Yukarıdaki başlığı okuyan şimdi beni suçlayacak, hemen taarruza geçecektir:
“Eleştiri getirmenin zamanı mı şimdi?”
“Sırası mı?”
“Önümüzde Cumhurbaşkanlığı seçimleri var…”
“Bu adam bir provokatör, kışkırtıcı mı yoksa?”
“Bölücü mü?”
“AKP’nin ekmeğine yağ sürüyor…”
“Şimdi zamanı mı bu eleştirilerin?”
…………………………..
Evet, hem de tam zamanı…
Atatürk’ü kötüleyen, onu aşağılayan, suçlayan babam da olsa eleştiririm…
Karşısına çıkarım… Onunla mücadele ederim…
“Adnan Menderes ve arkadaşları olmasaydı Türkiye hiçbir zaman diktatörlükten, mutlakıyetten ve totaliter rejimlerden kurtulamazdı…” diye buyuruyor Ekmeleddin Beyefendi…
Adnan Menderes ve arkadaşları kimlerden sonra iktidara geldi?
Elbette Mustafa Kemal Atatürk’lerden, Hasan Ali Yücel’lerden sonra…
Adnan Menderes ve arkadaşları ülkeyi hangi totaliter rejimin elinden kurtardı?
Elbette 1923 Cumhuriyet rejiminin…
SÖZÜN TAM BURASINDA HEMEN VURGULUYORUZ:
Kimse Yüce Mustafa Kemal Atatürk’ü ve onun silah arkadaşlarını diktatörlükle, mutlakıyetçilikle, totaliterlikle suçlayamaz…
Kimse Yüce Atatürk’ü işbirlikçi, emperyalist uşağı Menderes’lerle, Özal’larla, Evrenler’le, bilmem kimlerle kıyaslayamaz…
Aşağılayamaz…
Onlar Mustafa Kemal’in tırnağı bile olamazlar…
Böyle bir yorum, demeç, ömrünü siyasal İslamcı bir ülkede, siyasal İslamcı bir üniversitede tüketmiş, ülkesine ayak bile basmamış birisinin hakkını da, hukukunu da, hududunu da aşar…
DP döneminde diktatörlüğün nasıl tek yönetim biçimi haline getirildiğini, aydınların nasıl hücrelere doldurulduğunu, basına nasıl sansür uygulandığını, gençlerin miting meydanlarında nasıl kurşunlandığını, sahte vatan cephelerini, ABD’nin nasıl Harem-i İsmetimize girdiğini çocuklar bile bilmektedir artık…
Salt Amerika’ya yaranmak için, yurdumuza kilometrelerce uzakta, Kore Savaşlarında verilen şehitler unutulmadı henüz…
14 Mayıs 1950 seçimlerinden zaferle çıkan DP, Amerika’ya bağlılığını kanıtlayabilmek ve “Küçük Amerika” olma yolunda kararlılığını göstermek için 1950 yılında Kore’ye asker gönderdi. 1952’de NATO’ya girdi. Daha sonra da iktidar olduğu dönem içerisinde ABD ile askeri, ekonomik tam 31 anlaşma imzaladı.
Menderes hükümeti, 1923 Devrimini ortadan kaldırmak, Cumhuriyet ekonomisini emperyalizmin hizmetine sunmak için elinden gelen her çabayı ortaya koydu. “SİZ İSTERSENİZ HİLAFETİ BİLE GETİRİRSİNİZ…” sözü Adnan Menderes’e aittir…
DP hükümetinin Kemalist Cumhuriyeti yıkma görevini 1980’den sonra Turgut Özal devraldı. O, ABD’ye Türk ulusundan daha yakındı. Tıpkı yurtsever bir ABD vatandaşı gibi hareket ediyordu.
Amerika’nın Yeni Dünya Düzenini, “küreselleşme” politikasını ve neoliberal düşüncelerini şehvetli bir istekle destekliyor, 1. Körfez savaşı sırasında “din kardeşlerinin katliamına” “Bir koyup üç almak” düşüncesiyle göz yumuyordu.
Türk hava sahasının kanunsuz olarak ABD uçaklarına açmak istemesini eleştirenlere “Anayasayı bir kere delmekle bir şey olmaz…” ünlü sözüyle yanıt veriyordu.
Onun APO ile ilk görüşmeyi başlatan devlet adamı olma niteliğini ise tarihe not edip geçiyoruz…
Turgut Özal’ın “mandacı” mirasını 2002’den sonra AKP devraldı. Geliştirdi. Genişletti. Güçlendirdi. Emperyalizmin emirlerine, isteklerine, yönlendirmesine bir kurşun asker gibi uyarak, tüm dileklerini noksansız yerine getirdi.
Diyebiliriz ki Cumhuriyet tarihi boyunca sömürgeci devletlere bu denli bağlı, bu denli emir kulu bir iktidarı ulusumuz ne gördü, ne de bundan sonra görebilir…
DP döneminden bu yana sözü edilen “Küçük Amerika olma” rüyası da nihayet onun döneminde gerçekleşti. Ne cumhuriyet kaldı, ne Cumhuriyet hukuku… Ne laiklik kaldı, ne düşünce özgürlüğü… Ne sanayi kaldı, ne kamu malı… Ne iş kaldı, ne işyeri… Ne banka kaldı, ne borsa… Tümü de yabancıların eline geçti. Tümünün adı da yabancı şimdi…
Vahdettin bile bu kadarını becerememişti…
Darbe, demokrasi, din – iman, kanun diye diye, kanunları çiğnediler. Kozmik odalar, yolgeçen hanına döndü. İletişim ağı yabancıların denetimine geçti. Önümüzdeki seçimde elektronik düzenlemelerle, SEÇSİS’le, bilgisayarlardan yine yüzde 57 oy oranı ile Recep Tayyip çıkarsa kimse şaşırmasın.
Çünkü ne sır kaldı, ne gizlilik, ne kapı kaldı, ne pencere. Ekmeleddin Beyefendi de başkan olsa, RTE de başkan olsa bir tek seçenek kalıyor Türk milletinin önünde: Devrim.
Bundan sonra Türkiye’nin kurtuluşunun devrimden, yani 2. Bir Kurtuluş Savaşından geçtiğini artık kimse aklından çıkarmamalı…
Ve bu ülkenin önünün açılabilmesi için, en başta MHP’nin koltuk değneği yöneticileri ile ATA’NIN KOLTUĞUNDA OTURUP DA ATA’YI AŞAĞILAYANLARI SADECE SEYREDEN Y-CHP’nin ABD’ci, AB’ci, tarikatçı, bölücü, Atatürk ve 1923 Devrimi karşıtları temizlenmelidir…
Türkiye’nin Kemalist çizgide uygarlaşmasının önündeki en büyük engel bunlardır.
Günü ve saati geldiğinde tümü de emperyalist ortakları ve yandaşları ile birlikte deliğe süpürüleceklerdir…