Günlerce bekledik…
Aylarca bekledik.
“CHP ile MHP bir araya gelsin de, bir aday belirlesinler” diye…
Umutla bekledik.
Sevinçle bekledik…
Sonunda beklenen gün gelip çattı ve iki partinin ortak Cumhurbaşkanı adayı belli oldu…
Ne var ki, beklediğimize değmedi. Dağ fare doğurdu…
Cumhurbaşkanı adayının adı: Benim de ilk kez duyduğum, Ekmeleleddin İnsanoğlu.
Yani, eski adıyla İKÖ, “İslam Konferansı Örgütü”, yeni adıyla İİT “İslam İşbirliği Teşkilatı”nın başındaki lider…
İngiltere’de işbirlikçi siyaset adamı yetiştiren Exeter’de okumuş… ABD Başkanı Obama tarafından ağırlanan ilk İKÖ genel sekreteridir ve Abdullah Gül’ün yakın dostudur…
Bir Jöntürk düşmanıdır.
Zaman gazetesine 2008 yılında verdiği röportajda; “Bir ara, devrimler adına geleneklerimizi, demokrasi adına kanunları inkâr ettik. Kerameti kendinden menkul, bir Jöntürk kafasıyla hakikat sırf bazı insanların kafasında olan görüştür ve o görüşü herkes kabul etmek durumundadır, bunu kabul edenler iyilerdir reddedenler kötülerdir şeklinde çok sübjektif, basit, temelsiz ve yoz bir anlayış hâkimdi.” Diyen kişidir.
Genel Başkanın bu niteliklere sahip bir kişiyi seçmesi karşısında gerçekten şaşırdık… Tanıyan yok, bilen yok… Doğrusu bu kadarını da beklemiyorduk… Şaşkınlıktan neredeyse küçük dilimizi yutacaktık.
CHP’ye oy verenler şaşkın şu anda… Kemalist, Altı Ok’a bağlı, aklı başında CHP’li milletvekilleri şaşkın. İsyanlarda… Herkes “Genel başkan ne yapıyor, ne yapmak istiyor ”diye, birbirine soruyor… Anlamaya çalışıyor ve doğal olarak, böyle ilkesiz, politik bir gidişe karşı çıkıyor. Şunu kesinlikle söyleyebiliriz ki taban, tavandan çok daha ileride bugün ve daha demokratik, daha devrimci düşünüyor.
Ama F Tipi kuruluşlar, kişiler durumdan çok memnun… Mutlu… Yeni Cumhurbaşkanı adayına ve CHP’ye övgüler diziyorlar. Methiyeler yazıyorlar.
Taraf Yazarı Emre Uslu, sosyal paylaşım hesabından, “İhsanoğlu seçilir mi bilemem. Benim gönül rahatlığıyla oy verebileceğim bir profil” diye yazdı.
Zaman gazetesinin Washington temsilcisi Ali Arslan, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nu şu sözlerle övdü. “Kılıçdaroğlu, muhafazakâr Ekmeleddin İhsanoğlu’yu cumhurbaşkanı adayı ilan ederek açık fikirli bir lider olduğunu gösterdi.”
Sağcı kesim, sevincinden zil takıp oynuyor. Bize de sormak kalıyor:
A Genel Başkanım, 75 milyonluk Türkiye’de Cumhurbaşkanı olabilecek bir tek Atatürkçü aday bulamadın mı?
75 milyonluk Türkiye’de Atatürkçülerin köküne kıran mı girdi de böyle siyasal İslamcı bir adamı Türkiye Cumhuriyetinin başına getirmek istiyorsun?
CHP’lilerle, milletle alay mı ediyorsun sen?
