DEPREM SONRASI
HÜSEYİN MÜMTAZ
Kıbrıs acayip bir yer. Kendi gündemini “gendi” belirliyor. “Yeter, her gün yazdık, artık okuyucuyu sıktık” desen de yakanı bırakmıyor.
Kıbrıs kendini, kendi kendine yazıyor.
Tuşlar yoruluyor, sıcak bunaltıyor, bilgisayarın “patariası” bitiyor, Kıbrıs bitmiyor.
Allah bitirmesin…
Kıbrıs hem kendi kendine yazıyor, hem kendini, kendi kendine yaşıyor.
Dünya batsa umurunda değil.
Uzayda yaşıyor, ay’da yaşıyor, sanal bir âlemde yaşıyor..
Girne’de sahile indim.. Bütün Kıbrıs’ı sallayan 10 şiddetindeki “Number Two” depreminin hasar tespit raporunu salim kafayla gözden geçirmek için.
1935 tevellütlü “Akpınar Pastahanesi”nin dışındaki (bu yazıda reklâm yerleştirme vardır) serin masalarından birine oturdum, Uzak Doğu’lu garson kıza bir “sâde con” söyledim. Yerli gazeteleri açtım.
Dalgaların sesi duyuluyor, karşıda Toroslar görülüyor.
Fakat rahat etmek ne mümkün? Daha fincandan ilk yudumu almadan eteğini evde unutmuş ama çizme giymiş “kuzeyli” bir komşu geçiyor kaldırımdan. Üç günlük traşlı “erkeği” hiç ses çıkarmıyor, “köpürmesini” kuzeye saklıyor.
Hafta sonları ne kadar “elek altı Türkiyeli” varsa “Kasino”lara doluşuyor. Pazartesi sabahı da gayet mâsum, son derece “rabıtalı” kıyafetlerine bürünüp işyerlerindeki masalarına oturuyorlar.
“O Türkiyeliler” için Kıbrıs’ta her şey serbesttir. Dünyayı onlar yaratmıştır, her şeyin en iyisini onlar bilir, “besledikleri” Kıbrıslıların her şeyini eleştirir, küçük görürler. Kaldırımların sahibiymiş gibi yürürler.
Anlatamazsınız..
Kıbrıs’ın haritadaki yerini bilmezler, meselâ Norşin’den bile gelmişlerse; “Türkçe’niz anlaşılmıyor” derler.
Hafta sonu’nun bir başka belirtisi Girne’de Ziraat Bankası/İş Bankası makinalarının önündeki “sivil üniformalı bölüklerin” uzun kuyruklarıdır..
Memleketten gelen üç kuruş alınınca, yine memleket hasretiyle tutuşarak belli pasajların içindeki/yanındaki ücra lokantacıklarda ille de “menemen” yerler.
Artı 30 derece santigratta dışarıda, deniz gören bir yerde değil, kuytularda otururlar.
Kıbrıs’ta yazın, her hafta her köyde ayrı bir festival, panayır vardır.
Bütün Kıbrıs aslında bir festivaldir.
Benim adada bulunduğum kısa zaman aralığında; Görneç İkinci El Magarınası Festivali, Yıldırım Köyü Geleneksel Dördüncü Karpuz Festivali, Yedidalga Geleneksel Dokuzuncu Çilek Festivali… vardı/devam ediyordu.
Ama birader en çarpıcısı; “Anason kokulu 3. Kıbrıs Rakı Festivali” idi.
Gazetelerdeki tam sayfa ilanlarda aynen şöyle yazıyordu;
“Kıbrıs’ta lezzet, muhabbet ve eğlencenin buluştuğu rakı festivalini düzenleyen Yeni Rakı ÂLÂ ve Tekirdağ Rakısı Altın Seri, şimdi Eski Girne Limanı ve Çevresini Koruma Derneği işbirliğiyle üçüncü Kıbrıs Rakı Festivali’ni sunmaya hazırlanıyor. 23-31 Mayıs tarihleri arasında Girne, Lefkoşa ve Gazi Mağusa’da gerçekleşecek olan Kıbrıs Rakı Festivali’nin bu seneki yıldızları Gripin ve Bengü olacak. Festival boyunca anlaşmalı restoranlarda fasıl ekibi, Grup Frekans ve Grup Rast konserleri gibi özel etkinlikler de yer alacak. Dolu dolu eğlence vaadeden Kıbrıs Rakı Fetsivali’ne özel indirimli rakı menüleri de anlaşmalı restoranlarda rakı severleri bekliyor olacak”.
