Dışişleri Bakanı Avigdor Liberman’ın Gazze’ye geniş çaplı saldırı başlatacaklarını açıklamasından bir kaç gün sonra, kaybolan üç İsrailli yerleşkecinin cesedi bulununca, İsrail Gazze’ye saldırı başlattı.
HAMAS’ın sözcüsü “Üç İsrailli yerleşkecinin kaçırılması ve öldürülmesi, aslında Tel Aviv’in Gazze’ye saldırmak için ileri sürdüğü bir bahanedir” diyor.
*
Tarihinde ilk defa beş adet HAMAS roketi Tel Aviv’in merkezine kadar ulaşmış, ancak roketler İsrail’in hava savunma sistemi Demir Kubbe tarafından havada imha edilmiştir.
Çünkü İsrail ordusu askeri stratejinin gelişen son teknolojik değişimleri paralelinde ve amacı; çatışma ile düşmanın gücünden sakınmak, fakat düşmanın hızlı ve saldırgan biçimde zayıflıklarını ortaya çıkararak en fazla zarar verecek yerinden vurmak, fiziki ve moral olarak etkisizleştirmek ve yıkmak olan manevra savaşlarında çok yetkindir.
*
Dünyanın gözü Suriye ve Irak’ta İŞİD teröründe iken,
İsrail HAMAS’ın tüm güçlerini yok etmek değil, aksine radikal terörist saydığı unsurları etkisizleştirmek ve koordineli bir şekilde savaşma yeteneğine engel olmak için saldırıyor.
Yüksek teknolojili hava, su altı, kara, uzay ve bilgi savunma sistemlerine dayanan ve “Demir Kubbe” denilen Hava Savunma Sistemiyle de savunuyor.
*
Bir yanda Gazzelinin el yapımı roketleriyle iman gücü, öte yanda İsrail’in akıllı savunması savaşıyor…
Peki, ama ne oluyor?
*
Tarih boyu Ortadoğu savaşlarını ve İsrail- Arap savaşlarını bölgenin kıt su ve tarım toprağı kaynakları tetikliyor.
İsrail kurulduğundan beri bu kaynaklara ulaşım için yaptığı 8 savaş, sayısız anlaşma, ateşkesler ve barış girişimleriyle beliriyor.
1967 Altı Gün Savaşında ele geçirdiği Mısır’dan Sina, Suriye’den Golan Tepeleri, Ürdün’den Batı Şeria ve Doğu Kudüs de devam ettirdiği işgal ve işgal altında tuttuğu Filistinlilere karşı merhametsizliği, yayılmacı politikası ve komşu ülkelerle ilişkileri gündem belirliyor.
Halbuki su kaynaklarına ve tarım topraklarına erişimlerinin olmaması halinde hem İsrail’in, hem de Bağımsız Filistin’in varlığını sürdüremeyeceğini anlamak gerekiyor!
*
O yüzden İsrail’in Golan Tepeleri, Batı Şeria ve Gazze’yi işgali, birincisi; azınlıklar ya da Filistinliler sorununu,
İkincisi, Golan’daki su kaynakları sorununu ortaya çıkarıyor ki, bu ikisi İsrail ile Suriye arasındaki esas sorunu oluşturuyor.
*
1967 Savaşının başlamasından önceki sınırlar olası bir barışın ardından İsrail ile Filistin Devleti arasındaki sınıra referans kabul ediliyor.
Bu sınırlara harfiyen uymak yerine aralarında toprak değişimi yapabilmeleri, İsrail Devleti’nin Yahudi devleti olarak tanınması, yerleşim inşasının dondurulması gibi konularla süren son barış görüşmelerinde;
İsrail’in azınlık olarak kabul ettiği Filistin Özerk Yönetimi ile HAMAS arasında görüş ayrılıkları ve güvensizlikler barış görüşmelerini eksik bırakmıştı.
*
Çünkü HAMAS, Filistin Özerk Yönetiminin Kudüs’ü işgal altında tutan İsrail ile aynı masaya oturmasından endişe duyuyor, bu da yönetim krizine yol açıyordu.
Ayrıca Özerk Yönetim Başkanı Mahmut Abbas’ın İsrail’in Gazze şeridinde HAMAS’a açtığı savaşlarda etkisiz kalışından,
2010’da İsrail ile sürdürülen barış müzakerelerinde, Filistin topraklarının işgal altında olmasına rağmen müzakerelere davam etmek ısrarında olması da görüş ayrılklarına neden oluyordu.
O müzakerelerde de M.Abbas, İsrail’in işgal altında tuttuğu Batı Şeria’da sürdürdüğü yerleşkelerin inşasını durduramamıştı, son barış müzakerelerinde de İsrail yerleşke inşasından vazgeçmiyordu…
*
Nihayet Filistin Özerk Yönetimi ile HAMAS arasında görüş ayrılıkları arkaya atıldı ve kurulan birlik hükümeti BM tarafından iki devletli çözümü temel alan barış prensibine bağlı kalınması koşuluyla kabul edildi.
Şimdi Filistin lideri Mahmut Abbas, BM’nin talepleri doğrultusunda bir politika sürdüreceğini, İsrail ile duran barış sürecinin temelini oluşturan anlaşmaları,
Teminen İsrail’in hukuken var olma hakkını tanıyacaklarını, 1967 sınırlarına dayanan iki devletli çözüm prensibine bağlı kalacaklarını açıklamış bulunuyor.
