Bugünlerde birçok farklı kesim ağızbirliği etmişçesine, Kıbrıs’ta görüşmelerin yeni bir açmaza doğru gittiğini dile getiriyor.
Rumların niyeti yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladı.
BM’nin son 50 yılda oluşturduğu parametrelerin dışına çıkarak, değiştirmek ve Kıbrıs müzakerelerini yeni bir kulvara sokmak.
Bu çabalarından birincisini Maraş konusu oluşturuyor.
Maraş’ın Güven yaratıcı Önlemler başlığı altında iade edilmesini ortaya attılar ve her platforma da taşımaya çalışıyorlar. Dün Rum basınını gözden geçirirken büyük bir şaşkınlıkla “Mağusa halkının büyük çoğunluğu Maraş’ın iade edilmesini istiyor” cümlesini okudum. “Mağusa İnisiyatifi” adlı, kıymeti kendinden menkul bir grubun sözlerini anlaşılan Rumlar ciddiye almışlar. Bir Mağusalı olarak şunu söyleyebilirim; Mağusa halkının büyük çoğunluğu, müzakereler bitmeden ve bütünlüklü çözüm aşamasına gelinmeden Maraş’ın iadesinin konuşulmasını bile istemiyor.
“Mağusa İnisiyatifi” adlı grup, kendi kendine fikirler oluşturup, kendi çevresi içinde sorular sorup, yanıtlar alınca kendilerinin Mağusa’nın çoğunluğunu oluşturduğunu zannetmişler herhalde. Buyursunlar biraz da kendilerinden olmayan ve kendi partilerini desteklemeyen sessiz çoğunlukla görüşsünler… Anlarlar o vakit, Mağusa halkı Maraş’ın iadesini mi istiyor, yoksa müzakerelerde son koz olarak elde tutulmasını mı…
Tabii Rumların bu konuda stratejik bir hata yaptığını söylememe gerek yok.
Bir kere, uluslararası ilişkilerin literatüründe “vermeden almak” diye bir kavram yok. Nitekim Türkiye Dışişleri Bakanı Davutoğlu dün KKTC’ye yaptığı ziyarette konuya değindi ve “Karşılığının ne olduğu açıklanırsa Rumların bu istemini değerlendiririz” mealinde bir cümle kullandı açıklamalarının içinde. Bu karşılığın Türklere “Hayır” dedirtmeyecek ve bütünlüklü çözümün dışında değerlendirmeye yöneltecek bir değerde olması gerekmekte bu aşamada.
Rumlar açıkgöz tüccar misali hiç bir şey vermeden Maraş’ın “Güven yaratıcı Önlemler” kavramı altında iadesini istediler ilk başta. Ercan’ın uluslararası uçuşlara açılmasını kabul etmeyeceksin, Kıbrıslı Türklerin dünya ile temasının olmasını istemeyeceksin, ambargoların kaldırılmasına izin vermeyeceksin, AB ve dünya ile direkt ticaret yapmasını kısıtlayacaksın, her tür sportif, akademik ve ekonomik faaliyette bulunmasına mani olacaksın ve sonra da utanmadan hiç bir şey vermeden Maraş’ı isteyeceksin. Neyse ki ne Türkiye’de, ne de KKTC’de böylesi bir tuzağa düşecek siyasiler yok.
Rumların ikinci çabası da AB’nin müzakerelere taraf olmasını sağlamak ve müzakere zemini BM’nin altından çekerek AB’ye kaydırmak.
Müzakerelerin BM çatısı altından çıkarılması ve AB’in inisiyatifi altında devam etmesi için elden gelen her girişimi yapıyor Rumlar.
Kendileri Avrupa Birliği’nin üyesi oldukları için, ilk adımları müzakereleri AB zeminine kaydırmak sonra da veto haklarını kullanarak, Kıbrıslı Türklere haklar verilmesini isteyebilecek her ülkeye şantaj yaparak, müzakereleri kendi istekleri doğrultusunda sürdürmek ve adanın tek hakimi olma planlarını hayata geçirmek.
Kendilerine karşı çıkacak üye devletlerin başka konulardaki istek ve taleplerine mani olarak kendilerini desteklemeleri sağlamayı hedefliyorlar eğer müzakereleri AB’nin çatısı altına çekebilirlerse.
Türk halkı olarak biz bu filmi hem Yunanistan’ın bağımsızlığını kazanması döneminde, hem de Girit’in Avrupa ülkelerinin ortak idaresi altında Osmanlı Devletinden koparılarak Yunanistan’a hediye edilmesi aşamasında seyretmiştik.
Bu senaryolar artık bayatladı, üstelik Türkiye Avrupa’nın hasta adamı değil. Tam tersine Avrupa günümüzde, dünyanın hasta adamı konumuna düşmüş durumda.
Ata ATUN
e-mail: [email protected]
19 Mayıs 2014