Atatürk kısa Ömründe Neler Yapmadı?
Yazan: Paul B. HENZE**
Ceviri: Doc. Dr. Gul Celkan
Tarihe mal olmuş kişiler, yani büyük devlet adamları genellikle başarılarıyla anılırlar. Mustafa Kemal’inde başarıları sayılamayacak kadar çoktur. Onun en büyük eseri demokratik ve ekonomik dinamizmin en güzel örneği olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti 75.yılını kutlamaktadır. Her ne-kadar onu kaybedeli 60 yıldan fazla olmuşsa da, Türk ulusu onu her zaman saygıyla hatırlayacak ve yolundan yürümeye devam edecektir. 2O.yüzyılda yaşamış başka hiçbir liderin başarıları bu denli unutulmaz olamamıştır. Pek çoğu halklarını sürükledikleri felaketlerden dolayı nefretle anılmaktadır: Lenin, Stalin, Hitler, Mussolini, Horthy, Nasser, Nkrumah, Toure, Peron, Franco, Castro en bariz örneklerdir.
Amerikalı ve Avrupalı hayranları tarafından, sanki birer aziz gibi tapılıp yükseklere çıkarılan bu kişiler daha sonra hem kendi ülkelerinde hem de yurt dışında akıl almaz vahşet örnekleri göstermişler ve hem kendi ülkelerinin insanlarına hem de başkalarına yaptıkları kötülük büyük olmakla kalmamış ve etkileri çok uzun sürmüştür. Atatürk çağdaşlarının içine düştüğü bu tuzaklara düşmemiştir.
Aşırı Milliyetçilik
Atatürk bir zamanlar dünyaya hakim olan bir imparatorluğun kalıntılarından bir millet yaratmış ve halkının Türk olarak tanınmaktan gurur duymasını sağlamıştır. Geçmişlerinin bilincinde olarak yaşamalarını ve mükemmel bir istikbalin onları beklediğine inanmalarını sağlayabilmiştir. Ancak Atatürk’ün dikkat ettiği nokta her iki dünya savaşları sırasında Doğu Avrupa’yı etkisi altına alan ve birbirlerinden nefret ettiren baskı yöntemi uygulayan 20. Yüzyılın ilk yarısında ki milliyetçilik hareketlerinden kaçınmıştır. Atatürk’ün tasvip etmediği milliyetçilik Balkanları ve de Arap dünyasını kasıp kavurmuştur. Bugün de katliamlara yol açarak varlığını sürdürmektedir. Atatürk ise Türk gençliğine komşularından nefret etmelerini öğretmemiştir. Atatürk her çeşit aşırılığa karşı koymuş ve yabancı ülkelerde maceralara atılmak isteyenleri bu isteklerinden vazgeçilmiştir. Türk ulusuna 1923 Lozan Anlaşması ile çizilmiş olan hudutlar dahilinde kalan topraklarda mutlu bir hayat sürmelerini telkin etmiş ve başka yerlerde bunu aramamalarını öğütlemiştir.
Saltanatın Yenilenmesi
Atatürk Osmanlı İmparatorluğunu yeniden diriltmeyi hiçbir zaman düşünmemiştir. İmparatorluğun sahip olduğu doğudaki, batıda ki, güneydeki topraklara hiç bir zaman göz dikmemiş ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Balkanlarda, Orta Asya da veya Kafkaslarda yaşayan Türkleri temsil etmediğini söylemiştir. Atatürk Türklerin sahip olduğu toprakları ekip biçmeleri mamur hale getirmeleri gerektiği inancını taşımaktaydı. Dönemin Yunan Cumhurbaşkanı Venizelos ile anlaşıp uluslararası gözlemcilerin denetiminde nüfus mübadelesini gerçekleştirmiştir. Musul ve Hatay konularında alınan uluslararası kararlara saygı duymuş ve Kabul etmiştir. Halbuki aynı dönemde Mussolini yeni bir Roma İmparatorluğu kurmaya çalışıyor ve Etyopya’ya çok kötü davranıyordu. Atatürk emperyalizm gibi yanlış uygulamalara sapmamış ve milletini bu gibi hatalı maceralar uğruna peşinden sürüklememiştir. Atatürk, Hitler’in ırkçılığından ve Semitizm karşıtlığından nefret ediyordu. Onun Türk gençliğine hitabesinde söylediği çalışkanlık, gururlu ve kendinden emin olma gibi vasıflar ırkçı anlamda kibirli olmak demek değildi.
