Fırat Bayram
21.05.2014 08:07:25
Soma’da yaşanan maden faciası belki de ilk kez yoksul sınıfların AKP’ye tepki göstermesinin yolunu açıyor. Bu sınıfsal tepki, Gezi İsyanıyla gün yüzüne çıkan yaşam tarzı ve özgürlükler merkezli tepkiyle birleşebilirse ciddi bir toplumsal dinamik ortaya çıkacaktır. 12 Eylül darbesi ülkedeki direniş ruhunu ezmişti. Geçtiğimiz yıl bu zamanlar toplum uyandı, direniş ruhu yeniden filizlendi. Halk siyasi temsilcileri (vekilleri) aradan çıkarıp siyasete doğrudan müdahil oldu. Çünkü ‘iş başa düştü’ duygusu oluştu. Bu duygu işçi sınıfında da oluşmaya başlayacaktır. Zira makarna ve kömür yardımlarıyla hayat geçmez. O kömürün nasıl çıkarıldığını da herkes gördü üstelik. Kapitalizm artık can alıyor. Sessizlik, bıçak kemiğe dayanana kadardır.
Peki, Gezi dinamiği işçi muhalefetiyle birleşti diyelim. Sonu ne olur? Bu dinamik muhtemelen genel seçimde CHP’nin yeni bir sağa açılma sürecine kanalize edilmeye çalışılır. ”İşçiler de mücadele etmeye başlamışken nereden çıktı bu sağcılık?” diyen sosyalistler ”Tatava yapma!” seviyesinde söylemlerle susturulur. Sonra AKP yine %40’ın üzerinde oy alırsa. İşte o zaman ne olur?
O zaman iki şey olması kuvvetle muhtemeldir;
1- AKP, bir tür iç düşman siyasetiyle (ki üslubu da tümüyle bu yöndedir) Alevileri, ateistleri, sekülerleri, solcuları, Kemalistleri ötekileştirerek daima kazanabileceği duygusuna kapılır. Bu durum hem hükümetin zaten vahim durumdaki saldırgan psikolojisini iyice tetikler hem de ülke siyasetinin daha da sağa kayışını hızlandırır.
2- Bu ülkenin ‘ötekileri’ demokratik yoldan hak ve özgürlüklerini, varoluşlarını koruyamadıkları düşüncesine kapılır.
İki numaralı maddede belirtilen husus bu kesimleri çeşitli yönelimlere götürür. ‘Bu kesimler’ derken ‘Zat-ı Muktedir’in* deyimiyle ”marjinaller” veya ”bunlar”ı kast ediyorum. Yazıda bu kesimlerden ”bunlar” diye bahsederek devam edeyim. Üstte iki numaralı maddede belirtilen husus ”bunların” geleneksel siyasal tercihlerinde büyük değişimlere yol açar. CHP ‘çöker’ ama sanılanın aksine kitle sosyalizme kaymaz. Eğer ”bunlar” özgürlüklerini ve varlığını demokratik seçimler yoluyla koruyamıyor, seçimleri kaybetmeye mahkum görünüyor, ülkenin ‘dindarlar ve diğerleri’ şeklindeki bölünmesi karşısında yaşadıkları onca zulme karşın dindarların vicdanına ses duyuramıyor, kendi vatanlarında marjinal görülüyor ve umursanmadıkları duygusuna kapılıyorsa ‘bunlar’ için ancak altı ‘çıkış’ yolu olsa gerektir (Dileyen ‘olasılık’, ‘varsayım’, ‘komplo teorisi’ veya ‘üfürme’ de diyebilir);
1- İktidarın demokrasi dışı yöntemlerle alınmasına taraftar olma yönelimi artabilir.
2- Direnişler sıklaşıp şiddet yoğunluğu artarak dindar iktidara ‘bunlar’ dediklerini göz ardı ederek ülkede huzur ve istikrar sağlamanın olanaksız olduğu (dış dünyanın da desteğiyle) gösterilebilir. Bunu yapabilmek için ‘Zat-ı Muktedirin’ ‘dik duruşunu’ ‘bükecek’ denli ısrarcı bir mücadele gerekecektir.
