New York’taki başarılarıyla adından bahsettiren bir Türk kızı olan Sırma Munyar, ‘ Kendimi müziğe gönlünü kaptırmış bir gezgin gibi hissediyorum’ diyor.
Berklee’den mezun olduktan sonra New York’a taşınan ve burada müzik kariyerine devam eden Sırma Munyar New York’ta büyük başarılara imza atıyor.
Gazeteci Vahap ve Emine Munyar’ın kızı olan Sırma Munyar bir yandan temmuz ayında çıkacak albümünün hazırlıkları yaparken bir yandan da New York’ta konserler veriyor.
The Deli Magazine’in New York ayağı tarafından ‘ayın sanatçısı’ anketine se- çilen ve internet üzerinden yapılan bu ankette oyların yüzde 49’unu alarak ayın sanatçısı seçilen Munyar, geçtiğimiz hafta verdiği konser sonrası kendisi hakkında merak ettiğimiz soruları cevapladı.
Nasıl başladın müziğe?
Müziğe anaokulda ve ilkokulda müzik öğretmenlerimin teşviğiyle başladım. ‘Bu çocuğun kulağı iyi, bu yeteneğin üzerine gidilmesi lazım’ diyerek annem ve babamı teşvik etti hep öğretmenlerim… Böylelikle bir yandan klasik piyano ve solfej dersleriyle bir yandan da okuldaki çeşitli müzik aktiviteleriyle (koro, barok flüt grubu, orkestra vb.) geçti çocukluğum. Müziğin her zaman en az temel eğitimim kadar büyük bir yeri oldu hayatımda.
Çocukluk hayalin neydi? Bu noktaya geleceğini hayal ediyor muydun?
Çocukluk hayalimdi müzisyenlik. İlk başlarda klasik piyano çalıştığım için o yönde ilerlemeyi düşündüm; ama lisedeyken değişti her şey…Bir yandan vokale de eğilimim vardı, korolarda solo söylerdim hep… Ama özellikle lise çağındayken sesim yavaş yavaş yerine oturmaya başladı. Robert Kolej’de okudum liseyi; okul orkestrasının şefi Deniz Baysal beni orkestraya vokalist olarak aldı, caz vokal konusunda eğitim almamın çok faydalı olacağını söyledi.
Ben de tavsiyesine uydum ve Randy Esen ile caz vokal repertuarı ve vokal tekniği çalışmaya başladım. Sonra da devamı geldi; açıkçası müzik hayatımın bir parçasıydı hep, ama liseden mezun olana kadar aklımda müzik kariyerimi Amerika’da sürdürmek gibi bir fikir yoktu. Her şey Berklee’de eğitimime başladıktan sonra değişti.
Amerika’ya gelmeye nasıl ve neden karar verdin?
Amerika’ya gelmek istememin birinci sebebi Berklee’ydi. Berklee hayalimdeki okuldu; eğer ordan erken kabul gelmeseydi, The New School for Jazz and Contemporary Music’e başvurmayı düşünüyordum. Ama Avrupa’da da gözüme kestirdiğim birkaç okul vardı. Yani Berklee’ye kabul edilmeseydim, şu an kariyerimi Avrupa’da sürdürüyor olabilirdim.
Berklee’ye girmeye nasıl karar verdin, nasıl kabul aldın?..
Berklee’nin 5 haftalık bir yaz programı var; oldukça yoğun bir program, bir nevi üniversite eğitiminin özet hali gibi, Berklee’de okumayı hayal eden genç müzisyenler için… 2006 senesinde Arif Mardin’in vefatının ardından American Turkish Society, Berklee’yle ortaklaşa bir burs düzenledi ilk kez bu yaz programı için. Burs her sene bir genç Türk müzisyenini bu yaz programına ücretsiz göndermeyi amaçlıyordu.
2007 senesinde başvurdum, ve bursun ilk kazananı ben oldum. O sırada 17 yaşımdaydım, liseden mezun olmama 2 yıl vardı. Berklee’de geçirdiğim 5 haftanın ardından bütün gelecek planlarım netleşti ve Berklee’ye üniversite eğitimi için başvurmayı kafama koydum. Erken başvuru yaptım 2008 senesinde, sınavlara girdim, bursla kabul edildim ve ertesi sene eğitimime başladım.
BERKLEE’E ÇOK ŞEY BORÇLUYUM
Berklee eminim sana ilham vermiştir, sana ne kattı, okul hayatından biraz bahseder misin?
Berklee hayatımı tamamen değiştirdi. Aranjörlük ve prodüksüyon üzerine eğitim aldım; zorunlu temel derslerim ve vokal derslerim de vardı elbette… Eğitim kalitesi tartışılmaz zaten ama benim için en önemlisi, Berklee’nin sunduğu geniş yelpazeydi… Her türde eğitildik biz; klasikten R&B’ye, poptan caza… Yeri geldi reklam müziği prodüksüyonu projelerim oldu, yeri geldi stüdyoda davul kaydı aldım, yeri geldi oda orkestrası için aranjman yapıp orkestra şefliği yaptım… Ve öğrendiğim herşeyi kullandım, hala da kullanıyorum.
