“Kur’an’da kadere iman var mıdır?” şeklinde sorulacak bir soruya, benim “Hayır, yoktur” deme cesaretim bulunmuyor. Benim iman derecem ve İslam anlayışım, bu soruya “Evet vardır” dememi gerektirmektedir. Ancak gelin görün ki; benim “İmanın şartı altıdır, bunlardan birisi de kader ve kazanın Allah’tan olduğuna inanmaktır” şeklinde ifade edilen ve imanın şartlarını sadece altı rakamı ile sınırlandıran dini anlayışa itirazım vardır. Tıpkı “İslam’ın şartı beştir”, “Namazın şartı onikidir”, “Abdestin şartı dörttür”, “Guslün şartı üçtür” vs. şeklinde ifade edilen İslam anlayışına da itiraz ettiğim gibi.
Zira Kur’an’da bulunan ve saymaya bile lüzum görmeksizin asırlardır 6666 olarak yanlış şekilde telaffuz edilen binlerce ayetin hükmünü bir tarafa bırakarak, bunlardan işinize gelenleri bir araya getirerek İmana, İslam’a, namaza, oruca ve abdeste sınır getirmek, Allah’ın emirlerini kendi değer yargılarınıza ve düşünce gücünüze göre sınırlandırmaktır. Bu ise bizatihi Allah’a ortak koşmakla eş değerdir. Yani açıkçası şirktir. Şirk ise en büyük günahlardan birisidir.
Oysa Allah’ın bütün ayetleri aynı derecede önemli ve aynı derecede hikmetlidir. Mesela namaz kılmak, oruç tutmak, hacca gitmek, zekat vermek ve kelime-i şehadet getirmek İslam’ın şartı da, yalan söylememek, zina yapmamak, din kardeşine haksızlık etmemek, zulüm ve işkence yapmamak, adil olmak, hırsızlık yapmamak İslam’ın şartı veya Müslüman olmanın gerekleri değil midir? İslam alimleri gusül abdesti ile namaz kılınabileceğini söylerler. Elbette kılınır, çünkü normal abdestte vücudun belli yerleri yıkanırken, gusül abdestinde vücudun tamamı yıkanıp temizlenir. Peki, zina ya da fuhuş yaptıktan sonra alınan gusül abdesti gusül abdesti değil midir? Evet, gusül abdestidir. Peki, bu gusül abdesti ile namaz kılınabilir mi? Kılınır kılınmasına da böyle bir namaz, namazla niyazla arası iyi olmayan adamın “Ben kıldım oldu” şeklinde kılmış olduğu namaza benzer. Demek ki; namaz kılan bir Müslüman’ın zina ve fuhuştan uzak olması da gerekiyor. E bu durumda namazın şartları da kendiliğinden değişir. Yani artar.
Elbette Kur’an’da namaz, zekat, oruç, hac ve kelime-i şehadet ile ilgili ayetler de vardır. Ancak bunların hepsi Müslüman’ın bireysel hayatını ilgilendiren ayetlerdir. Bu sebepledir ki; Cuma günleri hatipler minberde, insanların bireysel hayatlarını ilgilendiren ayetleri değil, onların diğer insanlarla olan, yani toplumsal ilişkileri ilgilendiren ayetleri okurlar sürekli olarak; “Allah adaletli olmayı, insanlara iyilik yapmayı, yakınlara bakmayı emrediyor, kötülüğü, azgınlığı ve fenalığı da yasaklıyor…” ayetini okurlar cemaate.
Özetle bize göre: Allah’ın kitabında emrettiği şeyleri yerine getirmediği, yasakladığı şeylere uymadığı halde, çoğu Kur’an’da bile olmayan kandiller gelince “kandil kutlaması” adı altında ortalığı velveleye verme şeklindeki bir din anlayışı, asla İslami değildir. Adam namaz kılmaz, oruç tutmaz, hacca gitmez, haram yer, içki içer, zina yapar, kumar oynar, yalan söyler, Müslümanları aldatır, hakkı ve ehil olmadığı halde, dalavere ve başkalarının ihsanı ve himayesi ile devlet kademelerinde görev alarak diğer Müslümanların hakkını yer ama Kandiller gelince eli cep telefonunun veya bilgisayarın tuşlarından bir türlü ayrılmaz. Bakara-Makara yöntemiyle ha bire mesaj çakar sağa sola. Çünkü bu iş zahmetsizdir. Recep İvedik’in (Şahan Gökbahar) reklam filminde yaptığı gibi, minik halterlerle antreman yaparak parmakları güçlendirmesine bile gerek yoktur. Çünkü internette hazır mesajlar vardır. Allah bilir, belki de içki kadehini yudumlarken bu hazır mesajların içinden en ağdalısını seçer ve bir tıkla işi bitirir! Artık en katı ve muhafazakar dindardır o! Adamın oruçla, namazla arası yoktur ama Kurban Bayramı gelince mezbahada ilk sıraya o yerleşir. Sonra da kesmiş olduğu kurban etlerinden hazırladığı kebapları oturur rakı eşliğinde bir güzel lüpletir. İyi bilinsin ki; böyle bir İslam yoktur Kur’an’da!
