“Din, kitleleri teskin, terapi, tahrik ve yönlendirme aracıdır!” başlıklı bir önceki yazımızın sonunda şöyle demiştik: “Dinin, kitleleri teskin, terapi ve ikna aracı olarak kullanıldığı en uygun zamanlar, “Kutsal Gece” ya da “Kandil” adıyla bilinen özel gün ve gecelerdir. Allah’a şükürler olsun ki; bizde de bu özel gün ve gecelerden çokça bulunmaktadır! Bilindiği gibi şu anda “Kutsal” kabul edilen üç ayları idrak ediyoruz. Recep Ayı’ndayız. Recep Ayı’nın ilk Perşembeyi Cumaya bağlayan gecesi, “Regaib Kandili” olarak kutlanmaktadır ülkemizde. Bu sene de yine öyle oldu. Geçtiğimiz 1 Mayıs akşamına denk gelen “Regaib Kandili” vesilesiyle sosyal medya ve cep telefonları kandil mesajlarıyla yıkıldı! TV ekranları mevlit yayınlarıyla çınladı…”.
Bu yazımızda da konuyu işlemeye devam edeceğiz.
Bazı İslam Alimleri, “Regaib Gecesi”ni “Hz. Peygamber’in ana rahmine düştüğü gece” olarak kabul ederse de, bunun fazla inandırıcı bir tarafı yoktur. Zira İslam Alimleri, daha Hz. Peygamber’in doğum tarihini bile tam olarak tespit edememişlerdir. Hâlâ bir yıllık yanılma payı ile M.570-571 arasında gidip geliyor sevgili ulemamız! Bu durumda bir kısım ulema, nasıl olup da Hz. Peygamber’in ana rahmine düştüğü günü hesap ettiler, hayret ki; ne hayret! Dolayısıyla; en azından bize göre; Regaib Kandili olarak kutlanan, Recep Ayı’nın ilk Perşembeyi Cumaya bağlayan gecesinin, Hz. Peygamber’in ana rahmine düştüğü gece olduğu şeklindeki bir kabul, bilimsel ve gerçekçi değildir. Böyle bir kabul, olsa olsa zanna ve uydurma rivayetlere dayalı bir kabuldür!
Regaib Gecesi-Regaib Kandili
“Regaib” kelimesi, “Rağbet” şeklinde Türkçemizde de kullanılan Arapça “Reğabe” fiilinden türetilmiş bir isimdir. Bu kelime, Kur’an’da geçmemektedir. Bununla birlikte bu kelimeden türemiş bazı kelimelerin, Kur’an’da sekiz ayrı yerde geçtiği söylenmektedir. Ancak bu kullanımların hiç birisinde “Regaib Gecesi”ne bir işaret bulunmamaktadır.
İslam Ansiklopedisi’nde “Regaib” kelimesi hakkında şu bilgiler verilmektedir: “Sözlükte ‘kendisine rağbet edilen şey, bol ve değerli bağış’ anlamındaki ragıbenin çoğulu olan regaib kelimesi, hadis ve fıkıh literatüründe ‘bol sevap ve mükâfat, faziletli amel’, özellikle Mâlikî fıkıh kaynaklarında sünnetin mukabili olarak ‘müstehap, nâfile ibadet’ mânalarında kullanıldığı gibi, hicrî takvime göre yedinci ay olan recebin ilk perşembesini cumaya bağlayan geceye ad olmuştur”(3).
H.343-425 (M.965-1047) yıllarında yaşadığı kabul edilen(4) ve Arap Dili konusunda “allame” kabul edilen Râgıb El-İsfahani, ünlü eseri “Müfredât” ta, “Reğabe” fiilinin, Kur’an’da kullanılan şekillerinden de örnekler vermek suretiyle çeşitli anlamlarını verdiği halde, kelimenin “Regaib” şeklinden hiç bahsetmemektedir(5). Bu demektir ki; M.965-1047 yıllarında bile başta “Regaib Kandili” olmak üzere; kandil kutlamaları konusunda hiç bir bilgi bulunmamaktadır. Yani, başta Regaib Kandili olmak üzere; kandil geleneği, daha sonraki asırlarda, en azından 11.yüzyılın sonlarından itibaren İslam’ın içine sokuşturulmuş geleneklerdir! Esasen “Mevlid kandili Hz. Peygamber’in doğumu münasebetiyle kutlanır. Mevlid kutlamalarını ilk ihdas eden zatın Erbil Atabegi Muzafferüddin Kökböri (ö. 629/1232) olduğu kabul edilir.”(6) şeklinde verilen bilgi de bizim bu konudaki tahminimizi ve kanaatlerimizi bir hayli güçlendirmektedir.
