Gün ortasında, herkesin gözünün önünde, Türk bayrağını gönderden indirme cesaretini gösteriyorlar.
İktidar da muhalefet de bölücüler de şeriatçılar da Cumhuriyetle, Atatürk’le, geçmişimizle hesaplaşacağız diyorlar…
Nasıl bir kin, nasıl bir nefret, nasıl bir öç alma duygusuysa bu? Yatıp kalkıp Atatürk’e, Kurtuluş Savaşına, Cumhuriyete kin kusuyorlar… Sövüp sayıyorlar…
Ama bir kez olsun kendi kendileri ile hesaplaşmak, Türkiye’yi nasıl bir bataklığa sürüklediklerini sorgulamak akıllarına hiç gelmiyor.
75 milyonluk bir ülkede adam kalmamış gibi, Atatürkçü, laik, çağdaş bir Cumhurbaşkanlığı adayı yokmuş gibi, gidip, Mısır’da yaşamış, ömrünü siyasal İslamcı bir mücadeleye adamış; kulluk, biat kültürü ile yetişmiş, ümmetçilik ideolojisine sadık; millet, milliyetçilik, ulusçuluk kavramlarından öcüden korkar gibi korkan, El Ezher’li bir profesör buluyorlar, Mustafa Kemal’in köşküne…
İşin en acı, en üzüntü veren yanı (ben bu yazıyı kaleme aldığım sırada) bir Atatürkçüyü Cumhurbaşkanı Adayı gösterebilmek için henüz 20 yurtsever milletvekili bulamamıştık… Umarım bulunur da tertibi boşa çıkarırız…
İşin daha da kötü yanı, İktidarı da muhalefeti de utanmadan, sıkılmadan Güneydoğu’yu Ermeni – Kürt kırması bir terör örgütüne teslim etmeye hazırlanıyor şu sıralar…
Bebek katilini serbest bırakıp, parlamentoya sokmak için birbirleri ile yarışıyorlar…
Bir küçük azınlık, emperyalizmin emrindeki bir küçük vatansız grup, açılım – saçılım denilen ihanet girişimini YASAL BİR ZEMİNE oturtmak için kolları sıvadılar…
Harıl harıl çalışıyorlar.
Halka soran yok… Halkın düşüncesini öğrenen yok…
Onlar için halk, ulus önemli değil nasıl olsa… Onlar için önemli olan ABD emperyalizmi ve İsrail.
Otur derse oturuyorlar, kalk derse kalkıyorlar… Emir demiri kesiyor…
Vatan, bayrak, toprak değerini yitirdi.
Ağızlarından demokrasi, özgürlük, özerklik sözcüklerini hiç düşürmüyorlar ama faşizmin bataklığında çırpınıyorlar…
Türkiye’yi tarihsel köklerinden kopardılar.
Geçmişte, Kurtuluş Savaşında, Kurtuluş Savaşından sonra, emperyalizmle birleşip, halkına, ulusuna, ordusuna savaş açan hainler bugün el üstünde… Günümüzün “muteber” insanları oldular. Onların adına anma günleri düzenleniyor…
Ama Atatürkler, İnönü’ler, Kazım Karabekir’ler tu kaka…
Caddelerden sokaklardan adları kazınıyor…
Yunus Emre’lerin, Pir Sultan’ların şiirlerine sansür uygulanıyor…
Türkiye tarihsel köklerinden ve bağlarından koparılarak, emperyalizmin kolayca yutacağı dejenere, kozmopolit, yozlaşmış bir ülke haline getirilmek isteniyor…
AKP için önemli olan Türk tarihi, Türk kahramanları değil ümmet toplumu, kul ve biat düzenidir.
İşte bu nedenlerle AKP, maddi ve manevi desteği ile komşularımızda ve sınırımızda IŞİD adlı bir FRANKEŞTAYN yarattı. Bu sevgi, hoşgörü, insanlık tanımayan, kan içen canavarlar ordusu yakında, hem de çok yakında silahlarını Türkiye’ye çevirirlerse hiç şaşmayalım.