Ütopik Ekonomi
Yeni ve genç Türkiye gelişirken ve modernleşirken çok az dış yardım almıştır. 1920′lerde 30′Iarda ne Dünya Bankası, ne IMF, ne UNDP ne de maddî katkı sağlayacak başka bir uluslararası kuruluş vardı. Gelişmiş ülkelerin maddî katkı sağlamaya yönelik ekonomik programları yoktu. Atatürk Türkiyesi kendi yağıyla kavrulmaya mecburdu. Atatürk devlet sistemine başvurmaktan başka bir şey yapamazdı. Devlet iktisadî kuruluşların öncülüğünü yapmış, ancak bunları en ideal çözüm olarak göstermemiş veya bunların kalıcılığını haklı gösterecek bir dogma geliştirmemiştir. Sosyalizm, anonim şirketçilik veya bunlar gibi dönemin moda olan ekonomik doktrinleri onun ilgisini çekmemişti. Sovyetler Birliği’nden biraz maddî katkı almış ancak Sovyet sistemini taklit onu sıkmıştır. Özel girişimcilik Atatürk’ün zamanında yayılmaya başlamış ve ülkenin gayri safı hasılasının yarısı Atatürk’ün yaşamının son yıllarında özel sektörden gelmekteydi. Türkiye bu gün sahip olduğu zenginlikleri o günlere borçludur.
Şiddet
Lenin ve takımı iktidarı ele geçirir geçirmez şiddeti siyasî yöntem haline getirmiştir. Daha az komünizm taraftarı liderler onu taklit etmişlerse de Stalin’in daha sonra da Mao Zedong ve Pol Pot’un uyguladığı şiddet aşırılığa kaçmıştır. Hitler şiddeti kendi toplumuna ve daha sonra da ele geçirdiği ülke topraklarını idare etmek için bir vasıta olarak kullanmıştı. Her ne kadar şiddet miras aldığı toplumda varolan bir olgu olsa da Atatürk bundan kesinlikle kaçınmış ve sınıf kavgalarının çıkmasına meydan vermemiştir. Ne toplu tutuklamalar yapmış, ne toplama kampları kurmuş ne de köylüleri topluca köylere sürüklemiştir. İnsanlar Atatürk Türkiye’sinden kaçmamışlardır. Aksine Hitler’den kaçan Yahudiler gibi Komünizmden kaçan mülteciler de Türkiye’ye sığınmışlardır. Atatürk muhalifleri idam ettirmemiştir. Çok nadir durumlarda, ki bu isyan veya vatana ihanet şeklinde tezahür ederdi, en ağır cezaî müeyyideleri uygulatmıştır. Hukuka karşı saygılı olmuş ve vatandaşların kanunlar karşısında eşit olduğunu kabul etmiştir. Türk hayatına getirdiği yenilik hareketlerini güç kullanmak yerine örneklemelerle ikna yoluna gitmiştir. Kuralcıydı ancak uyguladığı metodlarında sabırlıydı. Reformlarının gerçek anlamda kabulü ve hayatın bir parçası olması kendisinden sonra gelen nesiller sayesinde olmuştur.
Şanlı Ordu
Atatürk askerî dehasıyla büyük başarılara imza atmış bir lider olsa da orduyu toplumun üzerinde tutmamıştır, yükseklere çıkartmamıştır. Cumhurbaşkanı seçilince üniformasını çıkartmış ve sivil görevlere gelen tüm askerlerin de aynı tutum ve davranış içinde olmalarını istemiştir. 20. yüzyılda alışılagelmiş olan askerî devlet otoritesi onun kurduğu hükümette mevcut değildi. Atatürk Türkiye’sinde askerin imtiyazı yoktu ama sorumluluğu çok fazlaydı. Onlara öğretilen kendilerini ülkenin çağdaş medeniyetler seviyesine ulaşması için gereken fedakarlık ve bağlılık timsali olmalarıydı. Onlar Cumhuriyetin bekçileriydiler, ve ancak cumhuriyet tehlikeye düşerse harekete geçmeleri konusunda bilinçlendirilmişlerdi. Huzur ve sükûnu sağladıktan sonra da sessizce kenara çekilmeyi de biliyorlardı.
