CHP’nin kurumsal kimliği kurultaylarının kabul ettiği programında belirleniyor.
Bugünün CHP’si, programına göre birincisi; Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Halkçılık, Devletçilik,Laiklik, Devrimcilik ilkelerine bağlılık,
İkincisi; evrensel Sosyal Demokrasinin Özgürlük, Eşitlik,Dayanışma, Barış, Emeğin yüceliği, Hukukun üstünlüğü, Gönenç, Doğanın ve çevrenin korunması haklarına dayanıyor.
Bu çerçevede CHP’nin gücünü halktan alan demokratik sol bir siyasal kurumu olduğu ifade ediliyor.
CHP’ye üye olunduğu andan itibaren,partinin programındaki bu temel ilkeler doğrultusunda politika yapılması gerekiyor.
*
İyi ama Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP’nin kimliğini oluşturan Atatürk ilkelerini teoride bırakan, bu yüzden Atatürkçü kadroları genel ve yerel seçimlerde tasfiye eden, “demokratik Kemalizm” ve “yeniCHP” imajıyla yalnızca sosyal demokrasinin ilkeleri doğrultusunda yol aldığı biliniyor.
*
Halbuki Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının bir bölümünün düşüncesi ve karakterini oluşturan CHP’lilik; Meşrutiyetler döneminde Mithat Paşa,Namık Kemal,Talât Paşa’lardan,emperyalizme karşı ezilen bir ulusun devriminde Atatürk’ün Cumhuriyetçi, Milliyetçi, Halkçı, Lâik, Devletçi ve Devrimci ilkelerinden yükseliyor.
Sosyal Demokrasi ise o günlerde de bugün de emperyalizmin sol ayağıdır.
Aslan sosyal demokratlar, bir İngiliz işbirlikçisi ve kurtuluşa inatla destek vermeyen Osmanlı Sosyalist Partisinin lideri Hüseyin Hilmi’den bu yana Atatürk devrimine sıcak bakmıyor…
*
O yüzden 1960’larda Bülent Ecevit’in, Kemalist Devrimin bir üstyapı devrimi olduğu, yüzeysel gelişme ve çağdaşlaşma sağladığı,devrime tanışık olmayan halkın demokratikleşme talebini 1946’da kazandığı yönündeki karşı devrimci ve popülist savıyla geliştirdiği Ortanın Solu politikasıyla birlikte yönelinen Kemalist Devrimin inkârında Sosyal Demokratlarıyla CHP’nin bugüne kadar sağladığı hiçbir başarısı bulunmuyor…
*
Kemal Kılıçdaroğlu’nun eksik kalan Atatürk devrimlerinin nasıl güncelleştirileceği, Kürt sorunu da dahil demokrasi açığının nasıl kapatılacağı, kuvvetler ayrılığının nasıl sağlanıp uygulanacağı, yeni bir anayasanın hangi yöntemle yapılacağı konularında belirsizliğin giderek derinleştiği, dış politikadaki sorunlarla nasıl bir uyumla başedileceğiyle ilgili endişelerin büyüdüğü ve Türk siyasi unsurlarının Atatürk Cumhuriyeti temel ve ilkeleri noktasında birbirleriyle uzlaşılarının olanaksızlığının çok açık görüldüğü şu günlerde,
Yeni bir cumhurbaşkanı seçimine giderken sosyal demokrasinin sığ pragmatizmi ya da karşıtlar üzerine bir politikanın uygulanmasında ısrarcı olduğu görülüyor.
Kılıçdaroğlu siyasetini CHP ilkeleri üzerine değil, Recep Tayyip Erdoğan’ın siyasetine karşıtlık olarak kuruyor, Erdoğan’ın tuzağına düşmüş,cepten yiyen müflis tüccar görüntüsü veriyor.
*
Çünkü Erdoğan siyasetinde,Türkiye’de yaşanan siyasi mücadelelerde Atatürkçü kültürün batıdan ithal edilen ve hakikata değil, şartlara göre gerçek olması muhtemel değerlere dayanan pragmatik bir kültür olduğu savunuluyor, Atatürkçü kültür hak ile batılı birbirine karıştıran bir ideoloji olarak kabul ediliyor.
Türkiye’de resmi ideolojiye dayanan siyasi rejimi savunan aydınların bu ideolojik demokrasi saçmalıklarını, çağdaş uygarlığın vazgeçilmez unsuru haline getirmeleri kabul edilmiyor.
Lâiklik ideolojisini demokrasinin olmazsa olmaz şartı ilân ederek, İslâm dininin getirdiği bütün değerleri hafife almanın marifet zannedildiğini, oysa demokrasinin çoğunluğun egemen olmadığı birçok alanda olduğuna inanılıyor.