Türkiye’de böyle uluorta/âlemaşikâr içki reklâmları yapılamadığı için; Türkiye’den gelmiş bahse konu “Türkiyeli”ler zinhar bakmıyor, ilgilenmiyor, hissedince, kokusunu bile alınca başlarını çeviriyorlar.
Ve Kıbrıs’ta inanılmaz bir “camileşme” rüzgârı esiyor. Her iki köyden birine çifte minareli tek tip cami inşa ediliyor.
Turistler ve “yerleşikler” böyle de “yerliler” nasıl?
Her şey Kıbrıs’a özgü.
Kurallara uymama, saate/zamana uymama, olabildiğince rahatlık..
“Hallederik gardaş”, bütün problemleri çözen kilit cümle.
Trafiğin sağ direksiyonla soldan akmasını bir kenara bırakın fakat yasak yahut değil, “Kıbrıs’a özgü araç park etme” konusunda on cilt kitap bile yazılabilir.. Uygun park ettiğin aracını almak için dönüşte iki saat bekleyebilirsin alacağın cevap “Sıkma canını abi hallederik” olur..
Bu gözler, Girne Limanında tek araçlık park yerine koca bir kamyonun geri geri kaldırıma çıkarak “sığıştığını” görmüştür.
Girne Atatürk Anıtı’nın bulunduğu en popüler meydan altı aydır “inşaat” halinde.. Turizm mevsimi açıldı, her yer toz toprak, kimsenin umurunda değil. Geçenlerde tam da Dome Hotel’in önünde kazı sırasında bilmem kaçıncı yüzyıla ait iskelet kalıntıları bulundu.. Cuma saat 16.50 idi..
17’de mesai bittiği için işçiler üstünü kapatıp gittiler, pazartesi saat 10’a kadar..
“Hallederik gardaş”..
İşte “Deep Purple” ve “Number Two” böyle bir Kıbrıs’a, KKTC’ye geldiler.
10 Richter ölçeğinde/şiddetinde sallayıp gittiler.
Deep Purple geçen ay KKTC konserini ilan edince, Rumların yoğun tepkisini çekti. Geçtiğimiz yıllarda Jennifer Lopez konserinin iptal edilmesini sağlayan Rumlar, aynı yöntemle Deep Purple’ı binlerce mail yağmuruna tuttu. Mail’lerden önemli bir bölümü, konserin 1974 öncesinde Rum mülkü olan yerlerde yapılacağı itirazı üzerineydi. Rumların yaptığı itiraz üniversitenin karşı atağı ile etkisiz kılındı. Üniversite Deep Purple’ın menajerine konser alanının Osmanlı döneminden kalan Türk tapusunu gönderdi. Deep Purple’ın solisti Ian Gillan, geçen ay, “Müzik söz konusu olduğunda hiçbir zaman birinin ya da ötekinin safında olmadık” dedi, konseri kesinleştirdi. Buna rağmen Rumlar, tüm itirazlar ve girişimlere rağmen konserin “işgal topraklarında” gerçekleştiğini duyurdu.
Deep Purple’ı ikna eden “Osmanlı tapusu” acaba “Number Two”yu da ikna edemez miydi?
Acaba onu da Mehter Takımı/Marşı ile mi karşılasaydık?
Neden kimse ona Maraş’ın evkaf malı olduğunu söylemedi?
O zaman acaba, her evde zaten bulunmakta olan Ay-Yıldızlı bayrağı kabul eder miydi?
Bu millet…. Bu Kıbrıs Türkü….
