Nuray Mert
Ekmelettin İhsanoğlu, benim 30 yılı aşkın zamandır tanıdığım, saygı duyduğum bir isim. Doktora çalışmamı yaparken (80′li yıllarda) saygıdeğer bir akademisyen olarak, Yıldız Sarayı’nda faaliyet gösteren, İslam Araştırmaları Merkezi’nin (IRCICA) başındaki isimdi. Mustafa Sabri Efendi’nin, Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra, muhalif olarak, İskece’de çıkardığı ‘Yarın’ dergisi o zaman sadece IRCICA’nın kütüphanesinde mevcuttu. Bir yaz boyu orada çalıştım; o esnada son halife 2′nci Abdülmecid’in hilafetin ilgası ardından gittiği Kahire’de çıkardığı ‘Müsavat’ gazetesini de görmek istediğimde, İhsanoğlu’ndan randevu aldım. Böylece kendisiyle ilk kez doğrudan tanışmış ve bu derginin kopya koleksiyonunu çoktan istetmiş olduğunu öğrenmiştim. Zaman içinde, bir araya geldiğimiz birçok vesile oldu, benim tanıklığıma hiç ihtiyacı yok, ama yine de söyleyeyim: Tanıdığım en donanımlı ve beyefendi insanlardan biridir. Dahası, uluslararası deneyimi ve Ortadoğu bilgisi tam da böylesi bir zamanda derde deva mahiyette olabilecek bir seçimdir.
CHP’nin ‘bir kısmı’nın çatı adayı olarak İhsanoğlu’na itirazı, o kesimin zihniyeti dikkate alındığında şaşırılacak şey değil. Mesele, partinin sağa kayması sorunu olsa, bu anlaşılabilecek bir şey. Ancak ben cumhurbaşkanlığı çatı adayı olarak muhafazakar bir ülkede, böyle bir ismin önerilmesini, mevcut koşullarda yadırgamayabilirim. CHP’yi katiyyen solda görmeyenlerin, bu ismi sorun etmesini anlamakta ise zorlanıyorum.
Asıl sorgulamamız gereken, İhsanoğlu’nun özgürlükler ve Kürt meselesine bakışı
Bu noktada, asıl sorgulamamız gereken, İhsanoğlu’nun özgürlüklere ve münhasıran Kürt meselesine bakışı olmalı. MHP’nin sevinçle kabul ettiği bir adayın en sorunlu özelliğinin bu olduğunu ve olacağını düşünüyorum. Zira, Türkiye’nin geleceği açısından en önemli husus, muhalefetin AKP’nin gerisine düşmeyecek bir adaya itibar edecek durumda olmaması.
Başka bir sorun, muhafazakar temsiliyet
Diğer taraftan, ilk bakışta daha az göze batan başka bir sorun, İhsanoğlu’nun ‘muhafazakar’ temsiliyeti konusu. Önemli bir sorun, kalkış noktası, AKP’nin karşısına muhafazakar kimliğiyle bilinen bir aday çıkarmak olduğu noktada, AKP’nin temsil ettiği ‘muhafazakarlık’ın neyi temsil ettiğinin hala anlaşılmamış olmasında.
Yok, tek sorun İhsanoğlu’nun eşinin başörtüsüz olması da değil. Başörtüsünün de, diğer dindarlık simgelerinin de, öncelikle ve sadece dini bir referansa değil, sınıfsal bir referansa işaret ettiğini bilmek, görmek gerek. AKP’yi de, en iyi, sınıfsal/kültürel bir dışlanmışlığın isyanının temsilcisi olarak anlayabiliriz.
‘Dışarda kalanlar’
Öteden beri, sadece İslamcılık değil, merkez sağın da toplumsal tabanı, Batılı/seküler modernleşme projesinin dışarda bıraktıklarından oluşur. Başından beri, ‘dışarda kalanlar’ öncelikle, kırsal kesimde yaşayan ve şehirlere aktıklarında kendilerine ziyadesiyle yabancı bir kültür dünyasıyla karşılaşanlardı. Dindarlıkla köylülük, sonra şehirlere yeni göçmüşlük, bazen fukaralık bazen taşralılık, çoğunlukla hepsi birden örtüşen referanslar olageldi.
Muhafazakar kalabalıklara yabancı gelen sadece Batılılık, sekülerlik değil, şehirlilikti. Ama şehirlilik zaten aynı zamanda Batılı ve seküler olmaktı. Nerden baksanız yaban bir diyardı. Sınıf atlamak isteyen, kendini dönüştürmek durumundaydı. Bu yoldan giden çok oldu, gidemeyen, gitmek istemeyen de.