Kader Nedir?
Yukarıda dedim ki; ben “Kur’an’da kadere iman yoktur diyemem. Çünkü benim iman derecem ve din anlayışım buna engeldir”. Çünkü Kur’an’da kader konusuna ilişkin çok sayıda ayet vardır. İşte onlardan ikisi:
-“Hiçbir kimse Allah’ın izni olmadan ölmez; o belli bir vakte bağlanmıştır…”(1).
-“O, sizi çamurdan yaratan, sonra size bir ecel tayin edendir. Belirli bir ecel O’nun katındadır; sonra bir de şüphe edersiniz”(2).
Bu konuda inceleme yapanlar, Kur’an’da 50’nin üzerinde ayette “Kader” konusundan bahsedildiğini söylerler(3). Dolayısıyla; ben, “Kur’an’da kader yoktur ve Kadere İman İmanın şartlarından değildir” diyemem. Benim imanım ve İslam anlayışım buna müsaade etmez. Ancak gelin görün ki; benim bu kanaatim, kaderin ne olduğunu ve kaderden ne anlaşılması gerektiğini sorgulamama engel de değildir. Tam aksine Müslüman, sorgulayıcı olmak zorundadır. Zira, Allah kitabında bizim aklımızı kullanmamızı ve düşünerek hareket etmemezi emreder birçok ayetinde. Ayrıca ben “İmanın şartı altıdır, o şartlardan biriside Kaza ve Kadere inanmaktır” şeklinde imanın şartlarına bir sınırlandırma getirilmesini de kabul etmiyorum.
Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk, geçtiğimiz 25 Mayıs 2014 günü Halk TV’de yayınlanan ve “Soma Faciası”nın da konu edildiği “Her Açıdan” programında şu anlamda laflar etti:
“Soma Faciası, kaderle filan açıklanamaz. Oradaki hadiseyi kaderle açıklayanlar ve halka bu yönde tavsiyede bulunanlar bir şeyleri gizlemeye çalışıyorlar! Geleneksel İslami düşüncenin Müslümanlara dayatmakta olduğu kader anlayışı, aslında Emevilerin dayatmış olduğu kaderciliktir ve bu kader anlayışı, İslam öncesi cahiliye dönemi Araplarının kader anlayışıdır. Kur’an’da böyle bir kader anlayışı yoktur. Bunu sadece ben değil, allame seviyesinde bir filoloji uzmanı olan Japon Bilim adamı Toshihiko İzutsu, yani konunun dışında olan ve böylece tarafsız düşünme yeteneği olan bir bilim adamı söylüyor. Türkiye’nin yetiştirdiği belki de en önemli İslam alimi olan Prof. Dr. Hüseyin Atay, Kur’an’dan hareketle ‘İslam’da Kadere İman diye bir şey yoktur’ dedi ve yer yerinden oynadı. Hoca, yobazlar tarafından örselenip kenara itildi. Bölgede kader ve sabır telkin etmekle meşgul olan İsmail Ağa Cemaati, hükümetin daveti üzerine gönderdi müritlerini oraya. Yoksa bu cemaatin siyasetle ilgisi yoktu bugüne kadar. Cumhuriyetle de herhangi bir problemleri olmamıştır…”
Yaşar Hoca’nın söyledikleri birebir (kelime kelime) böyle değildi ama, bu anlamda laflar etti sık sık susturulup örselenmeye çalışıldığı program sırasında. Özellikle CHP’ye yöneltmiş olduğu eleştiriler yüzünden sık sık müdahale edildi kendisine ve o da haliyle susma hakkını kullandı! Doğrusu üzüldüm hocaya…
Ancak Yaşar Nuri Öztürk bu konudaki düşüncelerini farklı zeminlerde ve zamanlarda zaten açıklamış bulunuyor. Mesela bir yazısında şunları yazmış “Kader” konusunda:
“Kader’; ölçü, ilke, kural, düzen, takdir, ahenk demektir. Kur’an kader kelimesini hep bu anlamda kullanır. Elimizdeki geleneksel akait kitaplarındaki kader anlayışının Kur’an’daki kader kavramıyla bir ilgisi yoktur. O kitaplar yoluyla asırlardır taşınan ve bizlere öğretilen kader, Bakara suresi 104. ayetin tam tersine giden, sürüleşmiş bir toplum yaratmak isteyen saltanat odaklarının kitleyi uyuşturmak için oluşturdukları Kur’an dışı bir anlayıştır. Bu anlayışla Müslüman kitlelerin getirilmek istendiği yerin ne olduğunu, İslam’ın temel kabulleri gibi benimsettirilen ‘ilkeler’den seçtiğimiz şu birkaç örnek çok iyi göstermektedir:
1- Devlet başkanı, ahlaksızlık da zulüm de işlese azledilemez.