Diyeceğimiz odur ki; Regaib Gecesi ile ilgili herhangi bir bilgi yoktur Kur’an’da. Dolayısıyla; “Cuma günü” ve “Kadir Gecesi” dışında, mübarek olarak kabul edilen diğer gün ve geceler hakkındaki bilgilerimiz ve kabullerimiz, daha çok doğrulukları konusunda emin olamadığımız hadis ve diğer rivayetlere dayanmaktadır. Regaib gecesi de hakkında Kur’ani bilgi olmayan ve hakkındaki bilgi ve kabuller tamamıyla doğrulukları konusunda emin olamayacağımız ve İslam toplumlarında Hz. Peygamber’den çok sonraki asırlarda dini gelenek haline getirilen özel günlerden birisidir.
Kandil ve Kutsal Aylar Meselesi
En azından bizim anlayabildiğimiz kadarıyla; “Cuma Günü” ve “Kadir Gecesi” dışında hangi ayların kutsal olduğu konusunda da Kur’an’da herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Sadece Tevbe Suresi’nin 36. ayetinde “Şüphesiz Allah’ın gökleri ve yeri yarattığı günkü yazısına göre ayların sayısı on ikidir. Bunlardan dördü haram aylardır. İşte bu, Allah’ın dosdoğru kanunudur. Öyleyse o aylarda kendinize zulmetmeyin.” denilerek, Kameri aylardan 4’ünün hürmete layık aylardan olduğu belirtilmiştir. Ayrıca Kur’an’da 5 ayrı ayette daha haram aylardan bahsedilmektedir.
Bununla birlikte, Kur’an’da haram ayların hangi aylar olduğu belirtilmemiştir ki; Hz. Peygamber’e atfedilen hadislere göre bu ayların, Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Recep ayları olduğu kabul edilmektedir. Öte yandan bazı rivayetlerde; ismi belirtilen bu ayların, sadece İslam Dini’ni kabul edenlerce değil, Hz. İbrahim’den beri, 354 gün olarak kabul edilen Kameri Takvim’i kullanan bütün kavimlerce kutsal kabul edildiği belirtilmektedir. Bu sebepledir ki; cahiliye dönemi Arapları bile mecbur kalınmadıkça bu aylarda birbirleriyle savaşmazlar, mecburiyetler karşısında bu aylarda yapılan savaşlara ise “Ficar Savaşı” derlerdi. Genel kabul gören rivayete göre; gençlik yıllarında Hz. Muhammed de zaman zaman bu savaşlara katılmış, ancak O, yakın akrabalarıyla (amcalarıyla) birlikte katılmak zorunda kaldığı bu tür savaşlarda bizzat silah kullanmamış, sadece savaşan askerlere lojistik destekte bulunmuştur. Örneğin düşman tarafından atılan okları toplayarak, tekrar karşı tarafa atmaları için amcalarına vermiştir! Yani düşmana ok atmamış ama atılmasına yardımcı olmuştur!
Ancak şahsen biz, bu rivayetin de zayıf olduğuna ve eğer Hz. Muhammed gençlik yıllarında bu savaşlara katıldı ise savaşın gereği neyse onu yaptığına inanıyoruz. Bize göre; Hz. Peygamber’in bu tür savaşlarda bizzat silah kullanmadığını içeren rivayetler, Hz. Peygamber’in çocukluğundan başlayarak O’nun peygamberlik için Allah tarafından özel olarak hazırlandığını öngören kişilerce üretilmiş rivayetlerdir ve doğru da değildir. Zira, bizzat Diyanet yayınlarında da yer alan yeni kabullere göre; Hz. Peygamber’in doğumundan ve çocukluğundan başlayarak O’nun özel olarak Allah tarafından peygamberlik için hazırlandığına ilişkin hiçbir emare ve işaret yoktur ve bu konudaki rivayetlerin tamamı uydurmadır. Hatta birçok kişi tarafından “Nübüvvet Mührü” olarak isimlendirilen ve sırtında iki kürek kemiği arasındaki büyükçe benin bile aslında cerrahi müdahale ile alınabilecek türden bir “Ur” olduğu konusunda rivayetler bulunmaktadır(7).
