100 Yıl Önce, 100 Yıl Sonra: Dünya Savaşı

100 Yıl Önce, 100 Yıl Sonra: Dünya Savaşı
Geçtiğimiz hafta önemli bir tarihin yüzüncü sene-i devriyesi idi. 28 Haziran 1914’de I. Dünya Savaşı’nın başlamasına yol açan suikast gerçekleşti; Avusturya-Macaristan Veliaht Prensi Franz Ferdinand ve eşi Sophia Saraybosna’da öldürüldü. Bosna-Hersek, Berlin Kongresi ile Avusturya-Macaristan’a bırakılmıştı. Fakat Sırbistan burayı ülkesine katmak istiyordu. Bunun için birçok hazırlıklar vardı. Balkanlarda Osmanlıdan ayrılarak bağımsızlık yoluna giren yeni krallıklar başlarına “Büyük” kelimesi koyarak genişleme yolunda komşularıyla çatışma sürecine girmişlerdi. Büyük güçler de çıkarlarına göre vaziyet almışlardı. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, kendisine kalan Bosna-Hersek’i elinde tutmaya çalışıyordu. Veliaht Prens’in Saraybosna ziyareti, o günlerde bir Sırp bayramını kutlayarak buradaki Sırp ahalinin sevgisini kazanmayı, gazını almayı hedeflemekteydi.
Veliaht Prens’in asil olmayan, Avrupa hanedanlarından birine mensup olmayan eşi Sophia, evlilik sözleşmesinde birçok saray protokolü ve hanedan haklarından mahrum kalmayı kabul etmiş, kendisine bazı haklar yanında kraliyet otomobiline eşinin yanında binme hakkı verilmişti. İşte bahtsız prenses bu hakkı kullanırken Sırp Milliyetçi Princip önce kendisini daha sonra eşi Ferdinand’ı vurdu. Olaydan tam bir ay sonra Avusturya-Macaristan, Sırbistan’a savaş ilan etti. Bunun üzerine Rusya seferberlik ilan etti. Almanya da Rusya’ya savaş ilan etti. Arkasından Fransa ve İngiltere savaşa katıldılar. Ve böylece insanlığın gördüğü en büyük felaketler zinciri başladı. Aslında II. Dünya Savaşı da I. Dünya Savaşı’nın devamı niteliğindedir.
Bu suikast hikâyesi çok iyi bilindiği halde geçtiğimiz hafta fazla dikkat çekmeyen bir olay yaşandı. Saraybosna’nın Sırplarla sakin mahalline, suikastçi Princip’in heykeli törenle dikildi. Heykeli dikilen kişinin büyük başarısı olarak kapısını açtığı savaş öyle bir savaş ki aslında Sırbistan dâhil kazananı olmamıştı. Milyonlar savaş meydanlarında, esir kamplarında, açlık veya salgın hastalıklar sebebiyle hayatını kaybetmişti.
Suikaste, hamile prenses Sophia’yı vurmakla başlayan Princip’in bugün Sırplar tarafından heykeli dikilen milli kahramanı haline gelmesini anlamak gerçekten zordur. Mesela Papa suikastçisi Ağca’nın memleketi Malatya’da kimsenin aklına onun heykelini dikmek gelmemiştir. 100 sene sonra da geleceğini zannetmiyoruz. Ancak Sırpların bugün Saraybosna’da bu heykeli dikmeleri pek eleştiri konusu dahi olmamaktadır. Asıl tehlikeli olan da budur.
Sırp meczup Princip bu suikasti düzenlemeseydi de savaş mukadderdi. Bununla beraber savaşın Temmuz 1914’de başlamasının faturası Princip’e kesilir. Sadece Balkanlar değil bütün Avrupa devletleri birbirlerine karşı geri dönülemez bir düşmanlık ve rekabet ile dopdoluydu. Bu uzlaşmazlık sadece Avrupa’da değil fakat Ortadoğu, Afrika ve diğer sömürgelerde de diz boyu idi. Her ülke gırtlağına kadar silahlanmış ve kesinlikle kendisinin kazanacağına inanıyor, hazırlıklarını her gün artırıyordu.