2- Sapık ve zalim bir imamın peşine de olsa namazı cemaatle kılın.
3-Dünya, müslümanın cehennemi, kâfirin cennetidir.
4. Her insanın cennetlik veya cehennemlik olacağı, varlıklar âlemi yaratılmadan çok önce belirlenmiştir.
İnanç manifestosunun içine sokulan bu Kur’an dışı hezeyanların tümü Emevî yalanıdır. Kur’an’dan hiçbir dayanakları yoktur. Kur’an bunların tümünün tersini söylemektedir. Kur’an’da, bu şekliyle bir kader kavramı olmadığı gibi, ‘kadere iman’ diye bir tâbir de yoktur. Bu tâbiri de, Peygamberimizden yıllar sonra, Emevî idaresi din kitaplarına sokturmuştur. Bu gerçek, İslam ilahiyatının büyük bilgini Prof. Dr. Hüseyin Atay tarafından 1960 yılında yayınlanan ‘Kur’an’da İman Esasları’ adlı doktora teziyle ortaya konmuştu. Bu tez, Türk- İslam ilahiyat tarihinde ilk kez ortaya atılan bir tezdi. Prof. Atay bu tezi yüzünden, Ehlisünnet akîdesini bozmakla suçlandı. Tıpkı İmamı Âzam’ın da suçlandığı gibi. Oysaki Müslüman-Türk kitlelerden saklanan bu gerçek, Hüseyin Atay’dan asırlarca önce yaşamış İslam ilahiyat bilginlerince dile getirilmiştir. Getirilmiştir ama Arap-Emevî dinciliği tarafından üstü örtülüp halktan saklanmıştır.
Kader sözcüğü, Kur’an’da 11 yerde geçmekte ve tümünde de ‘ölçü’ anlamında kullanılmaktadır. Tanrı, her şeyi belli bir ölçü içinde indirmektedir. (Hicr, 21) Gökten su ölçüyle iner (Müminûn, 18; Zühruf, 11); inen suyun yeryüzünde vadilerde dolaşması bile ölçüyledir.(Ra’d, 17) Topraktan pınarlar fışkırması, fışkıran suların birleşmeleri yine belli bir ölçüye göredir. (Kamer, 12). Tüm bu ölçüye bağlılıklar, kader kelimesi veya türevleri kullanılarak ifade edilmiştir. Ve bu ifadelerle önümüze konan kader kavramının temel amacı, insanın fiillerinin belirlenmiş olduğunu değil, varlık ve oluşta raslantının bulunmadığını göstermektir. Kur’an, kader kavramıyla ‘sünnetullah’ da denen tabiat kanunlarını kastetmektedir. Kader kökünden gelen ve ölçüye bağlamak anlamında olan ‘takdîr’ sözcüğü de tabiat kanunları, değişmez ölçüler anlamında kullanılmıştır…”(4).
