Tayyip Erdoğan’ın, cumhurbaşkanlığı adaylığı konusundaki en güçlü rakibi de olan Çatı Adayı Ekmeleddin İhsanoğlu hakkında bel altı vuruşlarında kullanmak üzere bir açık ve yumuşak bir bölge bulmak için yanıp tutuştuğu kesindir. Kurmayları muhtemelen harıl harıl Ekmel Hoca’nın bir açığını ve bir hatasını aramakla meşguller şu günlerde! İhsanoğlu ailesinin en önemli açığı, Mehmet Akif Ersoy Merhum’un vasiyetine uyarak, onun, Mustafa Kemal Paşa’nın talebi üzerine yapmış olduğu Kur’an Tercümesi’ni yakmalarıdır! Tayyip Erdoğan ve kurmayları, bu husu gayet iyi bildikleri halde nedense bu konuyu hiç gündeme getirmiyorlar. Çünkü getirseler kendi zafiyetlerini ortaya çıkartarak Merhum Akif’i suçlamış olacaklar.
Oysa Mehmet Akif Ersoy, Tayyip Erdoğan’ın siyaseten nemalandığı isimlerin başında geliyor. Bugüne kadar seçim meydanlarında az oy toplamadı onun şiirlerini okumak suretiyle, hamasi nutuklara bayılan cahil halk yığınlarından. Mehmet Akif Ersoy, Necip Fazıl Kısakürek ve Arif Nihat Asya’nın şiirleri olmasa, Büyük Usta’nın işi hepten sarpa sarmıştı çünkü. Bu üçünün şiirlerini söküp atın Uzun Adam’ın konuşma metinlerinden, geriye kalacak olan bir yığın anlamsız laf kalabalığı, bir sürü gereksiz lakırdıdır sadece…
Bu konuda Şair Mithat Cemal Kuntay ve bestekâr Selçuk Tekay’ın haklarını da yemeyelim. Zira usta başı sıkıştıkça Mithat Cemal Kuntay’ın “Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır. Toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır” şeklindeki mısralarına sığınıyor ve Selçuk Tekay’ın “Beraber yürüdük biz bu yollarda. Beraber ıslandık yağan yağmurda…” şarkısıyla bağlama çekiyor kendisini dinleyen birörnek kalabalıklara.
Tayyip Erdoğan, Sabahattin Önkibar ve Hulki Cevizoğlu sayesinde Ulusal Kanal’da bol bol işlenen bu konuyu bilinçli olarak es geçince(1), İhsanoğlu hakkında konuşulacak pek bir zafiyet kalmıyor geriye. Tayyip Bey, şöyle bir bakıyor Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanogğlu’na; pırıl pırıl bir ilim adamı ve halis, muhlis bir Türk çocuğu görüyor. Böyle olunca geriye kalıyor sadece “Monşer” kavramı. Büyük Usta hemen sarılıyor bu kavrama ve Ekmel Hoca’ya “Monşer” yaftası iliştiriyor. Ancak Ekmel Hoca kaçın kurası, hemen cevabı yapıştırıyor Uzun Adam’a. Ancak tamamen siyasi nezaket ölçülerinde ve sanki 40 yıllık politikacıymışçasına, yani rakibini incitmeyecek biçimde ve ancak onu öfkeden çıldırtırcasına! Şöyle diyor bu konuda:
“Monşer kelimesini bilmeyenlere bir ufak dipnot vereyim. Monşer demek ‘Azizim’ demek. Bana ‘Azizim’ dedilerse çok teşekkür ederim”(2).
Uzun Adam Ekmel Hoca’nın Adaylığını Engellemek İstemiş Olabilir mi?
“Monşer” şeklindeki yaftalamanın gerekli siyasi etkiyi yapmadığını ve Ekmel Hoca’nın bu yaftalamayı ustalıkla savuşturduğunu gören Uzun Adam nihayet dilinin altındaki baklayı çıkarmış bulunuyor! Toplumda beklenenin üzerinde karşılık bulması üzerine, Uzun Adam ne yaptığını ve ne dediğini şaşırmış biçimde saldırmaya başladı bir zamanlar en parlak bürokratlarından birisi olan ve şu anda da cumhurbaşkanlığı seçimleri konusunda en ciddi rakibi durumundaki Ekmel Hoca’ya. Şimdi de değil bir Müslüman’a, aklı başında bir insana yakışmayacak biçimde onun ailesine sataşmış bulunuyor Uzun Adam. Hem de kendi soyu ve sopu hakkında yapılan onca dedikoduya aldırmaksızın!
