Mustafa Kemal Paşa’nın hayatında Şişli’deki evden pek önemsenmeden söz edilir. Ancak bu ev; Modern Türkiye ve Türk Demokrasisi’nin doğduğu yerdir.
Türk halkının düştüğü ümitsiz durumdan kurtarılması çarelerini arayan askerler, sivil dünyanın aksine inanılmaz bir öngörü ile, halka gitmekten başka çare olmadığını anlamışlardı. Savaşa girerken, savaşırken ve savaştan çıkarken kimse halka danışmak gereği duymamıştır. Gelecekle ilgili kararlar verilirken, planlar yapılırken de kimse Türk halkına sormayı düşünmüyordu. İşte böyle bir ortamda askerler tek kurtuluş yolunun “durumu halka anlatmak ve onu kendi geleceğine sahip çıkması gerektiğine ikna etmek” olduğu kararında birleştiler. Böylece “halkın iradesinin tecellisi, halkın iradesi yönünde hareket etme gereği” bir avuç genç asker aydın grubun müşterek görüşü olarak ortaya çıkınca, demokrasinin doğumu için ilk ve en önemli adım atılmış oldu.
Demokrasi düşüncesinin neden sivil aydınlar arasında değil de Meşrutiyet gibi yine askerlerin elleri arasında doğmasının belki pek çok nedeni vardır. Biz sadece biri üzerinde duracak, “askerlerin gerçek anlamda, Türk halkının çocukları olmasıdır” diyeceğiz. Sivil aydınların bir kısmı halkın belirli bir seviyesinden, belirli (büyük) şehirlerden gelmekte, bir kısmı da Anadolu’nun en yakın bir kasabasını dahi tanımadan, Avrupa şehirlerinde eğitim görerek yetiştiğinden kendi halkını askerler kadar iyi tanımamakta ve hatta bazıları bir “Halk Sevgisi”nden uzak bulunmaktaydılar.
Askerler için en belirgin örnek Mustafa Kemal’in yaşamının bir bölümüdür. Küçük Mustafa’nın babası öldüğü zaman, annesi ve kızkardeşiyle birlikte bir çiftliğe, dayısının yanına gittiğini biliyoruz. Lord Kinross o dönemi şöyle anlatmaktadır.
“İki kardeş birlikte oynar ve sık sık kavga ederlerdi. Gündüzleri, iki çocuk tarlada bir kulübede oturarak fasulyelere dadanan kargaları gözleyip kovarlar, kış geceleri de ocak başında, ateşin yanındaki bir çuvaldan aldıkları kestaneleri kavururlardı.”(1) Mustafa Kemal bu çocukluk anısını hatırlamaktan büyük bir zevk alacak ve halk çocuğu olmaktan daima gurur duyacaktır. Daha sonraki yıllarda Çankaya’da ünlü “sofra” sohbetleri sırasında, çocukluk arkadaşları Nuri Conker ve Salih Bozok’la şakalaşırken çocuklukta ne yaptığının anlatlmasını istediği zaman, Nuri Conker’in “Garga bekçiliği” yapıyordu cevabını (2) daima gülerek ve hoşgörü ile karşılamıştır.
Şişli’deki evde yapılan çalışmalar sırasında, Anadolu’dan gelen subaylardan Anadolu’nun durumu hakkında bilgi alınırdı. Cevaplar hiçte iç açıcı olmazdı. Mesela Ali Fuat Paşa’nın izlenimleri şöyleydi.
“Vaziyet iyi değildi. Anadolu’da tam bir anarşi hüküm sürüyordu. Babıâli taşra teşkilatını sanki unutmuştu. Onunla hiç meşgul olmuyordu. Mahalli hükümetler atıl ve beceriksizdi. Her türlü teşkilat kökünden sarsılmıştı. Fırkacılık kavgaları almış yürümüştü. En küçük bir kasabada bile ittihatçılık ve itilafçılık mücadeleleri vardı. Düşmanlarımız bundan memnuniyet duyuyorlardı. Bir kısım hain vatandaşlarımız ve memurlarla işbirliği yaparak bu anarşiyi körüklüyorlardı.(3) Bundan da kötüsü basında ciddi bir subay, özellikle kurmay subay düşmanlığı başlatılmıştı.(4)”
Şişli’deki eve Erzurum’daki Kolordu’nun Komutanlığına gidecek Kazım karabekir Paşa, Deniz Kurmay Albay Rauf ve Kurmay Albay İsmet Beyler de uğrayacaklar ve birlikte bazı kararlar alacaklardır. Ancak kararları uygulama zordur.
