EZBER BOZMAK (2)
TARİHÇİ GEÇİNİP DE AKÇURA’YI HİÇ OKUMAMIŞ OLMAK
HÜSEYİN MÜMTAZ
Kaddafi’nin, Saddam’ın yahut Esat’ın Akçura’yı okuyup da anlama kapasitesi olduğunu zannetmiyorum ama Neocon’ların okuduğu kesin..
Ya “yanlış”, yâni okumak istedikleri gibi okudular yahut doğrusunu anladılar ama “gaz vermek” için “mış gibi” yapıyorlar.
Dâvutoğlu “Bölgesel Örgütlerin Arabuluculukta Artan Rolü” temalı III. İstanbul Arabuluculuk Konferansı’nın “basına açık üst düzeyli” oturumunda yaptığı konuşmada demiş ki;
“BM Güvenlik Konseyi’nin doğru zamanda doğru insani, evrensel değerlere atıfta bulunarak hayata geçiremediği inisiyatiflerden dolayı bu noktaya gelmiş bulunuyoruz. Irak ve Suriye girift bir biçimde birbirine bağlanmış durumda…Şu anda büyük bir kriz kapımızda ve biz komşular olarak bundan etkileniyoruz”.
Demek Irak ve Suriye girift bir biçimde birbirine bağlanmış durumda ve büyük bir kriz kapımızda üstelik biz komşular bundan etkileniyoruz..
Pes..
Muhterem, daha 13 Haziran günü üç bakanla beraber yaptığı basın toplantısında “Her Iraklıyla gönül bağımız var. Bugünkü toplantıda aldığımız en önemli kararlardan biri Irak’la olan işbirliğimizin kesintisiz devam edeceğidir. Irak’ta kaos varmış gibi yansıtılıyor” dememiş miydi?
Bu; sadece 15 güne sığdırılan ne kadar farklı uçlarda savrulma yeteneği?
“Her Iraklıyla gönül bağımız var” lâfının altını da çizin lütfen..
III. İstanbul Arabuluculuk Konferansı’ndaki konuşmasının devamında diyor ki Dâvutoğlu;
“Irak’taki krizden dolayı çok üzgünüm ve hayal kırıklığına uğradım…2006’da kimse bizden talep etmemesine rağmen İstanbul’da tüm Sünni direnç gruplarını bir araya getirmek amacıyla bir inisiyatif üstlendik. 4 ay boyunca ben kişisel olarak, başdanışman olarak müdahildim ve Sünnilerin tüm liderleri, siyasi arenadan dışlanmış olan bütün paydaşlar, o dönemde dışlanmış olanlar 4 ay boyunca bu toplantılara dâhil edildi ve tüm Sünni menşeli direnç gruplarının temsilcilerini bir araya getirdik. Seçim sürecine dahil oldular bu inisiyatif sayesinde. Sünnilerin aşırı radikal grupları, bu süreçten çekildi. Şiiler, Sünniler, İranlılar ve Amerikalılar çok mutluydu. Bizler gerçekten geleceğe dönük olarak çok umutluyduk. 2009’da yeniden aynısını yaptık. Geçen 4 yıl içinde bütün Sünni liderler, ılımlı Sünni siyasetçiler sistemden izole edildi ve politik hayatın dışında bırakıldı. Sünnilerin topluluk kimliği, ulusal kimliğinden daha önemli hale geldi. Kriz yönetimi, Bağdat’taki liderlerin elinden çıkmıştı artık. Eğer Sünni liderlerin, Sünni kitleler nezdinde bir güvenilirliği olsaydı ve siyasi hayatın dışında bırakılmasalardı, kriz Bağdat’ta kendi aralarında akılcı bir müzakereyle sonuçlanabilirdi. Bir diğer taraftan Şii topluluğu artık devletin sahibi gibi hissetti, kendilerine öz güveni geldi. Kürtler tabii öz güvenliydi ve Sünniler yalnız bırakıldıklarını düşündü. Sonra toplumun en alt seviyesinde yeni bir ivme ortaya çıktı maalesef ve o ivme de şu anda yaşadığımız krizin sebebidir.”
Tarihe geçecek bir konuşmadır.
Ve kaosun, krizin, içinde bulunulan içinden çıkılmaz durumdaki kişisel yanlışının da (farkında olmadan) itirafıdır..
Hem “Her Iraklıyla gönül bağımız var” diyeceksin, hem “Tüm Sünni direnç gruplarını bir araya getirmek amacıyla” insiyatif üstleneceksin.
Sana ne?
“Sana ne”yi kendi de itiraf ediyor; “kimse bizden talep etmemesine rağmen” diyor.
Demek “sadece” Sünnilerin tarafındasın. O halde Her Iraklı’yla gönül bağın yok..
Asıl itiraf da arkadan geliyor;
“Şii topluluğu artık devletin sahibi gibi hissetti, kendilerine öz güveni geldi. Kürtler tabii öz güvenliydi ve Sünniler yalnız bırakıldıklarını düşündü”.
Şiiler, Kürtler ve Sünniler…
Bu tarz üçe bölünmenin bir İsrail projesi olduğunu bir önceki yazıda görmüştük.
Ve gerçekleri görmeyen, ayakları yere basmayan hayali projeler sonunda bu “üçleme” enine ve aynı paralellerde Suriye’de de hayata geçmiştir.
Bu “bölünmedeki” payının, yanlış yaptığının farkında mıdır Dâvutoğlu?
