“Babalar gibi satarız” dediler. Sattılar. “Özelleştireceğiz” dediler. Özelleştirdiler. “Taşeronlaştıracağız” dediler. Taşeronlaştırdılar. Ama fatura yoksula, garibana kesildi. Kazalar çığ gibi arttı. Elbette iş kazları değildi bunlar, iş cinayetleriydi… Katliamdı… Ağababaları Turgut Özal’ın izinden gittiler. 24 Ocak kararlarını noksansız hayata geçirdiler… Onun yapmak isteyip de yapamadıklarını yaptılar… Ülkenin alın terini, göz nurunu yandaşlara, yabancı para babalarına peşkeş çektiler. Satarak, savarak bütçe açıklarını kapatmaya çalıştılar… Soma Maden Ocağı da yok pahasına elden çıkarılan bu işyerlerinden bir tanesiydi… İşletenler, mülk sahipleri, yani SOMA HOLDİNG AKP’liydi. AKP’ye yürekten bağlıydı. Maden işletmesinin Genel Müdürü Ramazan Doğru ve eşi Melike Doğru AKP’den Belediye Meclis Üyesi oldu ve seçildi… AKP, yandaşlarını üzmek, masrafa sokmak istemiyordu. Çünkü kömür dağıtımlarında işletmenin AKP’ye hayli katkısı oluyordu. Bu yüzden iş yerinde en basit denetimler bile aksadı. Noksanlar belirlenemedi. İşyerinde güvenliği sağlamak için gereken araçlar, teknik nezaretçi, denetimciler yoktu. Metan koşulları bile incelenmemişti. Eski püskü, rezil bir ortam, yapı bozukluğuydu her yerde görülen… Elektrik Mühendisleri Odası İzmir Şubesinin ilk raporu da bu gerçeği doğruluyordu. Açıklamada, “Otomasyon sisteminin eski ve yetersizliği” anlatıldı. “Patlayıcı ve zehirleyici gazlara karşı gerekli manevraların otomatik yapılmaması nedeniyle geç kalındığı” belirtildi. Bölgeye giden ekip, yaptığı incelemelerde yangının elektrik tesisatı ile ilgili olmadığını, kömür kaynaklı olduğunu ileri sürmüştü… Buna göre facia, elektrik panosundan değil, ilkellikten, ihmalden, eski teknolojiden kaynaklanmıştı… Çünkü kapitalist patron daha çok kazanabilmek, daha çok kâr edebilmek, servetine daha çok servet katabilmek için maliyeti düşürmek zorundaydı… Patron kömürün ton fiyatının 140 dolardan, 23,8 dolara düşürmekle övünüyordu… Ama maliyeti düşürmek için de masraflardan kısmak gerekiyordu. Masrafları azaltmak için işletmede teknolojik yeniliklere yer vermemek, modernleşmeye kapıları kapatmak, babadan kalma yöntemlerle çalışmak gerekiyordu. Kesinlikle yasak olmasına karşın 15 yaşındaki Kemal Yıldız’ları madene, yerin 2 kilometre altına sokmak, canlı canlı mezara gömmek gerekiyordu… Ben hem Soma, hem de Zonguldak maden bölgelerinde çalıştım. Oranın koşullarını çok iyi bilirim. Madende çalışan işçiler de hangi koşullarda görev yaptıklarını çok iyi bilirler ve her sabah işe giderken geri dönmeyecekmiş gibi eşleriyle, çocukları ile vedalaşarak evlerinden ayrılırlar… İşte bu kötü koşullar özelleştirmeler nedeniyle, denetimsizlikten, patronların kâr hırsından dolayı daha da kötüleşti. Oysa madende işçinin can güvenliğini sağlayabilmek için yüzde 99 değil, yüzde 100 önlem almak, iş kazalarına karşı duyarlı davranmak gerekiyordu… Bunların hiçbirisi yapılmadı… Tam tersine devlet adamları denetimleri artırıp koşulları iyileştirecekleri yerde yaşamını kaybeden işçi yakınlarına masallar anlatmayı tercih etiler ve etmeye de devam ediyorlar… Soma faciasının ardından Başbakan şunları söyledi: “Bu tür ocaklarda kazalar sürekli olan şeylerdir. Biz bir defa bu tür ocaklarda kömür ocaklarında madenlerde, buralarda hiç bu tür olaylar olmaz diye yorumlamayalım. Literatürde iş kazası diye bir şey var. Bu sadece madenlerde olur diye bir şey yok. Bunun yapısında bunlar var. Hiç kaza olmaz diye bir şey madenlerde yok. İşin boyutunun bu kadar fazla olması, bizi derinden yaralamıştır, derinden üzmüştür. Yapılan kontrollerle de burası gerek işçi sağlığı, gerekse işçi güvenliği açısından da iyi noktada olan kömür ocaklarından biri olarak değerlendirilmesi yapılmış. Nisan ve mayısta çalışmalarına devam etmişti” Bu açıklamaya göre işletmecinin hiçbir suçu günahı yoktu. Başbakan Erdoğan yine bir konuşmasında, “Bu mesleğin kaderinde ölüm var” demişti. Anlaşılan o ki yine Soma faciasını “kader”e bağlıyordu… Ama bu kader, her niyeyse Avrupa’da, Amerika’da, Japonya’da geçerli değil. Oralarda bu denli yoğun iş kazaları olmamaktadır çünkü. Türkiye’de 1 milyon ton taş kömürü üretimi başına düşen ölüm oranı 7,10 kişi, Çin’de 4,08, Amerika’da 0,03… Oradaki insanlar daha mı çok dindardırlar yoksa? Ya da Türkler dinin gereklerini yerine getirmediği için mi bu felaketlerle karşılaşmaktadırlar? Bazıları da (hem de profesör) gazlı ortamda ölmenin “Çok tatlı bir ölüm” olduğunu vurgulamış, eski AKP Çalışma Bakanı Ömer Dinçer ise bir zamanlar madende hayatlarını kaybedenler için “Çok güzel öldüler…” demişti… Prof. Doktor Orhan Kural’ın açıklaması şöyle: “Karbon monoksit oksijenden daha hafiftir, yukarı çıkar. Çok iyi bir intihar yoludur maalesef. Çok tatlı bir ölümdür, hiçbir şey hissetmezsiniz. Kokusu yoktur. Maalesef böyle bir ölüm getirir” Halkımız, “Biz güzel ölmek istemiyoruz…” “Biz tatlı ölmek istemiyoruz…” “Madenlerde ölmek bizim kaderimiz değildir… Siz beceriksizliğinizin adını kader koyuyorsunuz… Çalışma koşullarımızı iyileştirin, özelleştirmelerden, işçileri taşeronlaştırmadan vaz geçin…” dediği gün halkımız, AKP’den de kurtulmanın yolunu da açacaktır… “Madenlerde ölmek bizim kaderimizdir” deyip oturduğu sürece ölümler peşini bırakmayacaktır… Soruyorum şimdi: “SÖYLE HALKIM, AKP’NİN HALK DÜŞMANI YÜZÜNÜ GÖREBİLMEN İÇİN DAHA KAÇ İNSANIMIZ ÖLMELİDİR? ([email protected])
Bir yanıt yazın