İlahiyat profesörü Bünyamin Erul bu konuda şöyle der: “Hz. Peygamberin dış görünümünde, normal bir bakışla fark edilebilecek bir ayrıcalık, fiziki yapısında, yüz hatlarında onun Peygamber olduğunu gösteren herhangi bir işaret veya alamet yoktu. Bu nedenledir ki, daha önce (kendisini) görmeyenler, ashabı arasında onu tanımayabiliyorlardı…”(8).
Bunlara ilave olarak; Müslümanlarca “Üç aylar” adıyla kutsal kabul edilen Recep, Şaban ve Ramazan aylarından sadece Ramazan Ayı hakkında bazı ayetler bulunmakla birlikte; bu ayetler de Ramazan Ayı’nın kutsallığına değil, o ay içinde cereyan eden olaylara ve ibadetlere delalet etmektedir. Mesela o ayetlerden birisinde “Kur’an’ın Ramazan ayı içinde indirildiğinden ve Ramazan ayı içinde oruç tutulması gerektiğinden” bahsedilmektedir(9).
Yani bu ayetlerde üzerinde durulan kavramlar, Ramazan Ayı’nın kutsallığından öte, Kur’an ve Oruç kavramlarıdır. Gerçi bu iki önemli olayın Ramazan ayı içinde cereyan etmesi sebebiyle Ramazan Ayı’nın diğer aylara göre çok daha önemli olduğu kabul edilebilir. Tıpkı Cuma gününün diğer günlerden çok daha önemli olduğu gibi.
“Müslümanlarca mübarek sayılıp kutlanan özel geceler.” anlamındaki kandil kavramı, Osmanlı Padişahı II. Selim döneminden bize miras kalmıştır. Bu özel gecelerin, II. Selim döneminde (1566-1574) İstanbul’daki camilerin, geceleri aydınlatılıp minarelerde kandiller yakılarak kutlanmasından dolayı bu gecelere kandil geceleri denilmiştir. Bunlar Mevlid, Regaib, Mi‘rac, Berat ve Kadir geceleridir. Bazan Arapça “leyl” (gece) kelimesi eklenerek leyle-i Kadr, leyle-i Berât … şeklinde de kullanılır(10).
Bu bilgileri alıntıladığımız TDV. İslam Ansiklopedisi’nde bulunan ve Nebi Bozkurt tarafından kaleme alınan “KANDİL” maddesinde, verilen bilgiler de göstermektedir ki; “Kandil Gecesi” olarak kutlanan, hemen bütün gecelerin, tamamıyla bir kısmı mevzu ve zayıf hadislere, yani açıkçası “Uydurma” hadislere dayanan kandil gecelerinin hemen tamamı, Hz. Peygamber’den sonraki dönemlerde ihdas olunmuş ve İslam toplumlarınca gelenek haline getirilmiş özel günlerdir(11). Elbette bize göre de “Bid’at-ı Hasene”dir. Yani güzel görülmüş, iyi karşılanmış, abartıdan, israftan, istismardan uzak durulduğu ve bu seneki Kutlu Doğum Haftası’nda Tayyip Bey’in yaptığı gibi siyasete alet edilmediği sürece, İslam’ın özüyle çatışmayan adetlerdendir.
Mevlit Kandili, Hz. Peygamber’in doğumu münasebetiyle, Miraç Kandili ise O’nun İsrâ ve Miraç hadisesi sebebiyle düzenlendiğine ve Hz. Peygamber, kendi doğum gününü ve bazı özel günlerinin yıldönümlerini kutlayan bir insan olmadığına göre; kandil gecelerinin sonradan uydurulmuş bid’atlar olduğu gün gibi ortadadır. Hele hele, sonradan uydurulmuş bu özel gecelerin, “Kandil” adı altında bugünkü hale dönüşmesine ön ayak olan kişinin, II. Selim gibi, İslam’ın açıkça “Haram” kıldığı içkiyi içmekte hiçbir beis görmeyen ve gününün büyük kısmını serhoş geçiren bir adam olması oldukça enteresan olmalıdır! Zira halen devam etmekte olan “Muhteşem Yüzyıl” isimli TV dizisindeki davranışlarından da anlaşılacağı gibi; II. Selim, İslam Dini’nin açıkça haram kıldığı içki ile arası iyi olan bir halife padişahtır ve onun, kutsal kabul edilen bu gecelerin şaşalı ve gösterişli bir şekilde kutlanmasını ferman buyurması, oldukça ilginçtir.