Ankara-İstanbul yüksek hızlı tren hattının Eskişehir durağında yapmış olduğu konuşmada Ekmeleddin İhsanoğlu hakkında şöyle demiş Uzun Adam:
“…Bak şimdi ne diyor adayları. Gazze’yi bırak, Rabia’yı, bırak Türkmenlere bak diyor. Şuna bak ya. Aman yarabbi 1 ay içinde nasıl da Kılıçaroğlu’nun dümen suyuna girmiş, ne kadar çabuk girmiş. Ben bu kadar kabiliyetli olduğunu zannetmiyordum. 1 ay içinde babasını bu ülkeden kovan CHP. Şimdi onun safına girdi. Açıklama yapıyor Kılıçdaroğlu; ‘bu toprakların evladı’ diyor. Hangi toprakların ya. Kahire’de doğmuş, 30 yaşında Türkiye’ye gelmiş hangi bu toprakların evladı? Kimi aldatıyorsunuz? Bu toprakların evladı biziz biz. Burada doğduk burada çalışıyoruz….”(3).
Tayyip Erdoğan’ın bu çıkışını sakın basite almayınız derim ben. Bu çıkışın altında, Ekmeleddin İhsanoğlu’nun adaylığını bir şekilde engelleme düşüncesi ve bu düşüncenin tarihi arka planı vardır. İnanıyorum ki; eğer seçim takvimi müsait olsaydı ve yeterli zaman bulunsaydı Uzun Adam, Ekmeleddin İhsanoğlu’nun adaylığını engellemek için gerekli yasal düzenlemeyi kesinlikle yaptırırdı. Çünkü AKP İslamcı Hürriyet ve İtilaf Fırkası zihniyetinin günümüzdeki temsilcisidir ve bu zihniyetin mensuplarının, gerek saltanatın ve hilafetin kaldırılması sırasında, gerek Lozan Antlaşması konusunda ve gerekse Cumhuriyetin kuruluşu ve inkılapların hayata geçirilişi sırasında Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarına nasıl güçlükler çıkardığını, az çok mürekkep yalamış herkes bilmektedir bu ülkede.
Ekmeleddin İhsanoğlu’nun, Uzun Adam’ın ailesi hakkında yapmış olduğu yukarıdaki çıkışa vermiş olduğu cevap da oldukça manidardır ve Uzun Adam’ı düşündürecek türden bir cevaptır aslında; “Mühim olan insanın nerede doğduğu değil, vatana ne kadar bağlı olduğudur!” demiş Ekmel Bey. Onun bu cevabı, gerçekten de en az Diyarbakır’daki konuşmasında kendisine “Satılmış” diyen Uzun Adam’a, HDP Genel Başkanı da olan üçüncü cumhurbaşkanı adayı Selahattin Demirtaş’ın “Satılmış olan bensem paralar niye sende” şeklinde, Soma’dan verdiği cevap kadar manidardır aslında(4).
27 Temmuz günü İstanbul Edirnekapı Şehitliğini ziyareti sırasında aynı yerde metfun Mehmet Akif Ersoy’un kabri başında, ailesine sataşan Uzun Adam’a şu cevabı vermiştir Ekmel Hoca:
“Merhum Akif babamın çok yakın dostudur. Benim babam Yozgatlı İhsan Efendidir. Akif ile 1924’te tanışıyorlar. Ve beraber yolculuk yapıp Kahire’ye gidiyorlar. Benim babam gurbette vefat etti. Birçok Türk gibi ben de gurbette doğdum. Gurbette doğmak bir nakısa değildir. Bilakis onun bir anlamı vardır. Gurbette doğanların çoğu vatanın kıymetini vatanın değerlerini, bayrağın manasını kutsiyetini birçok kişiye göre daha iyi bilirler. Daha hassas olurlar. Bu konularda kimsenin şüphesi olmasın. Bu hassasiyetleri insanlar gurbette doğdukları günde his ederler. Bayrağı da, vatanı da toprağı da severler. Bir insanın gurbette doğması kadar tabi bir şey olamaz. Mühim olan insanın vatana bayrağa sadık olmasıdır. Milletin şerefine haysiyetine halel getirmemesidir. Bilakis onlara hizmet etmesidir. Allah’a şükür ben bütün bu değerlere hizmet ettim. İftihar ediyorum böyle bir ailenin evladı olmaktan. Böyle vatanını milletini dinini seven bir ailenin çocuğu olmaktan iftihar ediyorum. Ayrıca kökü, soyu sopu belli olan bir aileden gelmiş olmanın vermiş olduğu rahatlık içerisinde bana karşı aileme karşı yapılan bu iftiraların hiçbirisine kıymet vermiyorum”(5).
Bu Zihniyet Aynısını Vaktiyle Mustafa Kemal Paşa’ya da Yapmak İstemişti!