3- (En rasyonal seçenek) Bölgesel yönetim ve hatta federasyonla ülkenin 20-25 bölgeye ayrılması savunulup ‘laik özgürlük adacıkları’ yaratılması düşünülebilir. Bu durumda ‘bunlar’ın ‘demokratik özerklik’ türünden projeleri Kürtlerle beraber savunmaları gerekir. Bölgeler kültürel ve sosyolojik kodlar temel alınarak oluşturulabilir. (Bence Kürt Hareketi bu ‘kapıyı’ görüp zorlamalıdır. HDP projesi ancak bu şekilde büyüyebilir. Keza kişisel fikrim de bu seçeneğin yegane ‘münasip’ seçenek olduğu yönündedir. Diğer tüm seçenekler vahimdir.)
4- Avrupa Birliğine üyelik sürecinin hız kazandırılması ‘bunların’ sokak desteğini alıp zorlanabilir (Üstelik kendi otoriter yönelimli hükümetine direnirken AB’yi de destekleyen sokak gruplarının ne kadar ‘etkili’ olabildiğini Ukrayna örneği göstermektedir). Zira eğer bu ülke buradan yönetildiğinde dindar çoğunluğun farklı olanın özgürlüğünü tanımayan eğilimleri ‘bunlara’ hayatı zindan ediyorsa o zaman ‘bunlar’ için yegane nefes alma olanağı ülkenin mümkün olduğunca buradan yönetilmemesi, yönetime Avrupa gibi ‘medeni’ ülkelerin de ortak edilmesidir. Evet, ne yazık ki ‘Zat-ı Muktedirin’ despotizmi insanları modern zaman manda ve himaye düzenlerini destekleme noktasına dek savurabilir!
5- (En absürd seçenek) ‘Bunlar’ son bir çare olarak topluca Rus vatandaşlığına başvurur ve sonrada Kırımlı Ruslar gibi Rusya bayraklarıyla sokağa dökülür. Putin fırsat bu fırsat deyip tanklarını gönderir ve (Gürcistan ile Kırım örneklerinden gördüğümüz üzere) ‘kurtarır’. Ruslar nihayet ‘tarihi emellerini’ gerçekleştirip ?güneşlenme dışında bir amaçla- Akdeniz’e de inmiş olurlar. (Kabul ediyorum espri komik değildi)
6- (En korkunç seçenek) Protestoculara satır, sopa ve tırpanla saldıran gruplara ve yoğun şiddet kullanıp ‘Zat-ı Muktedir’den destek alan polise protestocular daha fazla tahammül etmeyip şiddete şiddetle karşılık vermeye başlayabilir. ‘Zat-ı Muktedir’ ‘dik durmak’ adı altında işi daha da kızıştırıp her şeyin çığırından çıkmasına neden olabilir. Muktedirin Suriye’deki rejim karşıtlarını desteklemesi gibi Esad da ‘bunlar’a biraz destek atabilir. Suriye’deki savaş buraya da sıçrayıp bölgesel bir iç savaşa dönüşebilir. Eğer fırsattan istifade eden birileri darbe falan yapmazsa yepyeni bir şey ortaya çıkana dek toplum birbirini yer. Kan oluk oluk akar. ‘Bunlar’ dişli çıkarsa belki dindarlar çoğunluk gücünü özgürlükleri hiçe saymakta kullanamayacaklarını anlayıp savaşı bitirir, demokrasiyi çoğunluk diktası olarak görmekten vazgeçebilirler. (Avrupa’daki mezhep savaşlarının bitip bugünkü çoğulcu demokrasinin yerleşmesi için milyonların öldüğü bir iç savaş süreci gerekmişti. Ne yazık ki tarih, kendinden ders çıkarmayanlar için hep tekerrür etmiştir.)
