B1r/a-17822260,
4-

Exit mobile version