AKP zihniyeti için yukarıda dedik ki; “AKP, İslamcı Hürriyet ve İtilaf Fırkası zihniyetinin günümüzdeki temsilcisidir ve bu zihniyetin mensuplarının, gerek saltanatın ve hilafetin kaldırılması sırasında, gerek Lozan Antlaşması konusunda ve gerekse Cumhuriyetin kuruluşu ve inkılapların hayata geçirilişi sırasında Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarına nasıl güçlükler çıkardığını az çok mürekkep yalamış herkes bilmektedir bu ülkede…”
AKP zihniyetinin Cumhuriyetin kuruluş yıllarındaki en etkili iki kişisinden birisi Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey, diğeri de Erzurum Mebusu Hüseyin Avni Ulaş Bey’dir. Mecliste “İkinci Grup” olarak da isimlendirilen siyasi grubun ileri gelen bu iki ismi, tabiri caizse Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarına kök söktürmüşlerdir! Gazeteci Taha Akyol’un dediğine göre, Trabzon Mebusu Ali Şükrü, mecliste Mustafa Kemal Paşa’nın yakasına yapışacak kadar işi ileri götürmüş bir şahsiyettir. Taha Akyol “Milli İrade” başlıklı yazısında Ali Şükrü Bey’in bir ara öfkesine yenik düşüp Mustafa Kemal Paşa’nın yakasından tuttuğunu, arkasından da “Fakat karşımda bir kahraman var” diyerek geri çekildiğini söylüyor(6).
Bu konuda “Hatta Lozan konusu mecliste görüşülürken 25 ocak 1923’te mecliste şiddetli kavgalar oldu. Meclis 21-27 ocak arasındaki zabıtları süratle yayınlaması gerekiyor. Hele hele Trabzon Milletvekili Ali Şükrü Bey ben ‘bu yola baş koydum’ diye feryat ediyordu. Mustafa Kemalin yakasına yapıştı. Aralarında yumruklaşmalar oldu. Tabi kim kimi dövdü onları bilmiyoruz. Çünkü meclis zabıtları hala yayınlanmadı. Ama Ali Şükrü Bey ve Meclis çoğunluğu bu direnişin cezasını çok kısa sürede gördü. 2 ay sonra 27 Martta Ali Şükrü Bey, Muhafız Alayı Komutanı Topal Osman Ağa tarafından boğularak öldürüldü” diyenler de var.
Tayyip Erdoğan’ın Ekmeleddin İhsanoğlu’nun ailesi hakkında söylediklerini duyunca ister istemez Mustafa Kemal Paşa’nın TBMM üyeliğinin sona erdirilmesini ve arkasından Cumhuriyetin ilanı ile onun Cumhurbaşkanı seçilmesini engellemek için türlü dolaplar çeviren ve bu konuda kanun teklifi bile hazırlayan meclisteki muhalif yobaz zihniyetin 92 yıl önce sergiledikleri siyasi ayak oyunları geldi aklımıza.
1922 yılının Kasım ayında Erzurum Mebusu Süleyman Necati, Mersin Mebusu Selahattin ve Canik (Samsun) Mebusu Emin Beyler, “o zaman ki Türkiye sınırları içinde hiç bir yerde beş yıldan fazla oturmayanların milletvekili olamayacağını” öngören bir kanun teklifi hazırlarlar ve seçim kanununun değiştirilmesini talep ederler. Tabi burada asıl amaç Mustafa Kemal’i mebusluktan çıkararak onun Cumhurbaşkanı olmasını önlemek, gelmekte olan Cumhuriyeti ve devrimleri engellemektir. Mustafa Kemal Paşa, bu akıl almaz girişim üzerine 02 Aralık 1922 günü Türkiye Büyük Millet Meclisinde “Seçim Kanununun Değiştirilmesi Hakkındaki Kanun Teklifi” üzerine şu konuşmayı yapar:
“Efendim! Bu kanun teklifi özel bir amaç içeriyor ve bu özel amaç, şahsımı ilgilendirdiğinden izin verirseniz birkaç kelime ile fikrimi belirteyim. Erzurum Mebusu Süleyman Necati ve Mersin Mebusu Selahattin ve Canik Mebusu Emin Beyefendiler tarafından teklif edilen kanun tasarısı doğrudan doğruya benim şahsımı ilgilendirmekte ve benim vatandaşlık hakkımı engellemek amacını gütmektedir. On dördüncü maddedeki hususları gözden geçirirseniz orada deniliyor ki:
‘Büyük Millet Meclisine üye seçilebilmek için bugünkü Türkiye hudutları içindeki bir bölgenin ahalisinden olmak şarttır. Ya da seçim bölgeleri dahilinde yaşamak şarttır. Türkiye’ye göç ve iltica yoluyla gelen Türk ve Kürtler yerleşme tarihlerinden itibaren ancak beş sene geçmişse seçilme hakkını kazanabilirler.’
