23 Mayıs 2014 Cuma 10:37
CHP İzmir Milletvekili Prof. Birgül Ayman Güler, Yurt Gazetesi’ne yolladığı analizde halkın seçtiği cumhurbaşkanı sistemi ile ülkenin adı konmadan ‘başkanlık ve eyalet’ sistemine sürüklendiğini vurguluyor.
irgül Ayman Güler – Cumhuriyet tarihinde bir ilk yaşamak üzereyiz. Cumhurbaşkanını halk seçecek.
Cumhurbaşkanını Türkiye Büyük Millet Meclisi içinden ve Meclis eliyle seçiyorduk. Sonra, 1982’de TBMM içinden ya da dışından, ama Meclis tarafından seçilsin değişikliği yaşadık. Şimdi, Cumhurbaşkanının Meclis tarafından seçimine de son veriyoruz. Bu işte TBMM’nin rolü, adayların belirlenmesiyle sınırlandı. Seçimi, en az 20 milletvekili tarafından gösterilebilecek olan adaylar arasından doğrudan halk yapacak. Seçimin ilk turu 10 Ağustos 2014’te gerçekleşecek.
Bu durum bizim için hiç bilinmez bir yenilik değildir. Biz, benzer bir değişikliği, belediyelerde yaşamıştık.
1963 yılına kadar halk yalnızca belediye meclislerini seçiyordu. Belediye başkanları ise bu meclislerin içinden ve bu meclisler tarafından seçiliyordu. 1963 yılında halk belediye meclisinin yanı sıra ayrıca belediye başkanını da seçmeye başladı.
Başkan – encümen – meclis organları arasındaki ilişki ve denge, 1963 öncesi ve sonrasında bambaşkadır. Nitekim bu değişiklikle birlikte söz konusu organların yetki – görev – sorumlulukları yeniden yazılmıştır. 1963 yılından bu yana, belediye yönetiminde “güçlü meclis modeli” yerini “güçlü başkan modeli”ne bıraktı. Ama model değişikliği burada kalmadı.
Güçlü başkan modeli, 1984’te başlayan büyükşehir belediyeciliğiyle iyice genişledi. Halk büyükşehir belediyesi için çalışacak meclisi ayrıca seçmedi; ilçelerden seçilmiş meclis üyelerinden bir bölümü, ilçenin yanı sıra büyükşehir belediyesinin de meclis üyesi olarak bunun meclisini oluşturdu. Açık bir deyişle, büyükşehirlerde meclisler iyice geriledi ve ortaya “tek adam modeli” çıktı. Belediyeleri bilenler bilir; ortak akıl – danışma – topluca karar verme – uzlaşma mekanı olan meclisler, başkanlar karşısında kimi zaman fiili olarak ‘hükümsüz’ kalmışlardır.
Şimdi bu deneyimi ülkemizin yönetimi bakımından yaşamaya hazırlanıyoruz.
Ama bu öyle bir ölçek ki, etkileri, belediyeler üzerinde ortaya çıkan etkilerden çok daha derin ve kuşatıcı olacak. Çünkü başkan – meclis dengesi, “devlet başkanı – parlamento” halinde ülke geneli için söz konusu olunca, “siyasal rejim ”in rengini değiştiren bir öneme sahiptir.
Bu iş ülke geneli için “parlamenter rejim” ile “başkanlık rejimi” arasında tercih yapmak anlamına gelir. Ve bu tercih ülkenin dikey ve yatay tüm kuruluş dinamiklerini sarıp sarmalayıp değiştirir.
Hal böyleyken, “Cumhurbaşkanını halk seçsin” kararı verilen 2007 yılından bu yana tuhaf bir gevşeklik içinde yuvarlandık ve ilk uygulama zamanı geldi çattı. Şimdi “kimi aday göstersek?” diye konuşuyoruz.
Peki ama biz böyle bir siyasal rejim değişikliğini ne zaman kabul ettik?
Kim aday gösterilirse gösterilsin, kim seçilirse seçilsin, “siyasal rejim bakımından ne değişecek?” sorusu hâlâ ilgimizi çekmiyor. Bu sorunun çevresinde toplaşıp tartışma yolları, Türkiye’yi teslim almış “gerçekçi” siyaset hastalığınca tıkanmış durumda.
Pragmatik siyaset, şimdi “iyi ama siyasal rejim….” diye başlayan hiçbir sözü duymaya tahammül göstermiyor. Üniversiteler de koyu bir suskunluk içinde kalmayı sürdürünce, şimdilerde “bir musibet bin nasihatten iyidir!” demekten ve yaşayıp da görme çaresizliğine düşmekten başka yapacak bir şey kalmamış görünüyor.