Halkımız kendilerini, çocuklarının geleceğini ilgilendiren konularda henüz duyarsız. Sessiz ve sadece seyrediyor… Ama burada şunu hemen belirtelim:
Bu suç sadece onun suçu değil. Bu duyarsızlığın, ilgisizliğin kökeninde muhalefetin görevini hakkıyla yapmaması, gerçekleri ve ulusal değerlerimizi savunacağı yerde “kuyrukçuluğu” tercih etmesi gerçeği yatmaktadır…
Ayrıca günümüzün Mütareke basını da halkı uyutmak, iktidarın borazancılığını yapabilmek için birbiriyle yarışıyor. Şimdi yarışmalar var tüm TV’lerde. Bir de diziler. Vatan yok. Herkes dizileri konuşuyor.
Nereye baksanız, hangi kanala girseniz, karşınıza bir yarışma çıkıyor. Büyükler, küçükler, yaşlılar, gençler birbirleriyle yarışıyorlar. Daha doğrusu yarıştırılıyorlar. Bazı “izdivaç programları”nda da dedeler, nineler çiftetelli eşliğinde gerdan kırıp, göbek atıyorlar.
Yani ne yazık ki halkımız, henüz, yaklaşan büyük tehlikenin farkında değil…
Bu durum bana geçmişte yaşadığım, gerçek bir olayı anımsattı. Yeni yayınlanan “Küresel Emperyalizm ve Yandaşlarının Hedefindeki ülke…” adlı kitabımdan bu bölümü yeniden aktarıyorum:
“Bartın Lisesinde öğretmenlik yapıyordum.
Liseyi bitirip, üniversiteye devam eden bir öğrencim, bazı direnişlere, protestolara katıldığı için gözaltına alınmış, sonra serbest bırakılmıştı. Dinlenmek, özgürlüğün tadını çıkarmak için memleketine dönmüştü. Bu arada bana uğradı. Hal hatır sorduktan sonra, ona:
“Ne oldu, mutsuz görünüyorsun“ dedim.”
“Nasıl mutsuz olmayayım hocam” dedi. “Hele bir esnafı, arkadaşları dolaşayım, bir tepki var mı iktidara karşı, ne yapıyorlar. Bu bozuk düzende nasıl geçiniyorlar? Diye sorayım dedim.
“Yukarı Çarşı’ya çıktım, Yukarı Çarşı göbek atıyor; Aşağı Çarşıya indim, Aşağı Çarşı göbek atıyor.
Sıkıldım.
Yengeme uğrayayım, biraz dertleşir, söyleşiriz dedim. Eve gittim. Bir de ne göreyim, sonuna dek açmış oyun havasını, evde de yengem göbek atıyor…
Kafayı yiyecektim, aklıma sen geldin…”
“ Hidayet, bu olay bana bir Osmanlı padişahını anımsattı…
Hani her başı sıkıştığında adamlarını gönderir, (bugün olduğu gibi) halktan vergi toplatırmış ya…
Her gidiş gelişlerinde de sorarmış, “Ahali ne yapıyor, ne durumda, tepki var mı” diye.
Memurlar da “Tepki falan yok padişahım. Sesleri çıkmıyor, sadece düşünüyorlar.” dermiş.
Vergicilerin son seferinde padişah yine aynı soruyu yöneltmiş, bu kez değişik yanıt almış:
“Padişahım, artık düşünmüyorlar, üzülmüyorlar. Öfkeli de değiller. Zil takmış oynuyorlar.
“Artık gitmeyin… Tehlikeli olabilirler” demiş padişah. “
Şimdi durum bu. Halk delirme noktasına geldi. Ama davul zurna, klarnet eşliğinde göbek atıyor, çiftetelli oynuyor.
Yarışıyor, oynuyor… Oynuyor, yarışıyor… Göbek atıyor…
Arabesk, tuhaf bir toplum olduk…
Bir yanıt yazın