Bizim gibi bir ülkede geleceğe dair bu tür olasılıkları dile getirmek aslında risklidir. Her zaman öngörülemeyen yedinci bir ihtimal de çıkabilir. Şurası bir gerçektir ki ülkenin gidişatı vahimdir. Ama bence bu ihtimallerin yolu açılmayacaktır çünkü işçi sınıfı kadınlarla, Alevilerle, Kürtlerle, LGBT’lerle, çevrecilerle, kısacası tüm diğer ezilenlerle birleşerek demokratik bir mücadeleyle ülkeyi düze çıkaracaktır. İşçi sınıfı, tarih yazan sınıftır. Gerçek bir demokrasi de tıpkı devrim gibi ancak ezilenlerin ve ona en muhtaç durumda olanların birlikte mücadelesiyle kazanılabilir. Burada dindarlara da büyük görev düşüyor. Tüm toplumu kendi suretlerinde baştan yaratma fikrinden vazgeçip farklı olana alışmayı ve saygı duymayı öğrenmeleri gerekiyor. Sanki siyasal temcilcilerini toplumun öteki kesimine vursun diye seçiyorlar ve her vuruşta alkışlıyorlar gibi bir izlenim edinmek mümkün. Kendilerini ‘millet’, farklı olanı ise ‘marjinal’ diye kodlamayı bırakmaları gerekiyor. Sokağa dökülüp polis şiddetine karşı direnen insanların da bu ülkenin vatandaşı olduğunu hatırlamayı, onları dinlemeyi, bu insanların ‘ülkeyi karıştırmak isteyen fitne tohumları’ olmadığını anlamayı, bu insanların acılarını paylaşmayı öğrenmeleri gerekiyor. Kültürel ve ahlaksal çoğulculuk bu ülkenin yegane ilacıdır. Son seçimde AKP’nin aldığı büyük oy oranı, diğer kitleyi ‘Bizim acılarımızı umursamıyorlar’ duygusuna savurmuştur. Bir toplumu toplum yapan şey, kederde ve kıvançta ortaklaşmaktır. Bu ülke bunu yitireli çok oldu. Bir taraf, diğerinin ölen çocuğuna bir rahmet bile dilemiyorsa keder ve kıvançta ortaklaşılamıyor demektir. Oysa bunlar bir millet olmanın en temel kıstaslarıdır. Şu an ülkede birbirinin acısına duyarsız üç millet olduğu görülüyor: (Sünni) dindarlar, laikler ve Kürtler.
Egemen durumdaki dindarlar çoğulculuğu, özgürlükleri, farklı olana saygıyı ya içlerine sindirmeyi öğrenecekler ya da bu ülke uçuruma doğru freni patlamış araba gibi gidecektir. Sorumluluk AKP seçmenine düşmektedir. Zira fikirleri iktidarda olan, iktidarı can yakan ve çoğunluk gücüne sahip olanlar onlardır. Farklı olanı kendi ülkesinde yabancı ve ‘marjinal’ hissettirmenin nasıl bir acıya ve huzursuzluğa yol açtığını artık görmeli, ”bunlar” dediklerini düşman gibi görmeyi bırakarak kendilerine eşit saymalı, herkesin bu ülkenin vatandaşı olduğunu gerçekten kabul etmelidirler. ”Bunların” acısına karşı duyarsızlık, ”bunlardan” nefret edildiğinin göstergesidir. Ama ”bunlar” azınlıkta kalsa da milyonlarca kişidir. Üstteki altı olası seçenek bu durum düşünülünce akla gelmektedir.**
*Malum kişiye yeni bir sıfat buldum: ”Zat-ı Muktedir!” Bundan sonra yazılarımda kendisini bu şekilde anacağım.
** Üstteki altı olasılığı sıralarken tedirgin oldum açıkçası. Malum olduğu üzere yandaş basın komplo teorilerini çok seviyor. Bu altı olasılıktan biri kaza kurşun gerçekleşirse benim yazıyı gösterip ‘Ahan da o zamandan planlamışlar’ falan demesinler? (Şaka gibi ama mümkün. Ben dincilerde o potansiyeli gördüm. M.Ali Alabora’ya yapılan şey da şaka gibiydi ama yapıldı değil mi?) Artık iyice paranoyak olduk.
Radikal Blog