*
Bu inanıştakiler, pragmatizmi esas alan CHP’nin demagoji hastalığının yayılmasına neden olduğunu, farklı etnik kimliklere sahip olan vatandaşları birbirlerinin kurdu haline getirdiğini savunuyor.
Mesela “Üniter Devlet” kavramları savaş sebebi haline getiren ve “Demokratik Özerklik” kavramnı keyiflerine göre kullanan politikacılara 1921 “Teşkilatı Esasiye” kanununun 11. maddesi gösteriliyor.
11 Madde, “Eyaletlerin kendi manevi şahsiyetleri ve özerklikleri vardır. İç ve dış siyaset, adlî ve askeri konular, uluslararası ekonomik ilişkiler, hükümetin koyacağı genel vergiler dışında TBMM tarafından yapılacak yasalar çerçevesinde ekonomi, eğitim, sağlık, tarım, din, vakıflar ve bayındırlık faaliyetleri eyaletlerin yetkisindedir” diyor.
Ya da 1921 Anayasası’nın 3. maddesinde “Türk Devleti”nden değil, “Türkiye Devleti”nden bahsedildiğine, bu anayasa yürürlükteyken Cumhuriyet’i ilân eden 29 Ekim 1923 tarih ve 364 Sayılı Kanunda da “Türkler” den değil, “Türkiye”den bahsedildiğine dikkat çekiliyor.
CHP’lileri harf devrimi sayesinde “Cumhuriyeti kuruluşundan itibaren üniter devlet anlayışını benimsemiştir” demogojisi içinde olan, etnik milliyetçi ve İslam kimlikli kâfirler sayıyor ve ötekileri bunların üzerine salıyor.
*
Siyasetini Recep Tayyip Erdoğan’ın tuzağında, onun karşıtlığı üzerine kuran Kemal Kılıçdaroğlu, Diyarbakır Toplumsal Araştırmalar Merkezince düzenlenen Tigris Diyalogları toplantısında konuşuyor.
“Bizi hâlâ 1930’ların CHP’si gibi görmeyin. Dünya değişiyor,biz de değişiyoruz.Yeni şeyler söylüyoruz. Demokrasi ve özgürlüğü savunuyoruz” derken,CHP’nin başlangıcındaki bağımsızlıkçı,antiemperyalist ve çağdaş olmak ilkelerine sahiplenmiyor.
“Bu sorunun çözümü siyasi hayatıma mal olacaksa onu da göze alırım.Sorun tarihsel kökleri olan bir sorun. Yeri ve zamanı geldiğinde biz kendi tarihimizle de yüzleşmeliyiz. Hata olur, eksik olur. Kurumların da hatası olur. Önemli olan hatadan ders alıp onu tekrar etmemektir” derken Lozan Anlaşması garantilerini aklına getirmiyor.
“Sürecin başarısını demokrasiyi içine sindirmeyen bir insana bağlamışız. Ne konuşuluyor? Hiç kimse bilmiyor” derken, karşıtlık üzerine kurduğu siyasetinde çırpınıyor.
“Süreci yasal bir zemine oturtmalıyız. Ben sizin hakkınızı savunuyorum,siz sizi savunmayana oy verdiniz” mesajını verirken popülizmi şaha kalkıyor.
*
Sonra “Bizim sözlerimiz bu bölgede de yeteri kadar yankı bulmuyor” siteminde bulunuyor.
Tüm seçimlerde seçmeni “Ne yani Tayyip Erdoğan’a mı oy vereceksiniz?” aldatmasıyla hainlik ile suçlama noktasına getirmeyi alışkanlık ettiği üzere,
Konuşmasını “Dayatmacı olmayan bir cumhurbaşkanı adayından yana tavır almanızı çok isterim” ifadesiyle bitiriyor.
Cumhuriyet’in temelini oluşturan Atatürk ilkeleri, nitelikleri, dış politika konularına yaklaşımını,hükümetin sürdürdüğü terörle müzakere stratejisine yönelik düşüncelerini bilmediği, fakat çatı adayı olarak sunduğu Ekmeleddin İhsanoğlu’na destek istiyor.
*
Kılıçdaroğlu bir kasetle girdiği siyaset hayatının bedelini ödüyor, Atatürkçü ilkeleri boşlarken YCHP özgün siyaset yapamıyor, Türkiye’yi yozlaştırıyor.
Halbuki burnunun dibinde İsrail, olası bir Ortadoğu barışında Suriye ve Irak’ın esası olarak kabul ettiği BAAS partileriyle el sıkışmayı yeğ sayıyor.
Aslı varken suretle uğraşan Kılıçdaroğlu siyaseti ne yol alıyor, ne vatandaşın gönlünde yer tutuyor,ne de bir iktidar yürüyüşüne kalkamıyor.
Sonra “Bizim sözlerimiz bu bölgede de yeteri kadar yankı bulmuyor” diye ağlaşıyor.
Bir yanıt yazın