100 yıl sonra ise savaşlar ertesinde oluşan batı rasyonalizminin hızla tükendiğine şahit olmaktayız. Büyük savaşlardan sonra gündeme gelen birçok anlaşmazlık, sözkonusu rasyonalizm sayesinde çözülmüş, kimse dünya savaşlarındaki felaketleri bir daha yaşamak istememiştir. Halbuki Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Avrupalıların kavuştuğunu zannettiği huzurun hayalden ibaret olduğu her geçen gün daha belirgin hale gelmektedir. Putin, 1930lardaki Hitler gibi kendisinin olduğuna inandığı topraklara yönelik gücünü artırmakta, buna karşın Avrupa yeniden bölünme acısını tatmak istememektedir. Bu gerçekler ışığında Ukrayna’da başlamış olan “vekâleten savaş”ın tarafları geri adım atmayı düşünmemektedirler.
Aynı şekilde Ortadoğu’daki vekâleten savaşlar ise çok daha önceden başlamış durumdadır. ABD’nin Irak’a müdahalesinden sonra ülkedeki faili meçhul bombardımanlarla ölenlerin sayısı çoktan milyonu aştı. Aynı şekilde Suriye’de üç yılda hayatını kaybedenlerin sayısı 160.000’i geçti. Bu ülkelerdeki günlük genellikle 10’un katları olarak bildirilen ölüm haberleri oldukça sıradanlaştı. Bu bölgede yıllardır devam eden savaşı yöneten güçler, 2014 itibariyle derli toplu bir terör örgütü oluşturarak çatışmayı daha kontrollü hale getirmiş durumdalar. Adı konmamış savaş, Avrupa’nın dışında “terör saldırıları” duyurusu ile sürekli hale gelirken batılı güçler bölgeyi istediği şekliyle kontrol altında tutacaklar, petrol-silah dengesi ile başta İsrail olmak üzere bazı bölge ülkelerinin şartlarına göre cephelerde ileri geri kaymalar olacaktır. Buna karşın Ortadoğu ile ilgili bir kısmı perde önüne yansıyan batılıların kendi aralarında uyuşmazlıklardan doğan enerji birikimi ise 100 yıl önceki boyutlara ulaşmıştır.
100 yıl önce gerek yeni Balkan krallıkları gerekse Batı Avrupa’nın sömürgeci güçleri esaslı bir savaşla arzu ettikleri topraklara konmayı hedeflerken savaşın bu derece felaketlerle geçeceğini hesaplamamıştı. O günkü İngiliz yöneticiler, Çanakkale Eceabat sırtlarındaki “Bir Devrin Battığı” yerdir yazısı ile “üzerine güneş batmayan” imparatorluklarının sona ereceğini hiç tahmin etmemişlerdi.
100 yıl sonra ise altyapısı yıllardır hazırlanmakta olan bir devlet ile bölgeyi terörize ederek istedikleri şekilde kontrol edeceklerinin hesabı yapıldı. 4 Temmuz’da bağımsızlık yıldönümünü törenlerle kutlayan ABD, İran-Irak-Suriye-İsrail silsilesindeki ataklarla Ortadoğunun kazananı olacağından emin gözükmektedir.
Devlet erkânı, kendi eliyle hazırladığı bu manzaraya bakarak geleceğin çok daha kötü olabileceği mesajını vermesinden oyun içinde oyunlar döndüğünü anlıyoruz. Konuşurken, yazarken suyu üfleyerek içtiğimiz halde “Hak, şerleri hayreyler” gerçeğini hatırlıyoruz. Zira gelecekle ilgili her ümitsizlik veya karamsarlık mesajı, bir siperi daha düşmana terketmek demektir.