Liderlik ve Güç
Atatürk, yeni bir doktrin kuruyor olma iddiasında da hiçbir zaman bulunmamıştır. Türkiye Cumhuriyetini çağdaş anayasal sistemler çerçevesinde yapılandırmıştır. Avrupa hukuk sistemlerini Türk hukuk sistemine uyarlamaya çalışmış ve Türklerin medenî dünyanın hukuk sistemlerine doğru bir atılım yapmaları gereğini savunmuştur. İki defa iki partili sistem kurmaya çalışmış ancak ikisi de başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Ne Türkiye ne de kendisi henüz çok partili hayata alışık değildi. Ancak demokrasinin gelişebilmesi için kurumların gerektiğini biliyordu ve bunları oluşturma yolunda büyük çabalar sarf etti. Döneminin komünist ve faşist liderlerinin aksine, demokrasinin veya cumhuriyet hükümetinin yaptıklarının küçük düşürülmesine veya kötülenmesine hiçbir zaman meydan vermedi. Atatürk kendini enerji dolu bir yenilikçi olarak görmekteydi. Tarihin ve kaderin seçtiği bir ulu kişi olarak bilinmek, anılmak istemiyordu. Şehirlere kendisinin veya silâh arkadaşlarının isimlerinin verilmesini asla istemedi. 1930 Avrupa’sında liderler güçlerini arttırma politikası izlerlerken ve bu da dünyanın bazı bölgelerinde taklit edilirken, Atatürk temel inançlarından taviz vermemiştir. Hayata gözlerini yumduğu zaman arkasında bir miras bırakmıştı ve yeni nesiller bu mirası kuşaktan kuşağa taşıyacaklardı. Ve bu miras yıllardır geliştirilerek günümüze kadar gelmiştir.
2O.yüzyıl devlet adamları içinde hakkında bu gibi şeyler yazılabilecek bir başkası yoktur. Atatürk yeni kurulacak milletlere de bir örnek oluşturmaktadır. Bazıları bunu yaptıklarını söylemektedir. Atatürk’ün yaptıklarını ve yapmadıklarını çok iyi incelemeliler ve kendi yollarını ona göre çizmelidirler. Atatürk yenik düşen ve tüm itibarını kaybetmiş bir imparatorluğun kalıntılarından bir millet yaratmanın ve tüm öngördüğü reformların yapılabilmesi için en az iki veya üç kuşak geçmesi gerektiğinin de bilincindeydi. Cerbezeli sloganlardan ve ideolojik kestirmelerden hoşlanmazdı. Ne kendini ne de milletini asla aldatma yoluna gitmemiştir. Dünyayı tüm dürüstlüğüyle karşısına almıştır. Günümüzde yeni kurulmakta olan devletlerin liderlerinin yaptığı gibi, hiçbir zaman dıştan gelen telkinlere, tavsiyelere kanmamıştır. Atatürk döneminde ne Uluslararası Af Örgütü, ne İnsan Hakları Mahkemesi, ne de demokratikleşme çığırtkanlığı yapan onlarca kuruluş yoktu. Olmuş olsalardı dahi Atatürk’ün onların etkisi altında kalacağı kuşkuludur. Bu kuruluşlar Atatürk’ün yapmayı başardığı işlerde pek etkin olamazlardı. Atatürk tarihine baktığımız zaman sadece bugünün liderlerine değil onlara yardım ettiklerini iddia eden kişilerin veya onları eleştiren kişilerin de almaları gereken pek çok ders olduğunu görmekteyiz.
** Paul B. Henze ABD”de RAND’ın Washington ofisinde görev yapmakta olan ve 30 yıllık meslek yaşamı boyunca aralarında Türkiye’nin de bulunduğu pek çok ülkede sefaretlerde büyükelçi olarak çalışmış bir diplomattır.
Yazıları posta kutunda oku