Prof.Dr. Hüseyin Atay ve onun fikirlerini savunmakla bir anlamda öğrencisi olan (sanırım gerçekte de öğrencisi olan) Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk “Kur’an’da bugün anlaşıldığı şekliyle bir kader anlayışı ve Kader’e İman diye bir kavram yoktur” diyor. Kim bilir belki de olay onların dedikleri gibidir! Ancak biz şu kadarını söyleyelim ki; Kur’an’da, halk arasında “Amenerrasûlü” olarak da bilenen Bakara Suresi’nin son iki ayetinden 285. ayet, sanki kısaca İmanın şartlarını sayıyor gibidir ve bu şartların içinde “Kaza ve Kadere İman” diye bir şart yoktur. Ayette Allah’a, meleklerine, kitaplarına, aralarında hiçbir fark gözetmeksizin peygamberlerine ve kıyamet gününe inanmaktan bahsedilir ama “Kader” ve “Kaza”ya inanmaktan bahsedilmez bu ayette. Yani, “İmanın Şartları” adı altında bir rakam vermek gerekirse, söz konusu Kur’an ayetine göre bu şartlar altı değil, beştir.
Ancak gelin görün ki; Kur’an’ın başka birçok ayetinde “Kader” konusu geçmektedir ve bu sebeple Müslümanlar, Allah’ın diğer bütün emirleri, nehiyleri ve vermiş olduğu diğer bütün haberler gibi “Kader” konusuna da inanmak durumundadırlar. Elbette kader konusunu anlayarak, bilerek ve bazı menfaat çevrelerinin sorumluluktan kurtulmak için kadere sığınma çabalarını, yani bir anlamda bu çıkar gruplarının kendi kusurlarını Allah’a yükleme gayreti içinde olduklarının farkında olarak.
Mesela; Soma madenlerinde, gerekli teknolojik yatırımları yapmayıp, maden ocağında biriken zehirli gazları anında dışarı atacak ve ocağa her zaman yeterli miktarda temiz hava verecek hava kanallarını açmayan, tünel açmakta kullanılan köstebek adı verilen makineler yerine hala kazma, kürek ve matkaplarla kömür kazdıran, yeterli sayıda yaşam odası ve kaçış odası hazır etmeyen, işçilere sağlıklı gaz maskesi dağıtmak yerine kalubeladan kalma uyduruk maskeler kullandıran, adam gibi istinat yapmak yerine yanıcı durumdaki ahşap malzemeden istinat yaptıran, ocaklarda her daim yeterli ışık yayacak ışık kaynağını hazır etmeyen adamların ve bunlara göz yuman devlet otoritesinin olayı “Kader” ve “Şansla” açıklamaları hem ayıp, hem de küfürdür! Yani böyle bir kadercilik anlayışı, açıkça Allah’ın ayetlerini inkâr anlamına gelmektedir. Sen, yapılması gereken her şeyi yaptın mı, alınacak bütün tedbirleri aldın mı da olayı kader ile açıklıyorsun be Allah’a asi gelen adam? Soma’da 300 küsur vatan evladını göz göre göre ölüme terk edenlerin, gerdanlarını kıra kıra ve utanmadan halkın kandillerini kutlaması tam bir ikiyüzlülüktür ve Kur’an’ın tabiriyle Allah’ın ayetlerini çok ucuza satmaktır(5).
Diyanet Soma Faciası’nın Senaryosu Allah Tarafından Yazılmıştır Diyor!
Peki, Diyanet ne diyor “Kader” konusunda? Aslına bakılırsa; en azından kelimenin sözlük anlamı olarak Diyanet de Yaşar Nuri Öztürk’den farklı tanımlamıyor “Kader” kavramını. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM) tarafından hazırlanan ve şu anda Diyanet’e bağlı din adamlarının başucu kitaplarından birisi olan “İlmihâl” isimli kitapta “Kader” kavramı şöyle tanımlanmış: “Kader, ‘sözlükte ölçü, miktar, bir şeyi belirli ölçüye göre yapmak ve belirlemek’ anlamlarına gelir”(6).
Ancak Diyanet terim konusunda Yaşar Nuri Öztürk gibi düşünenlerden ayrılıyor ve 1000 küsur yıllık geleneksel İslam düşüncesine bağlı olduğunu hissettirircesine şöyle diyor: “Terim olarak ‘Yüce Allah’ın, ezelden ebede kadar olacak bütün şeylerin zaman ve yerini, özellik ve niteliklerini, ezeli ilmiyle bilip sınırlaması ve takdir etmesi’ demektir”(7). Yani bu “Kader” tarifiyle Diyanet demek istiyor ki; Soma’da facia yaşanan maden ocağının işleticisi ile onu denetlemekle görevli devlet kurumlarının hiçbir hatası yoktur! Olayın senaryosu, bütünüyle Allah tarafından yazılmıştır! Buyurun şimdi buradan yakın…
Yani terim ya da ıstılah olarak “Kader” kelimesi, sözlük anlamından maksatlı olarak kopartılıp, adeta dünyada insanlar tarafından işlenen bütün suçları veya insanların kusurları ve ihmalleri yüzünden meydana gelen bütün olayları hâşâ Allah’ın sırtına sarmak gibi bir anlama büründürülmektedir. Açık söylemek gerekirse; yapmış oldukları açıklamalarla Diyanet kurumu da bu kervana katılanlardandır…
Kader Anlayışımızı Değiştirmek Zorundayız!