[email protected]

<p>100 Yıl Önce, 100 Yıl Sonra: Dünya Savaşı
Geçtiğimiz hafta önemli bir tarihin yüzüncü sene-i devriyesi idi. 28 Haziran 1914’de I. Dünya Savaşı’nın başlamasına yol açan suikast gerçekleşti; Avusturya-Macaristan Veliaht Prensi Franz Ferdinand ve eşi Sophia Saraybosna’da öldürüldü. Bosna-Hersek, Berlin Kongresi ile Avusturya-Macaristan’a bırakılmıştı. Fakat Sırbistan burayı ülkesine katmak istiyordu. Bunun için birçok hazırlıklar vardı. Balkanlarda Osmanlıdan ayrılarak bağımsızlık yoluna giren yeni krallıklar başlarına “Büyük” kelimesi koyarak genişleme yolunda komşularıyla çatışma sürecine girmişlerdi. Büyük güçler de çıkarlarına göre vaziyet almışlardı. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, kendisine kalan Bosna-Hersek’i elinde tutmaya çalışıyordu. Veliaht Prens’in Saraybosna ziyareti, o günlerde bir Sırp bayramını kutlayarak buradaki Sırp ahalinin sevgisini kazanmayı, gazını almayı hedeflemekteydi.
Veliaht Prens’in asil olmayan, Avrupa hanedanlarından birine mensup olmayan eşi Sophia, evlilik sözleşmesinde birçok saray protokolü ve hanedan haklarından mahrum kalmayı kabul etmiş, kendisine bazı haklar yanında kraliyet otomobiline eşinin yanında binme hakkı verilmişti. İşte bahtsız prenses bu hakkı kullanırken Sırp Milliyetçi Princip önce kendisini daha sonra eşi Ferdinand’ı vurdu. Olaydan tam bir ay sonra Avusturya-Macaristan, Sırbistan’a savaş ilan etti. Bunun üzerine Rusya seferberlik ilan etti. Almanya da Rusya’ya savaş ilan etti. Arkasından Fransa ve İngiltere savaşa katıldılar. Ve böylece insanlığın gördüğü en büyük felaketler zinciri başladı. Aslında II. Dünya Savaşı da I. Dünya Savaşı’nın devamı niteliğindedir.
Bu suikast hikâyesi çok iyi bilindiği halde geçtiğimiz hafta fazla dikkat çekmeyen bir olay yaşandı. Saraybosna’nın Sırplarla sakin mahalline, suikastçi Princip’in heykeli törenle dikildi. Heykeli dikilen kişinin büyük başarısı olarak kapısını açtığı savaş öyle bir savaş ki aslında Sırbistan dâhil kazananı olmamıştı. Milyonlar savaş meydanlarında, esir kamplarında, açlık veya salgın hastalıklar sebebiyle hayatını kaybetmişti.
Suikaste, hamile prenses Sophia’yı vurmakla başlayan Princip’in bugün Sırplar tarafından heykeli dikilen milli kahramanı haline gelmesini anlamak gerçekten zordur. Mesela Papa suikastçisi Ağca’nın memleketi Malatya’da kimsenin aklına onun heykelini dikmek gelmemiştir. 100 sene sonra da geleceğini zannetmiyoruz. Ancak Sırpların bugün Saraybosna’da bu heykeli dikmeleri pek eleştiri konusu dahi olmamaktadır. Asıl tehlikeli olan da budur.
Sırp meczup Princip bu suikasti düzenlemeseydi de savaş mukadderdi. Bununla beraber savaşın Temmuz 1914’de başlamasının faturası Princip’e kesilir. Sadece Balkanlar değil bütün Avrupa devletleri birbirlerine karşı geri dönülemez bir düşmanlık ve rekabet ile dopdoluydu. Bu uzlaşmazlık sadece Avrupa’da değil fakat Ortadoğu, Afrika ve diğer sömürgelerde de diz boyu idi. Her ülke gırtlağına kadar silahlanmış ve kesinlikle kendisinin kazanacağına inanıyor, hazırlıklarını her gün artırıyordu.