“Mustafa Kemal Paşa’nın Şişli’deki evinde yaptığımız sohbet ve müzakerelerde, Milli mukavemeti İstanbul’dan değil, Anadolu’dan idare etmenin zaruri (olduğunu anladık). Birçok yüksek mevki sahibi zevatla görüşülmüş ve konuşulmuştu. İçlerinde yalnız eski Bahriye Nazırı Rauf, Jandarma Umum Kumandanı Miralay Refet Beylerle bazı fırka (tümen) kumandanları ve erkânı harp reisleri(Kurmay Başkanları) Anadolu’da bilfiil vazife almayı kabul etmişlerdi. Diğerleri aynı cesareti gösteremiyorlar, tereddüt ediyorlar, türlü türlü mütalaalar ileri sürüyorlardı. Bazı yüksek mevki sahibi şahsiyetler arasında içine Arabistan’ı da alan bir Osmanlı Federasyonundan ve bu federasyonun Amerikan ve İngiliz müzaheret ve mandasıyla yapılmasından bahsetmiş olanlar da vardı. Bu zevatın düşüncelerinde evvela hilafet ve saltanatın muhafaza ve bekası hâkim oluyor, ancak ondan sonra milli menfaatleri düşünebiliyorlardı. Hâlbuki asıl olan vatan ve milletti”.(5)
Mustafa Kemal Şişli’deki evinde İsmet Bey’le de görüşmüştü. İsmet bey harbiye Nazırlığında Müsteşar olarak görevli bulunuyordu. Paris’te yapılacak barış konferansı için gerekli belgeleri hazırlıyor ve buraya gönderilecek Türk heyetine üye seçilebileceğini tahmin ediyordu.(6) Mustafa kemal İsmet Bey’i masa üzerine yaydığı bir haritanın başına getirerek “Anadolu’ya gitmek için en iyi yolun hangisi olduğunu ve bir direniş hareketine girişmek için en elverişli bölgenin hangisi olduğunu” sordu. İsmet Bey dikkatle haritayı inceledikten sonra “Demek kararınızı verdiniz dedi ve ilave etti “Anadolu’ya gitmek için bir sürü yol ve bir sürü de yer var. Ne yapacağınızı bana ne zaman söyleyeceksiniz?”. Bu soru üzerine Mustafa Kemal arkadaşına “Zamanı gelince” cevabını verdi.(7)
Kazım Karabekir’de Doğu Anadolu’ya Kolordusu başına giderken Mustafa Kemal’e Türkiye’nin kurtuluş ümidinin Doğu Anadolu’da olduğunu söylemiş ve onu Anadolu’ya davet etmiştir. Kazım Karabekir’in ziyareti Mustafa Kemal’in kesin kararını vermesine yardımcı olmuştu.(8) Artık yapılacak iş belirginleşmişti. Anadolu’ya geçilecek, orada özellikle Ankara ve Erzurum’daki iki kolordunun çekirdeğini teşkil edeceği bir milli direniş hareketi başlatılacaktı.
Beklenen fırsat, İngilizlerin baskısı sonucunda kendiliğinden doğdu. Samsun’da görevli İngiliz komutanı Yunanlıların bu bölgede, bağımsız bir “Pontus Krallığı” kurma amacı peşinde olduklarını açıklayan bir rapor göndermişti. İşgalcilerin Yüksek Mütareke komisyonu adını verdikleri komisyon; kendi kontrolleri altında bulunan Rumlara uslu oturmalarını tavsiye etmesi gerekirken ters bir tutum almış ve raporu Sadrazam Damat Ferit Paşa’ya ileterek hükümetin Rum köylerini, Türk tecavüzünden korumak, kanun ve düzeni yeniden kurmak için derhal önlem almasını talep etmişti. Ayrıca bunun bir insanlık görevi olduğunu belirterek, hükümetin bunu yapmaması halinde işgal kuvvetlerinin duruma el koymak zorunda kalacakları tehdidini de ihmal etmemişti.(9)
İşte gelişmelerin böyle bir istikamet almasından, geçirdiği acı tecrübeler nedeni ile ürken Damat Ferit hükümeti, Karadeniz bölgesine her türlü kargaşalığı önleyecek kapasitede bir adam arayınca; kendisine Mustafa Kemal’in adı empoze edildi.(10) Bazı tereddütler giderildikten sonra Mustafa Kemal “Ordu Müfettişi” unvanıyla Anadolu’da görevlendirildi.(11)
DİPNOTLAR:
(1) Lord Kinross, Atatürk, Bir Milletin Yeniden Doğuşu, s.24-25 (Altın Kitaplar, Türkçesi Mehmet Sandor, Onuncu Basım, İstanbul-1988)
(2) Cemal Kutay, Ardında Kalanlar, s.130 (İstanbul-1988); Bknz. Ceyhun Atuf Kansu, Atatürkçü Olmak, s.5-11 (Varlık Yayınları, İstanbul-1980)
(3) Ali Fuat Cebesoy, Milli Mücadele Hatıraları, s.31
(4) Zeki Arıkan, Mütareke ve İşgal Dönemi İzmir Basımı , s. 85 (Türk Tarih Kurumu, Ankara-1989)
(5) A. F. Cebesoy, Milli Mücadele Hatıraları, s.39
(6) Kinross, Atatürk , s.187
(7) Paraskev Paruşev, Atatürk Demokrat Diktatör, s.121 (Naime Yılmazer, E Yayınları, 1973-İst), Kinross, Atatürk, s.187-188
(8) Kinross, Atatürk, s.188-189; K. Karabekir, İstiklal Harbimizin Esasları C.1-s.35 (Sinan Matbaası, 1933-1951)
(9) Kinross, Atatürk , s. 188-189; K. Karabekir, İstiklal Harbimizin esasları. C.I. s.35 (Sinan Matbaası, 1933-1951)
(10) Dankwart A. Rustow, Atatürk as an Institation-Builder, s.61 (Ali Kazancıgil and Ergun Özbudun, Atatürk, London-1981). Cebesoy, Milli Mücadele Hatıraları, s.62
(11) Sadi Irmak, Atatürk, Bir Çağın Açılışı, s.74-76 (Inkilap Yayınevi, İstanbul-1984), Falih Rıfkı Atay, Çankaya, s.168-171 (Bateş A.Ş., İstanbul-1984), Kılıç Ali Hatıralarını Anlatıyor, s.12-13 (Sel Yayınları, Atatürk Kütüphanesi, 5, İstanbul-1955)
Dr. M. Galip Baysan
Bir yanıt yazın