İnternet ortamında bulunan “Kader insanın boynuna asılmış bir yafta mıdır?” başlıklı ve yazarı belli olmayan derleme bir yazıda kısaca “Ulema” adı verilen bazı ilahiyatçıların kader konusundaki görüşleri şu şekilde aktarılmış:
Selçuk Ü. İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sait Şimşek: “Kuran’da kader kelimesi, ‘alın yazısı’ anlamında kullanılmıyor. Kuran, bu kelimeyi, evrenin Allah tarafından belirlenmiş kurallar ve ölçüler içerisinde yarattığı; rastgele ve tesadüfi bir şekilde yaratılmadığı anlamında kullanıyor. Bu nedenle de Kuran, kaderi, imanın bir prensibi olarak sunmuyor. Kuran-ı Kerim, inanmak ve inanmamak, iyi ameller işleyip cennete girmek ya da yaptıkları sonucu cehenneme girmeyi bir kader olarak ileri sürmemektedir. Kişinin iman etmesi de kendi hür seçimine bağlıdır…Ayetlerde inanmanın da, inkar etmenin de insanın hür iradesine bırakıldığı ve cennete girmenin de, cehennemi hak etmenin de kişinin yaptıklarının sonuçları olduğu açık bir şekilde anlatılmaktadır. Allah’ın yaptıklarımızı önceden bilmiş olması, bizi, o yaptıklarımızı yapmaya zorladığı anlamında değildir. Bilakis Allah’ın bilgisindeki o malumat, yaptıklarımız sebebiyledir.”
İstanbul Ü. İlahiyat Fakültesi Dekanı Yaşar Nuri Öztürk: “Geleneksel öğretide altıncı şart olan kadere iman Kuran kaynaklı değildir. Bu şart bir hadise dayanarak iman şartlarının içine alınmıştır. İlginç olan şudur ki kadere iman dayanağı olan hadis, mütevatir (doğruluğu tarihsel açıdan tartışmasız) bir hadis değil, ahad denen hadislerdendir…”
Marmara Ü. İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyelerinden Prof. Bayraktar Bayraklı: “Allah’ın fiziki alemle olan ilişkisi ile insanlar alemi ile olan ilişkisi farklıdır. Fiziki alemde Allah kimseye bir şey sormaz; ama insanlarla olan ilişkisinde bunu sorar. Yani benim iradem tecelli etmeden Allah yaratmaz. Ben affetmeden Allah seni affetmez. Tövbe etmeden Allah seni affetmez. Kul ister, Allah verir. Allah’ın takdiri kulun iradesinin tecelli etmesinden sonradır. Fiziki alemde beni yaratacağını ne bana ne anneme ne babama sorar. Bu, kitapta yazılı olan, değişmeyen fiziki şeylerdir. Allah ‘bana dua et ben sana icabet edeyim’ diyor.. ‘Tövbe etmezsen ben seni affetmem’ diyor. Demek ki benim iradem tecelli etmeden Allah takdir etmiyor…”
Marmara Ü. İlahiyat Fakültesi Hadis Anabilim Dalı Öğretim Üyelerinden Doç. Dr. Ali Akyüz: “Kader, beşer ile beşer üstünün temas ve diyaloğunu içeren bir konu olması nedeniyle bazı güçlükler içerir. Kader, yüce yaratıcının bilgisine, insana olan güven ve sevgisine yaraşır çoktan seçmeli alternatifli bir programlamadır. Yoksa anlaşıldığı gibi ne insanın kendi işlerinin yaratıcısı olduğu bir durumdur ne de istenilen sonuca doğru yürümek zorunda bırakılmış, tercihleri olmayan ve kötü sonu yaşamaya mahkum edilmiş birinin boynuna asılmış bir yaftadır..”(8).