1925 yılı Haziran ayında Larnaka’da açılan Türk Şehbender-Konsolosluğunda dalgalanmakta olan Türk Bayrağı’nı görebilmek için ada’nın her tarafından günlerce akın akın Larnaka’ya gitmemiş miydi?
20 Haziran 1938’de Mağusa’yı ziyaret eden Hamidiye Zırhlısını limanda kaldığı iki gün içinde beş bin kişiyle ziyaret etmemiş miydi?
Hamidiye’nin arkasında dalgalanan devasa Türk bayrağının altında “serinlemek” için sandallarla “bayrağın gölgesine” sığınmamışlar mıydı?
Kader utansın..
Felek utansın..
Utansın ama o kader ağlarını yine de örüyor..
İyi örüyor..
Dün, 25 Mayıs 2014 günü bütün AB ülkelerinde olduğu gibi “Rum tarafı”nda da AP seçimi vardı.
Rumlar, Rum kimliği almış olan 65 bin “kıprıslıtürk”ün aday olabileceğini/oy kullanabileceğini açıkladı.
Ama…kullanamadılar. Rum kullandırtmadı..
Embedilmiş yalakalara, gazetelerinin camlarına Türkiye için “has.tir” pankartı asan linobambakilere aynı dille hitap etti Rum.
Geçen sene güneyden aldığı hıyarı METEHAN kapısında sallayan embedilmiş; kendisine oy kullandırtmayan Rum sandık başkanından aldığı ve yine altını alışık olduğu şekilde Rum’a mühürlettiği belgeyi de dürüp gözlük kılıfına sokarak Dereboyu’na döndü.
“Yerli” gazetelerde Rum Seçim Kurulu’nun ilanı yer aldı ve merak ettiğim iki konuyu doğrulamış oldum; 1. “Kıbrıs Türkleri” için, Rum Muhibbi linobambakilerin söylediği gibi “kıbrıslıtürkler” söylemini tercih ediyordu, demek ki oradan öyle talimat almışlardı; 2. KKTC için “Kıbrıs Cumhuriyeti tarafından etkili biçimde denetlenemeyen bölgeler” tanımını kullanıyordu..
Kapak olsun..
Fakat asıl kara mizah ne biliyor musunuz?
Slovakya Dışişleri Bakanı Miroslav Lajack, “ülkesinin önderliğinde” yürütülen Türk ve Rum siyasi partilerinin Ledra Palace görüşmelerinin 25’inci yıldönümünü dolduracak olması ve Ada’ya gerçekleştireceği ziyaret nedeniyle Fileleftheros’a verdiği özel mülakatta “Nikâh peşinde olduğunuza inanmak istiyorum” demiş olması..
Lajack’a göre “ülkesinin izlediği diplomasinin en büyük başarısı” Türk-Rum bütün partileri “Kıbrıs’ın geleceğini görüşmek üzere bir araya getirmek”miş.
Bunu diyen adam, aynı dili konuşan (Slovakça ve Çekçe birbirlerine çok benzerler ve Çekoslovakya’nın ikiye bölünmesinden önce sürekli etkileşim içinde olan iki taraf, birbirini rahatça anlayabilir) aynı ırk (Slav) ve aynı dinden bir toplumun oluşturduğu devletin, Çekoslovakya’nın “bölünerek” çoğalmasından meydana gelen bir devletçiğin temsilcisi.
Neden ayrıldınız da (ve madem ayrıldınız); farklı dil, din ve ırktan iki halkı niye birleştirmek için çabalıyorsunuz?
Bu kadar meraklısınız, kendiniz birleşsenize.
Ne diyor Slovak Dışişleri Bakanı?
“Nikâh peşinde olduğunuza inanmak istiyorum”.
Vallahi Monşer, sizde âdet nasıldır bilmem ama nikâh davetiyesinde “erkek tarafı” olarak yer alırsak bence hiç mahzuru yok..
Hem iki bayram arasında olmasın..
Ne olur, ne olmaz.. 27 Mayıs 2014
57’İNCİ ALAY HER YERDE
HEPİMİZ 57’İNCİ ALAYIN NEFERİYİZ