Irak ve Suriye’de mevcut “otorite(Saddam-Esat)”, yanlışları düzeltilmek yerine yok edilmek istenildiğinde kaos ortaya çıkmış ve bu günkü sonuç oluşmuştur.
Cinayet romanlarında katili bulmak için kadını takibederler.
Küresel cinayetlerde de petrol takibedilir.
İsrail (Amerika) burnunun dibindeki Musul-Kerkük petrollerini Şii ve Sünnilerden mi kolay alır, yoksa Kürtlerden mi?
Türkler mi? Onları kesinlikle denklem dışı tutacaklardır çünkü “devasa” Türkiye’nin herhangi bir bağlantı ile bir de petrolü olursa artık önünün kesilemeyeceği tecrübe ile sabittir.
Uluslararası aktörler, iliklerine işlemiş bu Türkiye korkusu yüzünden yazdıkları senaryolarda ona sadece figüran rolü vermektedirler.
O rolü oynayıp oynamamak senin tercihindir.
Son örnekte olduğu gibi; Kürt petrolü İskenderun’a gelir, tankere yüklenir, İsrail’e satılır.
Senin burada biçilen rol, sadece limanının kullanılmasıdır.
Gene tekrar edeceğim, benim her Iraklı ile değil, Türk/menlerle gönü bağım var.
“İstanbul’a Sünnileri topluyorum” dersen, Şii Türkmenleri dışarıda bırakmış olursun.
Hele, zaten, üstelik bir de Türkmenleri, sadece Türkmen olarak değil de Şii-Sünni olarak görürsen, “bölmüş” olursun..
Önce Sykes/Picot, sonra da Rice/Ralph Peters haritaları zaten bunu öngörmüyor muydu?
Neocon’ların; bölgede (dünyada) mevcut veya muhtemel bütün “allies-partner”lerini kendi çıkarları doğrultusunda kullanmak için gaz vermeleri olağandır, alışkanlık haline gelmiştir ve anlaşılabilir ama “gaza gelmek” yahut gelmemek de muhataplarının tamamen kendi “özgür” tercihleridir.
“Gaza gelme”nin faturası, “saza gelmek” kadar eğlenceli olmayabilir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin Osmanlı geçmişi, Amerika’nın “kendi” bölgesel hedeflerini gerçekleştirebilmesi için onu uygun bir partner yapabilir mi?
“Osmanlıcılık” eğer bu coğrafyada geçerli-uygulanabilir bir akçe olsaydı İmparatorluk yıkılmazdı efendiler.
Osmanlı onlarca ülkede yüzlerce yıl hükümran olmuştur.( )
Peki, ama o zaman neden “yıkılmıştır”?
Kososva’da bile; Kosova’nın başkenti Priştine çevresindeki Sırp Belediyesi Graçanitsa’da, 1389 Kosova Meydan Muharebesi’nden sonra savaş alanını gezen Sultan Murad Hüdavendigar’ı sırtından hançerleyerek şehit eden Sırp Miloş Obiliç’in heykeli dikiliyor.
Aynı coğrafyada, aynı milletler, diller, dinler ve mezheplerle aynı tiyatro bir defa daha sahnelenebilir mi?
Bu örnekten hareketle korkarım “Yeni Osmanlıcılık”, Amerika tarafından öngörülen raf ömrünü tamamladığında ortada konuşacağımız bir Türkiye de kalmayacaktır..
Sevr haritası’yla, Ralph Peters haritası ve en son ortaya çıkan IŞİD haritasını hiç üst üste koymayı denediniz mi?
Abromovitz’in “Türkiye’nin Dönüşümü ve Amerikan Politikası”nı; Fuller’in “Türkiye’nin Yeni Jeopolitik Konumu”nu, “Yeni Türkiye Cumhuriyeti”ni, “Kuşatılanlar-İslâm ve Batı’nın Jeopolitiği”ni; Brezinski’nin “Büyük Çöküş”ünü, “Büyük Satranç Tahtası”nı; Barnett’in “Pentagon’un Yeni Haritası”nı; Chase-Kennedy’nin “Eksen Ülkeler”ini okudunuz mu?
Hepsi de 11 Eylül-Crusade sürecinin teorik kitapları olup “verilen gaz”ın politik analizleridir ve Türkiye’ye biçilen yeni rol-model-kefen’in “bilimsel” kılıflarıdır.
Yukarıdaki kitapların çoğunun isminde yer alan ortak “Yeni” kelimesine dikkat ettiniz mi?
Peki ya, “Türkiye’nin Dönüşümü” kavramına?
Türkiye, Rice’ın “procesi”nde yer alan 22 ülkeyle beraber “dönüştürülüp” “yenilenecek” ve “yeni Osmanlı” haline getirilecekse bir defa daha tekrar edelim;
“Yeniden İttihat ve Terakki, yeniden Mondros, yeniden Sevr….Yeniden Lozan’ı, Montrö’yü, ve “mübadele”yi göze almanız gerekir..
Ama öncesinde de tabii “yeniden Sakarya melhame-i kübrası”nı içinize sindirip, “İzmir’in Dağlarında Çiçekler Açar”ı yeniden ve gür bir sesle ve tabii TÜRKÇE söylemeniz..
Göze alabilecek misiniz?
Ve başkalarının yazdığı senaryoda başrol oynamak yahut figüran olmak veya daha iyisi kendi yazacağınız senaryoda oynamak kabiliyetinize bağlıdır efendiler. 27 Haziran 2014
Bir yanıt yazın