İyi de, kocaman bir ülke, siyasal rejim değişikliğini böyle yaşayabilir mi? Bu maliyetin altından kalkılabilir mi? Ülke söz konusu olunca, bütün bir toplumun geleceği kısa erimli pratik siyasetin hedeflerine kurban edilebilir mi?
Ne yazık ki, 21 Ekim 2007 Referandumundan başlayıp günümüze uzanan zaman dilimi, pragmatik siyasetin çok bilmişliğinin ve dalkavukluğun zaferine tanık oldu. Aynı zaman diliminde, ilkeli siyasetin uzun erimli hedeflere odaklanmış planlı – programlı halkçılığı adeta sindirildi.
Halk yüceltmesi değil halk aldatmacası
Bu konuda sorun, halkın cumhurbaşkanı seçime yeterliğine sahip olup olmadığı sorunu değildir.
“Halkın seçme yeterliliği” tartışma dışıdır. Çağımızda iktidarın kaynağı halktır; parlamentoyu halk seçer ve başka hiçbir kaynak -ilahi, ırsi, oligarşik, vb… kabul edilemez. Bizler, son iki yüzyıldır bunun için mücadele etmiş bir tarihin çocuklarıyız.
Birilerinin harcıalem “halk seçemez mi yani!” bönlüğüyle yaklaşacağından endişe etmeyiz.
“Cumhurbaşkanını halk seçsin”ciliğin yaygarası, popülist sahtekârlıktan ibarettir. Bu yaygaraya teslim olmak ise, en olmaz işlerden biridir. Çünkü burada bir halk yüceltmesi değil, düpedüz “halk”ı halkla aldatma vardır.
Soruyu doğru sorarak başlamalıyız.
Doğru soru “cumhurbaşkanını halk seçsin mi seçmesin mi” değildir.
Doğru soru “tercihiniz parlamenter rejim mi başkanlık rejimi mi” sorusudur.
Eğer parlamenter rejimi istiyorsanız, cumhurbaşkanı Meclis tarafından seçilmelidir. Eğer yanıta ‘cumhurbaşkanını halk seçsin’ diye başlıyorsanız, o halde tercihinizi başkanlık sisteminden yana yaptınız demektir.
Biz parlamenter rejimden yanayız. Bu rejim, Cumhurbaşkanı’nın Meclis’te seçilmesini gerektirir. Başka yöntem, parlamenter rejimden vazgeçmek demektir. Bu nedenle Ağustos 2014’te yapılacak Cumhurbaşkanı seçimi bir ‘hata’dır. Ya da sinsi bir politikanın adımlarından biridir.
21 EKİM REFERANDUMU NEYDİ ve TUHAFLIKLAR NELERDİ?
21 Ekim Referandumu, 5678 Sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun halkoylamasına sunulması işidir. Bu yasa TBMM Genel Kurulu’nda 10 Mayıs 2007 tarihinde kabul edilmişti. Yasaya neden olan en yakın olay, 6 Mayıs 2007 günü yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimi birinci turunda toplantı yeter sayısı olan 367 oyun sağlanamamasıydı. Anılan yasa, ANAP’ın desteğiyle çok sayıda siyasal manevradan biri olarak doğmuştu.
Bu yasada düzenlenen ve halkoylamasına götürülmesi hedeflenen konular şunlardı:
a) Cumhurbaşkanı halk tarafından seçilecek
b) Cumhurbaşkanı görev süresi yedi yıldan beş yıla indirilecek
c) Aynı kişinin iki kez üst üste cumhurbaşkanlığı yapamaması kuralının yerine ikinci kez beş yıllık süreyle aynı kişi bu göreve getirilebilecek (5+5 olarak dile getirilen formül)
d) Milletvekili seçim dönemi beş yıldan dört yıla indirilecek
e) TBMM’ce yapılacak “bütün işlerde” tam sayının üçte biri toplantı için yeterli sayılacak
Bu yasa, 11. Cumhurbaşkanı seçimi için ayrı bir madde içeriyordu. Madde 6, Anayasaya “geçici madde 16” ile bir ek getirmekte, 11. Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesini düzenlemekteydi.
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, 10.Cumhurbaşkanı’ydı ve yasayı veto etmişti TBMM Genel Kurulu yasayı yeniden görüşerek, hiçbir değişiklik yapmadan 31 Mayıs 2007 günü yine kabul edince, yasa 16 Haziran 2007 günlü Resmi Gazete’de yayımlandı.
Cumhurbaşkanı ve CHP bu kez Anayasa Mahkemesi’ne başvurmuştu. Anayasa Mahkemesi iptal başvurularını reddedince, süreç işlemesini sürdürdü.
Yurt