Peki, laik eğitim sistemini, Tevhid-i Tedrisatı, yeni adıyla Öğretim Birliğini kuran ve “Efendiler ve ey ulus biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler ülkesi olamaz. En doğru, en gerçek tarikat uygarlık tarikatıdır” diyen o Yüce adamın, Atatürk’ün koltuğunda oturan kişi, Kemal Kılıçdaroğlu niçin böyle bir seçim yapmıştır, niçin muhafazakâr, dinci bir adamı, Cumhurbaşkanı adayı olarak belirlemiştir? Hemen aklımıza ikinci soru olarak bu geliyor…
Bazı çevreler bu soruya şöyle yanıt verebilirler:
“AKP’nin silahını elinden alıp, onu kendi silahı ile vurmak için…”
Ama bu yol birçok kez denendi. Türban olayında, türbanlı milletvekillerinin gelip meclise oturması olayında olduğu gibi…
Bu konuda zararlı çıkan hep muhalefet patisi oldu ve oy kaybetti… Bunu geçmişte belgeleri ve istatistiklerle kanıtladık. Olan Cumhuriyet kurumlarına oldu. Her taraf türbanlı ve şeriatçı ile doldu…
Bu yol yanlıştır… Hem de külliyen yanlıştır.
Bu ülkeyi Cumhuriyet yıkıcılarından, vatan satıcılarından kurtarmak istiyorsak eğer, iktidar olma mücadelesinde doğru hedefler saptamak, Atatürk’ün yolundan gitmek zorundayız.
Atatürk ideolojisini “tam bağımsızlık” ilkesi üzerine kurmuştu. Hedefinde emperyalist güçler vardı. Daha Samsun’a çıkmadan önce, düşman donanmaları için söylediği “Geldikleri gibi giderler” sözü, onun bu konudaki kararlılığını ortaya koyması açısından çok önemli bir ipucudur. Gerçekleştirmek istediği ikinci değişim ise saltanat ve hilafetin yerine Cumhuriyeti kurmaktı. Ne yaptığını, ne yapacağını çok iyi biliyordu.
Gideceği yeri çok iyi saptamıştı. Devrimin adresi belliydi. Bu düşüncelerini eylem alanına aktarabilmek için Anadolu’ya geçmesi gerekiyordu. Çünkü o bir eylem adamıydı. Gerektiğinde tüm resmi sıfatlarını, görevlerini, giysilerini fırlatıp atabilecek bir yapıya sahipti. Nitekim Samsun’a çıktıktan sonra da öyle yapmıştı. Hayatının her döneminde amacına ulaşabilmek için bu ilkeyi asla terk etmedi. “Hatay krizi” yıllarında Hasan Rıza Soyak’a söylediği şu sözler de onun bir eylem adamı olduğunu kanıtlıyordu:
“Eğer diplomatik yolla halledemezsem, yapacağım şey Cumhurbaşkanlığından hatta milletvekilliğinden istifa etmektir. O zaman resmi görevim kalmaz, sivil bir fert olarak Hatay’a gider tıpkı Samsun’a gittiğimde olduğu gibi milis kuvvetlerin başına geçerim ve bu uğurda savaşırım ama sonunda mutlaka başarırım…”
İşte Mustafa Kemal Atatürk’ü, Mustafa Kemal Atatürk yapan bu devrimci pratik, eylem anlayışıdır.
Ey Kılıçdaroğlu vatan elden gidiyor, vatan!
Hükümet Barzani’lerle, bebek katilleriyle, IŞİD’lerle, ÖSO’larla, EL KAİDE’lerle kucak kucağa, kol kola… Yani iki paralık adamlarla dış politikayı belirliyor. Ülkeyi bölme çalışmaları yapıyor. Dinci caniler, Kuzey Irak’ta Türkleri katlediyorlar… Konsolosluk basıp adamlarımızı kaçırıyorlar…
PKK’lı bebek katilleri yol kesiyor, ordunun ve milletin gözünün önünde bayrağımızı indiriyor…
Federasyon gündemde. ABD, AB ülkeyi parçalamak, Sevr’i tarihin tozlu raflarından çıkarmak için kolları sıvamış. Neden bu konularda tek laf etmiyorsun, eylem ortaya koymuyorsun?
Sen bir Siyasal İslamcıyı Cumhurbaşkanı yaparak Türkiye’nin sorunlarını çözeceğini mi sanıyorsun?
CHP’nin görevi Türkiye’nin acil sorunlarını bir yana bırakıp Fethullahçılara, dincilere, ABD’ye şirin gözükmek midir?
Aklımızı başımıza toplayalım…
Bir yanıt yazın