Hala kendi müziğimde Berklee’de öğrendiğim her şeyin izi var. Bunun ötesinde Berklee’de edindiğim dostlar, beraber çalıştığım müzisyenler, çevre, benim için paha biçilemez… Neredeyse bütün çevrem benimle beraber mezuniyetin ardından New York’a taşındı; şimdi hala beraberiz, beraber müzik yapıyoruz, beraber eğleniyoruz… Kısacası Berklee’ye çok şey borçluyum, orada eğitim almak, Berklee için hayatımı Amerika’ya taşımak benim için kesinlikle doğru bir karardı.
New york’ta yaşamayı seviyor musun?
New York’ta yaşama fikri Berklee’ye kabul edildikten hemen sonra kafamda canlanmaya başlamıştı. Mezun olduktan sonra hemen buraya taşınmayı daha o zaman kafama koymuştum. Müzik endüstrisi için ve sanatçılar için burası dünyanın merkezi bir nevi, ve bu şehir öyle bir şehir ki, gençken tecrübe edilmeli bence… Yorucu, kaotik, kariyer yapmak her alanda çok zor, dolayısıyla ciddi motivasyon ve enerji isteyen bir şehir.
Ama aynı zamanda şehir hayatı inanılmaz canlı, her köşesi sürprizlerle dolu, ve gençken tadına varılası bir şehir. 23 yaşımda bu şehre taşındığım için mutluyum bu sebeplerden ötürü; 1 yıldır burda yaşıyorum ve kendimi şu an için başka bir yerde yaşarken hayal edemiyorum.
TÜRK ESTRÜMANLARINI KULLANMAYI SEVİYORUM
Başka bir ülkede kariyerine devam etmeyi düşünüyor musun?
Bütün müzik çevrem Amerika’da olduğu için şimdilik başka bir ülkede kariyerime devam etmeyi düşünmüyorum. Ama öte yandan bir ayağım hep Türkiye’de aslında; ilerde hedefim Türkiye’de de sık konserler verebilmek, hatta belki bazı projelerimi orda kaydetmek… Müziğimde Türk enstrümanları kullanmayı seviyorum, ve neyse ki New York’ta çok sayıda Türk müzisyen var, dolayısıyla New York’ta genellikle kayıt alabiliyorum…
Ama Türkiye’de bu açıdan daha fazla imkanım olur elbette. Kısacası New York’ta yaşamaya devam etmek, ama Türkiye’ye daha sık gidip gelmek gibi bir hayalim var.
Türkiye ile Amerika arasında ‘müzik endüstrisi’ anlamında ne gibi farklar var? Kıyaslayabilir misin?
Türkiye’nin müzik piyasası Amerika’nın müzik piyasası ile kıyaslandığında ciddi bir rekabet farkı var öncelikle. Amerika dünyanın her tarafından en iyi, en yetenekli müzisyenlere ev sahipliği yapıyor; burda yetenek avcılığı diye bir kavram yok, aksine, sanatçı farkedilmek için ciddi bir emek sarfetmek zorunda kalıyor. Bu uğurda yıllarını vermiş insanlar var sırf New York’ta bile.
Çok ciddi bir strateji oyunu aslında; müzisyenlik kadar işletme de bilmek gerekiyor; projelerin bütçesinden tutun sosyal medya kampanyalarına, konser ve kayıt organizasyonlarından tutun fotoğraf ve klip çekimlerine… Bir nevi start-up gibi; sıfır noktasından başlayıp doğru stratejiyle ilerlemek- kestirme yok! Türkiye’de ise kemikleşmiş bir müzik piyasası var; herkes ne için hangi isimlerle çalışması gerektiğini biliyor, yeni bir sanatçı çıkış yapmak istiyorsa parayı bastırıp bunu mümkün kılabiliyor açıkçası… Ve rekabet daha az olduğundan farkedilmek de daha kolay.
Amerika’da sahne aldığındaTürk dinleyicilerin katılımı ne derece?
Amerika’da verdiğim her konserde çoğunlukla Amerikalı ya da başka ülkelerden dinleyicilerim oldu. Cumartesi gecesi verdiğim konserde de bu durum böyleydi; Türk dinleyici azınlıkta konserlerimde. Ama Türkiye’deki Türk dinleyicilerimin Amerika’daki Türk dinleyicilerimden daha fazla sayıda ve daha ilgili olduklarını söyleyebilirim.
BİR GEZGİN GİBİ HİSSEDİYORUM
Kendini ‘göçmen’ gibi mi hissediyorsun? Kendini ait hissettiğin bir yer var mı?