Din referanslı bir karşı dünya
Türkiye’de muhafazakarlık, bu kesimlerin kendine kurduğu muhayyel dünya ve ona tutunarak büyüttüğü isyandır. O muhayyel dünyada, Cumhuriyet’in kültür kodlarının tanımladığı ve üstün tuttuğu ‘seçkin’lik karşısında, din referanslı bir karşı dünya, bir karşı tarih, bir karşı kültür oluştu.
O karşı dünya, ne muhafazakarların iddia ettiği gibi ne de Batılılaşmış kesimin sandığı gibi öncelikle din merkezli bir tartışmanın tarafı. Din, dışlananların ortak kodlarından en göze çarpanı, ama sadece biri.
Geleneksel toplum yalıtılmış bir dünyaydı
Evet, din yaşam tarzının en belirleyici ögelerinden biri, ama Cumhuriyet öncesinde de, Osmanlı zadeganının yaşam tarzı, kültürü, din algısıyla köyün, kasabanınki birbirinden çok ama çok uzaktır. Geleneksel toplum, sınıfların birbirinden uzak ve yalıtılmış olduğu bir dünyaydı. O nedenle bu farklılıklar değil yadırganmak, itiraz edilme gereği hissedilen şeyler bile değildi.
Geleneksel toplum, bugünkü muhafazakarların sandığı gibi dinin toplumsal kaynaştırıcı olduğu bir dünya değildi. Tam tersine bugün düşünebileceğimizden çok daha seçkinci, ayrımcı bir dünyaydı.
Batılı/seküler hegemonyanın başarısızlığı
Batılı/seküler dünyanın muhafazakarları dışarda bıraktığı doğrudur; dahası, modernleşme ancak toplumun geniş kesimlerini kapsama alanı içine aldığı sürece toplumsal bir barış inşa edebilir. Batılı/seküler kültürel hegemonya bu kapsayıcılığı başaramadı. Tam tersine işledi ve muhafazakarların ‘küskün dünya’sını yarattı. İşte AKP’nin temsil ettiği, sağalttığı, nefes aldırdığı dünya bu dünyadır.
Muhafazakar basının ‘Beyaz Türk Dünyası’ nefreti, iktidarı güçlendikçe azalacağına artan öfkesi, bir türlü teskin olmaması, kendini hala ve hep ‘gariban’ olarak görmesi, sınıfsal/kültürel bir öfkenin yatışamamasıyla ilgili bir durum. Neden bir türlü yatışmadığı konusu uzun bir mesele, fırsat bulursak bir başka yazıda onu da konu ederiz. Zira, cumhurbaşkanlığı konusundan uzaklaşır gibi olduk, ama ben bunları tam da yeni çatı adayı üzerine bir şeyler söylemek için yazma ihtiyacı duydum.
Muhafazakarların derdi başka
Kısaca, bu arka planı dikkate alırsak, Ekmelettin İhsanoğlu, İslami referanslara sahip olabilir; din/diyanet işlerini AKP’lilerin kahir ekseriyetinden çok daha iyi biliyor olabilir; Ortadoğu bilgi ve birikimi yeni yetme uzmanlarla mukayese bile edilmeyebilir. Ama muhafazakarlar zaten bunların peşinde değil ki. Onlar, Cumhuriyet düzeni yüzünden Mısır’a göçmüş bir alileden de gelse, kendilerine benzemeyen bir dindarı kendilerinden görmüyor, göremez…
Onları en iyi, kendileri gibi oturan kalkan, kendi ezikliklerini yaşamış, ona isyan bayrağı çekmiş biri/birileri temsil edebilir, ediyor. Yoksa, değil İhsanoğlu, muhafazakarlığın muhayyel dünyasında en muteber Osmanlı ecdadı dirilip gelse, onu da yadırgarlar. Onlar Osmanlı derken, kendilerine kucak açacağını tahayyül ettikleri bir masal dünyasına meftun, kendilerine dudak bükecek Osmanlı seçkinlerinin dünyası onlara neredeyse, Cumhuriyet seçkinlerinin dünyası kadar uzak.
Bu tatlı hayal varken…
Diğer taraftan, dünyayı, Ortadoğu’yu bilmek değil mesele. Ardından koştukları, inanmak istedikleri kendilerine yeniden fetih rüyası tattırmaya devam edecek dış politika hayali. Yeni kavuştukları bu tatlı hayalden uyanmak istemiyorlar. Hayallerini kıran her şeye karşı o nedenle bu denli öfkeliler.
Asıl mesele muhafazakar bir cumhurbaşkanı değil, siz hala anlamadınız mı?
İhsanoğlu’nun adaylığı, Türkiye’de muhafazakarlığa ilişin bu gerçeklerin daha iyi anlamamıza yardım edecek gibi görünüyor.
Bir yanıt yazın