Geçen hafta CNN TÜRK ekranlarında yayınlanan ve Şirin Payzın’ın sunduğu “Ne Oluyor?” programında Saadet Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Mustafa Kamalak‘tan çok ilginç bir açıklama gelmiştir ama bu öneri gözardı edilmiştir.
Sayın Kamalak vatandaşların da cumhurbaşkanlığına aday gösterebilmesinin sağlanması gerektiği üzerinde durmuştur.
Bu mümkündür ancak yeni Anayasa’nın doğrudan demokrasi aracını da kapsayacak şekilde hazırlanması şartıyla.
Avrupa Birliği’nde bu öneriye benzer bir uygulama zaten vardır. Adı da Vatandaş Girişimi’dir. 13 Aralık 2007 tarihinde imzalanan ve 1 Aralık 2009’da yürürlüğe Lizbon Anlaşması ile getirilen Avrupa Vatandaş Girişimi (European Citizens’ Initiative) için gerekli yasal altyapı Avrupa Birliği’nde oluşturulmuştur.
Vatandaş girişimi ile 1 milyon AB vatandaşının imzasıyla Avrupa Komisyonu’na yasa önerisi götürülmesi ve halkın bire bir yasama işlemine katkıda bulunması öngörülmüştür.
Anlaşma’da, en az 1 milyon Avrupa vatandaşının Avrupa Komisyonu’nu, yetkileri çerçevesinde uygun yasa önerileri sunmaya davet edebileceği belirtilmiştir.
Avrupa Vatandaş Girişimi’nin uygulamasını düzenleyen Tüzük (Avrupa Parlamentosu ve Bakanları Konseyi’nin 211/2011 sayılı Tüzüğü) 16 Şubat 2011 tarihinde onaylanmış ve 1 Nisan 2011 tarihinde yürürlüğe girmesi öngörülmesine rağmen üye devletlerin iç hukuklarını Tüzüğe göre adapte etmelerinin zaman gerektireceği düşünüldüğü için Tüzük 1 Nisan 2012 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
Bu uygulama dünyadaki tek uluslarüstü “doğrudan demokrasi” aracı olma özelliğini taşımaktadır.
Girişim, Vatandaş Komitesi tarafından organize edilecektir. Komite’nin en az 7 farklı AB üye devletinden olmak üzere 7 üyeyi (organizatör) bünyesinde bulundurması gereklidir. Avrupa Parlamentosu milletvekilleri organizatörler arasında yer almamaktadır.
Girişimin sonuca ulaşması için en az 1 milyon AB vatandaşının imzasıyla desteklenmesi, 1 milyon imzanın 7 farklı ülkeden gelmesi ve destekçi sayısının o ülkenin Avrupa Parlamentosu’ndaki milletvekili sayısının 750 katı olması (211/2011 sayılı Tüzük’te AB’ye üye devlet sayısının en az dörtte biri olması), AB Komisyonu’nun istenen alanda yasa önerme yetkisinin bulunması ve ortaya atılan görüşün AB temel değerlerine uygun bulunması gerekmektedir.
Eğer mevcut 1982 Anayasası değişir ve AB’de olduğu gibi şartları belirlenirse, vatandaşın da cumhurbaşkanı adayı göstermesi neden mümkün olmasın?
Türkiye AB’den Kopuyor mu?
Başbakan Erdoğan Fransa ziyareti kapsamında Lyon’da yaptığı konuşmada şunları söylemiştir: “Kimse Türkiye’den korkmasın, çekinmesin. AB’nin Türkiye’ye ihtiyacı vardır, bu ihtiyaç bugün daha çok artmıştır. AB’nin ırkçılık, antisemitizm ve İslamofobiyle mücadele için Türkiye’ye ihtiyacı var. AB’nin İslam dünyasıyla, Ortadoğu’yla ilişki kurabilmesi için Türkiye’ye ihtiyacı vardır. Türkiye, AB kapısında ilelebet bekleyecek bir ülke hiç değildir.”
Başbakan AB Büyükelçileri ile yaptığı toplantıda da “Avrupa Birliği içinde olan bir ülkenin yapay zorluklarla üyeliğin uzağında tutulması anlaşılmaz bir durumdur. Açıkçası Ortadoğu’da, Kuzey Afrika’da, Doğu Avrupa’da meydana gelen olaylar Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye olan ihtiyacını daha net göstermiştir” demiştir.
Başbakan AB’ye sert çıkarken, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı tarafından düzenlenen 33’ncü Abant Platformu’nun 21 maddelik sonuç bildirisinde AB ile ilişkilerin gevşediği, Türkiye’nin yönünü tekrar AB’ye çevirmesi gerektiği şu şekilde ifade edilmiştir:
“Şu anki durum, Batılı olamayan bir Doğulu ve Doğulu olamayan bir Batılı ülke görüntüsü olarak özetlenebilir …Türkiye, yönünü tekrar Avrupa Birliği’ne çevirmeli ve kurumlarını gözden geçirme durumunda olan Avrupa Birliği ile yeni fırsatları değerlendirmelidir.”
Hükümet Programında, “Avrupa Birliği’ne tam üyeliği stratejik bir hedef olarak gördük. Bu süreçte, bazı ülkelerin haksız muhalefetine, yolumuza çıkartılan suni engellere rağmen tam üyelik hedefimiz yolunda gerekli adımları kararlılıkla atmaya devam edeceğiz.” ifadesine yer verilmiştir.
Onuncu Kalkınma Plan’ında da “Bütünleşmenin daha gevşek bir işbirliği çerçevesine oturtulması veya tam aksine siyasi bütünleşmenin pekiştirilerek ulusal yetkilerin daha fazla devredilmesi seçenekler arasında yer almaktadır. Her iki seçeneği de içeren ve “çok vitesli Avrupa” olarak adlandırılan ikili bir AB yapısının oluşturulması da üçüncü bir seçenek olarak tartışılmaktadır. Söz konusu tartışmaların muhtemel sonuçlarına göre AB ile ilişkileri konusunda Türkiye’nin alternatif stratejiler geliştirmesi önem arz etmektedir” denilmiştir.
Başbakan AB kapısında bir 55 yıl daha Türkiye’nin beklemeyeceğini üyeliğimize en fazla karşı çıkan Fransa’da açıklarken, Sabah Gazetesi’nde Ali Değirmenci 12 Mayıs 2014 tarihindeki yazısında AB ile ipleri koparmıştır: “Net olarak şunu söyleyeyim. Türkiye’nin artık Avrupa Birliği’ne ihtiyacı kalmamıştır. Bu çok net cümle belki de çok keskin cümle. Türkiye’nin artık Avrupa Birliği’ne ihtiyacı kalmamıştır. Avrupa Birliği’nin bir takım demokratik reformlarına, bir takım şartlarına Türkiye’nin ihtiyacı olabilir ama ekonomik anlamda Türkiye’nin artık Avrupa Birliği’ne hiçbir ihtiyacı kalmamıştır.”
Diğer taraftan “…orta ve uzun vadede Avrupa Birliği’ne giriş bir ülkenin ekonomik kapasitesinin, üretim kapasitesinin bir anda yok olmasına da neden olabilir”görüşünü anlamak mümkün değildir. Özellikle 23 ve 24’ncü müzakere başlıklarının açılmasın gündemde olduğu bugünlerde.
Üstelik Ali Değirmenci hükümete yakın bir gazetede yazmaktadır. Ben Ali Değirmenci’nin eğitim seviyesini bilmiyorum ama sanırım uluslararası ekonomi bilgisi çok zayıf.
Yazıları posta kutunda oku