Amerika’ya taşındığım ilk sene kendimi göçmen gibi hissettim. Şimdiyse kendimi müziğe gönlünü kaptırmış bir gezgin gibi hissediyorum. Müzik beni nereye götürürse peşinden gitmeye hazırım. Şu anda müzik beni New York’ta tutuyor; dolayısıyla kendimi New York’a ait hissediyorum. Ama nereye gidersem gidiyim bir yanım her zaman doğduğum ve büyüdüğüm şehir İstanbul’a ait olacak.
İlham aldığın sanatçılar kimler?
Türkler’den Mor ve Ötesi, Erkan Oğur, Aydın Esen ve Mehmet Ali Sanlıkol en büyük ilham kaynaklarım… Jehan Barbur ve Gevende’yi de beğeniyorum. En önemli idolüm ve ilham kaynağım Björk. Onun dışında Sigur Ros, Jonsi, Imogen Heap, Bat for Lashes, múm, Massive Attack, Chase & Status ilham aldığım sanatçıların başında geliyor.
Türkçe elektronik müzik yapmayı düşünüyor musun?
Kesinlikle! Türkçe çok güzel bir dil. Önümüzdeki birkaç sene içerisinde Türkçe elektronik bir projeyi hayata geçirmek istiyorum; tek bir parça mı olur, 4-5 parçalık bir mini albüm mü olur henüz bilmiyorum ama illa ki sıra gelecek bu fikre de!
MÜZİK ELEŞTİRMENLİĞİ YAPMAYI DÜŞÜNÜYORUM
Gazeteci bir ailen var, gazeteci olmayı hiç düşündün mü?
Evet! Annem de babam da ben kendimi bildim bileli çok yoğun çalışan insanlar oldular hep; dolayısıyla basın dünyasının içinde büyüdüm. Eğer müzisyen olmasaydım gazeteci olurdum ve severek yapardım işimi… Ama müzik bir ihtiyaç benim için, bir yaşam tarzı, dolayısıyla müzik ağır bastı hep. Yine de gazetecilik yapmayı düşünüyorum aslında! Müzik eleştirmenliği ve köşe yazarlığı düşünüyorum, bu yönde bir teklif gelirse değerlendirmeyi çok isterim.
Single’ından ve çıkacak albümünden bahseder misin?
Albümün çıkış parçası (single) ‘Intuition’ çıktı yaklaşık 1-2 hafta önce. Albüm 4 parçalık bir mini albüm (burda EP deniliyor bu tür mini albümlere) ve temmuzda çıkacak. Bu proje beni en iyi şekilde yansıtan, en kişisel ve en içten projem diyebilirim… Electronica, Alternatif Pop, Ambient tarzda bir çalışma, ama bir yandan Türk esintileri de barındırıyor, klasik ve caz alt yapımı da yansıtıyor…
Tamamen İngilizce ve özünde Batı müziği; ama Türk enstrümanlarından yaylı tanbur, kanun, bağlama, ney ve udu bol bol kullandım… Vokallerimde de yer yer nağmeler duyabilirsiniz. Projem ben nasılsam öyle aslında: batıda yaşayan bir Türk müzisyeninin hem Türk kültüründen, hem de Amerika kültüründen aldığı ilhamlarla, her iki ülkeden topladığı anılarla, hislerle ortaya çıkardığı bir müzik. Yeni bir tür belki de. Yaptığım müziğin her detayıyla ilgilenen bir müzisyenim; komposizyonundan sözlerine, düzenlemesinden kayıtlarına kadar herşeyiyle bana ait… Dolayısıyla her saniyesi benim için çok değerli ve anlamlı.
TÜRK MÜZİĞİ BİR DERYA
Türk müziğini ve Türklerin müzik zevkini nasıl değerlendiriyorsun?
Türk müziği denildiğinde benim aklıma Türk halk müziği ve Türk sanat müziği geliyor. Özünde Türk müziği içine girip de kaybolunası bir derya benim için… Dolayısıyla Türk müziğiyle yakından ilgilenen müzisyenlere, hele de Türk enstrümanlarını ustalıkla çalan müzisyenlere sonsuz saygı duyuyorum. Türklerin müzik zevki konusuna geline; Türk pop müziği ve arabesk müzik en çok dinlenen türler arasında. Ama her iki türde de kalite yoksunluğu var çoğunluğa bakıldığında. Bu iki türün endüstrisi beklentileri düşük tutmaya alıştırmış dinleyicileri, böyle gelmiş, böyle gidiyor…
Arada çok başarılı işler de çıkıyor elbette ama genel durum bu. Yine de beni en çok heyecanlandıran, farklı türlerde müzik yapan Türk müzisyenlerin son zamanlarda çoğalması… Nada, Gevende, 123 ve Vera gibi grupların yaptığı işlere göz atınca gülümsüyorum. Küçük de olsa sadık dinleyici kitleleri var bu grupların; bu da bizim neslimizle beraber Türk dinleyicisinin farklı tarzlarda, kaliteden ödün vermeyen müziklere de kulak verdiğini gösteriyor. Türk dinleyicisi çok sert eleştirmeye hazır bekliyor; ama beğendiği sanatçının da asla peşini bırakmıyor- aslında bu kadar basit.