Mutlu Barış Harekatından önce adına soykırım denebilecek denli kötü ve çok berbat bir 11 yıl geçirmiştik Kıbrıs’ımızda, Rumların mutlak, milliyetçi ve Türklere hak tanımayan idareleri altında. O dönemde bırakın ikinci sınıf vatandaş olmayı herhalde adada yaşayan Maronitler, Ermeniler ve Latinlerden sonra beşinci sınıf vatandaştık herhalde.
İnsanca yaşamın hiç bir hakkına sahip olmadığımız için buna elli beşinci sınıf vatandaştık da diyebilir günümüzün bazı insan hakları uzmanları. Masum Türkleri sırf Türk oldukları için herhangi bir sebep olmadan öldürüp kuyuya atan Rumların cezalandırılmadıkları, mahkemeye bile çıkarılmadıkları bir dönemdi o karanlık yıllar.
Halbuki 1974 Mutlu Barış Harekatı sonrası büyük ümitlerle ve heyecanla kurmuştuk devletimizi. Anayasa yapılırken dörtdörtlük devlet kuralım heyecanı vardı ama bazı arkadaşların kişisel menfaat ve çıkarlarını ön plana çıkarıp ısrarla “ne olursa olsun haklar mukteseptir” iddiaları ortalıkta dolaşmaya başlayınca sihir bozuldu.
1963-1974 arası yaşadığımız soykırım döneminin olağanüstü koşullarına göre ayarlanmış haklar, Barış harekatından sonra yaşam ve egemenlik koşullarının dramatik olarak lehimize değişmiş olması nedeni ile geçerliliğini yitirmiş olmasına rağmen “Haklar mukteseptir” iddiasıyla aynen bırakıldı ve yeni devletimiz daha doğmadan felçli bir yaşama mahkum edildi.
Atsanız atamayacağınız, satsanız satamayacağınız kişiler, devlet memuru sıfatı ile istila etti devlet dairelerini. Çağımıza uymayan uygulamalar ve İngiliz sömürge döneminden kalan yasalar, tüzükler ve emirnameler maalesef halen daha yürürlükte bu yeni kurulmuş 40 yaşındaki devletimizde.
Gerçekte bize hiç yakışmıyor bu durum. Hem çok eğitimliyiz diyoruz hem de devletin yapısını popülizm nedeni ile bir türlü çağdaşlaştıramıyoruz.
Bugün, Mutlu Barış Harekatı sonrasında yeni devletimizin anayasası yapılırken bazı kişilerin kendi çıkarlarına yönelik açgözlü isteklerinin bedelini ödüyoruz maalesef. Devletimiz birkaç kuşak sonra doğacak olanların adına bile borçlandı bu “haklar mukteseptir” uygulamasından dolayı. Sıkıntıyı gelecek kuşaklar çok daha fazla çekecek.
Dünyada birçok ülkenin 20. yüzyıl içinde terk ettiği damga pulu uygulaması hala bizde yürürlükte. Otomobil sürmek için her yıl devletimize ehliyet yenileme adı altında açıkçası haraç ödemekteyiz. Bunların her ikisi de 1963-1974 yılları arasında verdiğimiz varoluş mücadelesi döneminin mirası.
O günlerde bu harçlar “Türk Yönetiminin” ayakta kalmasını sağlayabilmek için gerekliydi. Başka bir geliri yoktu yönetimimizin ve maaşlar da aynen bugün olduğu gibi tümden Türkiye’den gönderilmekteydi.
(Anavatan Türkiye hep yanımızda oldu iyi günümüzde de kötü günümüzde de. 1963-1974 yılları arasında maaşlara ilaveten yiyeceklerimizi de gönderdi anavatan, gemiler dolusu Kızılay yardımı adı altında, Rumların soykırım uygulamasından dolayı açlıktan ölmeyelim, yok olup tükenmeyelim diye. Maalesef o günleri unutup anavatana dil uzatanlar da var şimdi aramızda. Türkiye’miz olmasaydı, anaları ve babalarının hayatta kalmayabileceği, kendilerinin de doğmayabileceği olasılığı hiç akıllarına gelmiyor.)
Anayasa değişikliğinin gündemde olduğu bugünlerde yapılacak değişiklikler, vatandaşın daha iyi hizmet alması ve devlet dairelerinin verimli çalışması yönünde olmalıydı, halka hizmet vermeyen, işe gelmeyen, çalışır gibi yapıp gerçekte çalışmayan devlet memurlarının anında cezalandırılmasını da içermeliydi…
Ama olmadı. Popülizm gene ağır bastı…
Ata ATUN
e-mail: ata@kk.tc
7 Mayıs 2014