*
Üstelik,bu sırada Filistin Özerk Yönetimi Cenevre Konvansiyonu’nun 14 uluslararası anlaşmasına katılmıştır.
Böylece Filistin Özerk Yönetimi BM ve İsviçre’nin onayıyla katıldığı savaş kurallarını belirleyen Cenevre Anlaşması’na göre “düşman toprağını işgal eden bir ülke o bölgede askeri bir yönetim kurarak orayı yönetemez” ilkesinden hareketle Batı Şeria’nın İsrail tarafından müstemleke statüsüne getirilmesine karşı uluslararası hukukî işlemleri başlatmak gücüne erişmiştir.
*
Bu suretle, İsrail-Filistin arasında ayrılıkların müzakere ve barış görüşmeleriyle çözülmesi, istikrara ve büyümeye fırsat tanınması sürecinin yeni bir planla barışa evrilmesinin önündeki engeller kaldırılmış bulunuyor.
Artık Filistin Devletinin ilanı ve ABD-İsrail’in müzakere tekniğini pek beğendiği Mahmut Abbas’ın Filistin Cumhurbaşkanı olmasıyla Filistinliler arasında herhangi bir çatlağın önlenmesi ve Filistin’in homojen bir güç olması,kendi iç dinamiğinde dengeli bir manevra gücü oluşturması ve barış görüşmelerine kaldığı yerden devam etmesi hedefleniyor.
*
Ama sürecin başından beri İsrail Başbakanı Netanyahu, Filistin ile barış görüşmeleri için herhangi bir bedel ödemeyeceklerine dikkat çekiyor.
Bu yüzden,şimdi Gazze’de HAMAS ve İslami Cihad örgütlerinin barındırdığı radikal unsurlar tasfiye ediliyor.
Ve HAMAS iman gücüyle İsrail’in akıllı savunmasına karşı savaşıyor!
*
Bu tür iman gücüne Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu,Skytürk 360 kanalında katıldığı bir programda ışık tutuyor.
Filistin ile ilgili görüşünün sorulması üzerine Türkiye’nin Filistin’de ulusal birlik hükümetinin kurulmasını sağlayan taraflardan biri olduğuna değiniyor.
“Ama işgal altında İslam’ın, bizim de tarihi mirasımız itibariyle izzetinin söz konusu olduğu bir coğrafyada, bir toprakta işgal varsa siz de burada ‘tarafsız olacağım’ diyorsanız o işgalin yanında yer alıyorsunuz. Filistin konusu söz konusu olduğunda biz hiçbir zaman tarafsız olamayız.Bu mesele her şeyden önce bizim meselemizdir” diyor!
*
Ahmet Davutoğlu,Türkiye’nin Batılılaşmak, Batı medeniyetinin esas unsurlarına bağlanmak ve bunları hayata uygulamak zorunda olduğunu, bunların unsuru olan ilim ve zihniyetin doğup serpileceği ortamın koşulu olarak lâik hukuku ve özgürlüğü benimsemeyen bir zihniyetin temsilcisidir.
“Batı’dan alınacak bir şey olmadığı” gerici görüşüyle Cumhuriyet Devletini, Osmanlı Devletinin en geri devirlerinden bile daha geri sayıyor.
Eğer savaşılacaksa taklitçi olan inkilap yobazlarıyla, sahte devrimcilerle, dertleri Batı’ya yaranmak olan bu irtica ile savaşılmalı düşüncesine inanıyor.
Maneviyat bakımından İslamiyet üstündür,reforma ihtiyacı yoktur fikrinde teokratik bir devlet taraftarlığıyla lâiklik ilkesini reddediyor.
Neyseki Arap Baharı’nda Mısır’da Müslüman Kardeşler deneyiminden elde edilen sonucla, İslamcılığın demokrasi ile ilgisinin olmadığı, İslamcılıkla ülke ekonomilerinin rekabetçi baskılara dayanabilecek bir ekonomi varlığı içinde tutmanın olası olmadığı, bölgenin bir arada tutulması, hoşgörü, özgürlük ve demokratik istikrar temelinde yeniden inşa edilebilmesi için İslamcı yapıların tasfiye edilmesine yönelinmiştir.
*
Mısır’da asker Müslüman Kardeşler Örgütünü, Türkiye’de AKP eski ortağı cemaati, şimdi İsrail HAMAS’ın radikal unsurlarını tek tek tasfiye ediyor.
Öte yanda İsrail’in güvenliğini beklemede tutan El Nusra, Irak Şam İslam Devleti(IŞİD) gibi radikal terör çetelerinin,
Bir kısmı İsrail-Suriye Barış anlaşmasında Suriye’nin Filistinlilere müdahil olmaması karşılığında,Rojava’da demokratik özerklik siyaseti yürüten, PKK yanlısı Demokratik Birlik Partisi gibi Kürt terör gruplarının tasfiyesine yönlendirilmiş,
Bir kısmı da ABD/İsrail talimatıyla Katar,Suudi Arabistan ve Türkiye’nin desteğiyle,esasen Sünnilere bir iktidar gücü oluşturmak üzere Irak’dadır.
*
İşler yeterli kıvama geldiğinde önce bu radikal unsurlar, sonra Bay Davutoğlu’nun düşüncesi tasfiye edilecektir.
Özgür aklın ve vicdanın beslemediği iman gücü olmaz olsun.
10.7.2014