100 yıl sonra ise savaşlar ertesinde oluşan batı rasyonalizminin hızla tükendiğine şahit olmaktayız. Büyük savaşlardan sonra gündeme gelen birçok anlaşmazlık, sözkonusu rasyonalizm sayesinde çözülmüş, kimse dünya savaşlarındaki felaketleri bir daha yaşamak istememiştir. Halbuki Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Avrupalıların kavuştuğunu zannettiği huzurun hayalden ibaret olduğu her geçen gün daha belirgin hale gelmektedir. Putin, 1930lardaki Hitler gibi kendisinin olduğuna inandığı topraklara yönelik gücünü artırmakta, buna karşın Avrupa yeniden bölünme acısını tatmak istememektedir. Bu gerçekler ışığında Ukrayna’da başlamış olan “vekâleten savaş”ın tarafları geri adım atmayı düşünmemektedirler.
Aynı şekilde Ortadoğu’daki vekâleten savaşlar ise çok daha önceden başlamış durumdadır. ABD’nin Irak’a müdahalesinden sonra ülkedeki faili meçhul bombardımanlarla ölenlerin sayısı çoktan milyonu aştı. Aynı şekilde Suriye’de üç yılda hayatını kaybedenlerin sayısı 160.000’i geçti. Bu ülkelerdeki günlük genellikle 10’un katları olarak bildirilen ölüm haberleri oldukça sıradanlaştı. Bu bölgede yıllardır devam eden savaşı yöneten güçler, 2014 itibariyle derli toplu bir terör örgütü oluşturarak çatışmayı daha kontrollü hale getirmiş durumdalar. Adı konmamış savaş, Avrupa’nın dışında “terör saldırıları” duyurusu ile sürekli hale gelirken batılı güçler bölgeyi istediği şekliyle kontrol altında tutacaklar, petrol-silah dengesi ile başta İsrail olmak üzere bazı bölge ülkelerinin şartlarına göre cephelerde ileri geri kaymalar olacaktır. Buna karşın Ortadoğu ile ilgili bir kısmı perde önüne yansıyan batılıların kendi aralarında uyuşmazlıklardan doğan enerji birikimi ise 100 yıl önceki boyutlara ulaşmıştır.
100 yıl önce gerek yeni Balkan krallıkları gerekse Batı Avrupa’nın sömürgeci güçleri esaslı bir savaşla arzu ettikleri topraklara konmayı hedeflerken savaşın bu derece felaketlerle geçeceğini hesaplamamıştı. O günkü İngiliz yöneticiler, Çanakkale Eceabat sırtlarındaki “Bir Devrin Battığı” yerdir yazısı ile “üzerine güneş batmayan” imparatorluklarının sona ereceğini hiç tahmin etmemişlerdi.
100 yıl sonra ise altyapısı yıllardır hazırlanmakta olan bir devlet ile bölgeyi terörize ederek istedikleri şekilde kontrol edeceklerinin hesabı yapıldı. 4 Temmuz’da bağımsızlık yıldönümünü törenlerle kutlayan ABD, İran-Irak-Suriye-İsrail silsilesindeki ataklarla Ortadoğunun kazananı olacağından emin gözükmektedir.
Devlet erkânı, kendi eliyle hazırladığı bu manzaraya bakarak geleceğin çok daha kötü olabileceği mesajını vermesinden oyun içinde oyunlar döndüğünü anlıyoruz. Konuşurken, yazarken suyu üfleyerek içtiğimiz halde “Hak, şerleri hayreyler” gerçeğini hatırlıyoruz. Zira gelecekle ilgili her ümitsizlik veya karamsarlık mesajı, bir siperi daha düşmana terketmek demektir.</p>
<p>
alaeddinyalcinkaya@gmail.com</p> - world dunya harita politika