…
Sizi bilmem ama buraya kadar verilen bilgilerden, özellikle de kader hakkındaki görüşlerini peş peşe sıraladığımız ilahiyatçıların ortaya koydukları görüşlerden benim anladığım şudur: Allah, insanların hayat çizgisini önceden çizip (yani takdir edip) onları o çizgiye göre yaşamak zorunda bırakan (hâşâ) zalim bir Tanrı değildir. Tam aksine, Allah ezelden ebede kadar olmuş ve olacak her şeyi kuşatan bilgisi sayesinde, insanların nasıl bir hayat tarzı yaşayacağını önceden bilen ve tabiri caizse bütün planlarını ona göre yapan bir varlıktır. Buradan hareketle denilebilir ki; gerekli bütün önlemleri ve tedbirleri almaksızın insanların hayatını etkiler şekilde meydana gelen hadiseler kader değildir. Trafik kurallarına uymaksızın yaşanan trafik kazaları ya da Soma örneğinde olduğu gibi gerekli ve yeterli tedbirler alınmaksızın yaşanan facialar asla kader değildir. Bunlar düpedüz cinayettir. En hafif tabirle söyleyecek olursak, taksirle adam öldürmeye eşit hal ve tavırlardır!
Öte yandan geleneksel İslam düşüncesinin öne sürdüğü gibi; eğer Allah, “Kader” adı altında insanların geleceklerine hükmedip, onların nasıl yaşamaları gerektiğini önceden programlamış olsaydı, o zaman (hâşâ) günah işleyenleri cehennemle cezalandırmaya hakkı da olmazdı! Oysa Allah, zalim bir Tanrı olmadığını Kur’an’da açıkça söyler ve bir nevi yarattıklarına şöyle taahhütte bulunur: “Şüphesiz Allah, insanlara hiçbir şekilde zulmetmez; fakat insanlar kendilerine zulmederler”(9).
Bu bakımdan Soma’da yaşanan faciadan sonra “Kader yeniden yorumlansın” diyerek ilginç, ilginç olduğu kadar da haklı bir çıkış yapan Atatürk Ü. İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyelerinden Prof. Dr. Ömer Özden’e katılmamak mümkün değildir. “Soma’da meydana gelen faciayla birlikte oluşan kazalarının kadere bağlandığını, ancak bunlarda tedbirsizlik ve ihmalin söz konusu olduğuna, kaderin kültürümüzde tüm suçların üzerine yıkıldığı bir inanç konusu haline geldiğine” işaret eden Ömer Özden şöyle diyor bu konuda:
“Acaba herhangi bir tedbir alınmaksızın ortaya çıkan kazalara kader denilir mi? Olabilecek tüm tedbirler alındıktan sonra bir kaza oluyorsa bu kaderdir. Kader 1200 yıl evvel yapılan yorumlara dayandırılmaktansa yeniden ele alınmalı. Çünkü bu anlayış 1200 yıl öncesinden kalmıştır ama olaylar değişmiştir. O dönemde bu şekildeki gibi trafik kazaları maden kazaları olmuyordu. Devlet, iş güvenliği konusunda çeşitli tedbirler alıyor ama bu işin bir de inanç boyutu var. İşte o kısım noksan kalıyor. Her kaza kadere bağlanmazsa kazalar da azalır. İşletme sahipleri ‘Nasılsa bir kadere bağlayamayacağım’ diye bütün tedbirleri alır. Ölümlü bir kaza olmadığı zaman ‘Allah’a şükür ölen yok’ diyecek durumdayız. Bunu da kader anlayışımızın yanlış algılanmasına bağlıyorum. Bunu yeniden yorumlayacak bilim adamları ve uzmanlar var. Onlar bir komisyon kurarak kaderi yeniden ele alabilirler. Böylece ülkemizde kazaların en aza ineceğine inanıyorum”(10).
__________________
1-K.Kerim, 3/145.
2-K.Kerim, 6/2.
3-http://meal.ihya.org/kurandan-ayetler/kuranda-gecen-kader-ile-ilgili-ayetler.html,
4-http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=10930836&tarih=2009-02-05,
5-K.Kerim, 16/95.
6-İlmihal, İman ve İbadetler, c,1, s, 132,
7-Aynı kaynak.
8-http://www.ilkayet.net/polemik1.htm,
9-K.Kerim, 10/44
10-http://www.haber27.com/kader-yeniden-yorumlansin-137945h.htm
Yazıları posta kutunda oku