Maalesef doğum yerim bugünkü hudutlar dışında kalmış bulunuyor. İkinci olarak herhangi bir seçim bölgesinde de beş yıl süreyle bulunmadım. Doğum yerim bugünkü milli sınırlarımız dışında kalmıştır. Fakat bu böyle ise de, bunda benim herhangi bir kastım ve kabahatim yoktur. Bunun nedeni memleketimizi ve milletimizi mahvı perişan etmek isteyen düşmanların hareketlerinde başarılı olmalarının kısmen engellenememiş olmasından kaynaklanmaktadır. Eğer düşman emellerinde tamamen başarıya ulaşsaydı, Allah saklasın bu teklife imza atan efendilerin memleketleri dahi hudut haricinde kalabilirdi.
Bundan başka bu maddede öngörülen şartı karşılamıyorsam, yani beş yıl süreyle devamlı olarak bir seçim bölgesinde yerleşmiş olamamışsam, bunun nedeni bu vatana yaptığım hizmet dolayısıyladır. Eğer bu maddenin talep ettiği şartı yerin getirmeye çalışsaydım yalnız İstanbul’u kazandırmak amacı güden Arıburnu ve Anafartalar savunması ile yetinmem gerekirdi. Eğer ben beş yıl süreyle bir yerde oturmaya mahkum edilseydim, Bitlis ve Muşu aldıktan sonra Diyarbakır istikametinde çekilen düşmanın karşısına çıkmamam ve Bitlis ve Muşu kurtarma görevim ile yetinmem gerekirdi. Bu efendilerin istediği şartları yerine getirmek isteseydim, Suriye’den ayrılan orduların enkazından Halep’te bir ordu kurmayarak burayı savunmamam ve bugün milli hudutlar dediğimiz hudutları fiilen tespit etmemem gerekirdi. Zannediyorum ki ondan sonraki mesaim hepinizin malumudur. Hiçbir yerde beş sene oturmayacak kadar mesai sarf etmiş bulunuyorum. Zannediyorum ki bu ayak bağım dolayısı ile milletimin sevgisine ve teveccühüne mazhar oldum. Belki bütün İslam aleminin sevgi ve muhabbetine mazharım.
Bu nedenle ve bu teveccüh dolayısı ile vatandaşlık hak ve hukukumdan men edileceğim asla aklıma gelmezdi. Tahmin ediyorum ve ediyordum ki, yabancı düşmanlar bana suikast tertip etmek suretiyle beni memleketime hizmet etmekten alıkoymaya çalışacaklardır. Fakat hiç bir zaman aklımın köşesinden geçmezdi ki, üç kişi bile olsa, bu yüce meclis de aynı düşünce yapısında olanlar olsun.
Bu nedenle anlamak istiyorum. Bu efendiler, seçim bölgelerindeki halkının hislerine gerçekten tercüman olmuşlar mıdır?Yine efendilere karşı söylüyorum. Milletvekili olmak sıfatıyla herkese soruyorum, bu efendilerle herkes hem fikir midir?(Katiyen sesleri).
İkinci olarak Efendiler! Beni vatandaşlık hukukundan mahrum etmek görevi bu efendilere nereden verilmiştir? Bu kürsüden resmen yüce heyetinize ve bu efendilerin seçim bölgelerinde ki halkına ve bütün millete soruyorum ve cevap istiyorum…”(7).
…
Şu halde Ekmeleddin İhsanoğlu’nun yerine sorulması gereken soruyu biz soralım Tayyip Bey’e: Ekmeleddin İhsanoğlu’nun veya bir başkasının soyunu, sopunu, etnik kökenini ve doğum yerini araştırma ve soruşturma yetkisini kimden aldınız? AKP’li bütün vekiller ve AKP’ye oy verenlerin tamamı da sizin gibi mi düşünüyor Sayın Uzun Adam? Başta size oy veren %43’lük oy kitlesi olmak üzere bütün millete soruyorum ve cevap bekliyorum Sayın Büyük Usta!
______________
1-Hulki Cevizoğlu, geçenlerde Ulusal Kanal’da hazırlayıp sunduğu “Ceviz Kabuğu” programlarından birinde, Mehmet Akif Ersoy’un Kur’an Tercümesi’nin bir bölümünün, damadı Ömer Rıza Doğrul’un “Tanrı Buyruğu” isimli Kur’an tercümesine yerini bulduğunu, zira eserdeki üslubun Mehmet Akif Ersoy’un üslubuna çok benzediğini ifade etmiştir.
2-http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/siyaset/91933/ihsanoglu_ndan__monser__yaniti.html#,
3- ,
4-http://www.taraf.com.tr/haber-ben-satilmissam-paralar-niye-sende-160208/,
5- ,
6-bk. Taha Akyol, “Milli İrade” başlıklı yazısı,
7- Cem Özmeral’in “1922’de Atatürk’ü Türkiye’ye Büyük Millet Meclisi Üyeliğinden Nasıl Çıkarmak İstediler” başlıklı yazısından istifade ile,