Ancak şunu da belirtelim ki; günümüzde cami minarelerinin şerefelerinde kandil konulacak bir karış alan bile kalmamıştır. Minare şerefelerinin hemen tamamı, GSM operatörlerinin vericilerinin monte edildiği alanlar, cami derneklerinin ise rant alanı haline gelmiş bulunmaktadırlar.
Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’in de “Ragaib Kandili Mesajı”nda; “Aslında müminler için tüm zamanlar, günler, geceler, haftalar, aylar ve seneler, Allah’a kulluk şuuruyla ve Rabbimizin rızasına ermek amacıyla yaşanır” diyerek dile getirdiği gibi(10), bize göre de Allah’ın bütün anları, bütün günleri, bütün haftaları ve bütün ayları, aynı ölçüde değerlidir, önemlidir ve kutsaldır. Müslüman için ibadet (yani Allah’a kulluk) noktasında yılın 365 günü aynı derecede mühimdir. Müslüman, Allah’a kulluk içeren faaliyetlerini, sadece bazı özel günlere teksif edemez, sadece belli günlere hasredemez. O zaman sadece Pazar günü kiliseye giden Hıristiyanlarla, sadece Cumartesi Havra’ya giden Yahudilerden ne farkı kalır Müslümanların. Hz. Peygamber, “İbadetin az da olsa sürekli olanı makbuldür” dediğine göre; Müslüman, cumadan cuma’ya, bayramdan bayrama, ramazandan ramazana ya da kendi uydurmuş olduğu kandilden kandile ibadete yoğunlaşmakla ancak kendisini kandırır, Allah’ı değil. Müslüman için önemli olan, Hz. Peygamber’in “İki günü birbirine eşit olan ziyandadır” hadisinden hareketle, gerek dini açıdan, gerekse dünyevi açıdan yılın bütün günlerini, her gün bir öncekinden daha fazla çaba harcayarak değerlendirmektir…
Kars’ta 9 yaşındaki Mert’in önce tecavüz edilip arkasından boğularak öldürüldüğü, Adana’da 6.5 yaşındaki Gizem’in, hunharca bıçaklanarak katledildiği, İznik’te yaşlı bir anne ve babanın, öz oğulları tarafından 6 sene önce hızar makinesinde 300 parçaya bölünüp foseptik çukuruna gömüldüğü, kör kuyulardan her gün bir çocuk cesedinin çıktığı, ihmaller ve tedbirsizlikler sebebiyle Soma’daki maden ocağında sayısını sadece Allah’ın tam olarak bildiği yüzlerce madencinin boğularak veya yanıp kömürleşerek hayata veda ettiği böyle bir ülkede, ayrıca Müslümanların Yunanistan’a geçebilmek için Ege’de, İspanya’ya geçebilmek için Cebelitarık’ta boğularak can verdiği, Irak’ta, Suriye’de, Afganistan’da, Pakistan’da Müslüman’ın Müslüman’ı boğazladığı ve Müslüman’ın Müslüman’ın ırzına geçtiği, genç kızların “Seks cihadı” adı altında kandırılarak Suriye’de savaşan lejyonerlere peşkeş çekildiği, Nijerya’da yüzlerce kızın pazarda satılmak için kaçırıldığı bir dünyada, Müslümanları, “Kandil” kutlama abesliğinden bir an önce sıyrılarak azıcık düşünmeye davet ediyorum. Lütfen beni anlayışla karşılayın efendiler.
__________
1- TDV İslam Ansiklopedisi, cilt: 34, s. 536.
2- Râgıb el-İsfahanî, Müfredat: Kur’ân Kavramları Sözlüğü, Çıra Yay. İstanbul 2010, s. 43,
3- Râgıb el-Isfahanî, Müfredat: Kur’ân Kavramları Sözlüğü”, Pınar Yay. İstanbul 2007, s.626-7.
4- TDV İslam Ansiklopedisi, Cilt: 24, s. 301
5- Bk. Dr. Bünyamin Erul, Sahabenin Sünnet Anlayışı, s. 84, TDV. Yayını, Ankara, 1999.
6-Aynı kaynak.
7-bk. Bakara Sûresi, 2/185.
8- Nebi Bozkurt, TDV İslam Ansiklopedisi “KANDİL” maddesi, c. 24, s,301.
9-Aynı kaynak.
10- ,