HÜSEYİN MÜMTAZ
Kıbrıs meselesinde Maraş; ipin inceldiği yerdir, zincirin en zayıf halkasıdır, 74’den beri “Ecevit sayesinde” gördüğümüz kötü bir rüyadır.
Kâbustur.
O zaman iskân edilseydi, şimdi en fazla Güzelyurt, Karpaz kadar gündem olacaktı, böyle öne çıkmayacaktı.
Eroğlu, Çavuşoğlu ve nihayet Talât’ın (anlaşılan tekrar seçime girecek) Maraş konusunda geldikleri nokta umut vericidir de “karşı taraf”(AB-D)’ın tavrı yine/yeniden ve daima sinekten yağ çıkarma noktasındadır.
Bakınız Rum başmüzakereci Mavroyiannis konuya nasıl giriyor;
“Ben bu sefer için umutluyum. Muhtemelen bu doğru zaman. Her iki tarafta da daha olgunlaşmış bir toplum var. Ve genç bir Kıbrıs Cumhuriyeti iken sahip olduğumuz refleksler bugün yok. Bu refleksleri politik olgunluk noksanlığı olarak da düşünebilirsiniz. İkincisi, uzun senelerdir çok şey denedik ve her şey tartışıldı. O yüzden çözümün aşağı yukarı nerede olduğunu biliyoruz”.
Bu, ortamı sakinleştiren giriş taksiminden sonra havucu uzatıyor;
“Kıbrıs bir Avrupa Birliği üyesi. Ve tüm Kıbrıslıların özgürlüklerine, haklarına saygı gösteren adil bir uzlaşma elde etmek için bu AB üyeliği elimizdeki en iyi araç olabilir. Çok ilginç bir şekilde, bugün Kıbrıs Türk toplumu AB ile, Kıbrıs Rum toplumuna kıyasla muhtemelen daha ilgili. Kıbrıs pasaportu olan Kıbrıs Türkleri Avrupa’da özgürce dolaşabiliyorlar. Çocuklarını İngiltere’ye okumaya gönderebiliyorlar. Rum toplumu ise 10 yıldır bu şekilde. Buna kıymet vermiyorlar”.
40 yıldır, Rum pasaportu olmayan Kıbrıs Türkleri, değil Avrupa’da; dünyanın her köşesinde özgürce dolaşıp çocuklarını (ille de) majestelerinin ülkesine tahsile gönderemiyorlar mıydı?
Ve neden şimdi umutlu olduğu konusunda ince bir noktaya parmak basıyor, basarken de dilinin altındaki baklayı çıkarıyor;
“2004’teki referandum uzlaşma için kaçmış bir fırsat değildi. Güvenlik, hakkaniyet ve uygulama açılarından Kıbrıs Rum tarafının temel gereksinimlerini karşılamıyordu. Çünkü Başbakan Erdoğan, etraftaki herkese, şuna şuna ihtiyacım var, diyordu. Askeri ikna edemiyorlardı. Sonuç olarak ABD ve BM, Türkiye’ye çok fazla (avantaj) verdi. Kıbrıslı Türklere değil, Türkiye’ye. Bu yüzden de olmadı. Bugün asker aynı rolü oynamıyor. Türk pozisyonunun evrim geçirmesine de kısmen bu müsaade etti. Ve biz Türkiye’nin bugün geçmişe göre daha yapıcı olduğuna inanıyoruz. Türkiye bugün kendini askeri bir güç olmada değil, daha çok ekonomik koşullarda, ekonomik anlayış ekseninde yükselen bir güç olarak görüyor”.
Uyanık Rum “çapraz görüşmeci”; 1. Annan Planı, güvenlik, hakkaniyet ve uygulama açılarından Kıbrıs Rum tarafının temel gereksinimlerini karşılamıyordu; ABD ve BM, Türkiye’ye çok fazla (avantaj) verdi” diyor; 2. “Bugün asker aynı rolü oyna(ya)mıyor, Türk pozisyonu evrim geçirdi, dolayısı ile Türkiye şimdi daha yapıcı” diyor.
Yâni artık asker faktörü ortadan kalktığı için Türkiye daha “uzlaşıcı”, dolayısı ile Annan’dakinden daha fazla şeyler koparabiliriz demeye getiriyor.
Çapraz Rum’un, Türk iç politikasını iyi takip ettiği (veya son Ankara ziyaretinde yukarıdaki izlenimi edindiği) anlaşılıyor.
Bu satırların yazarı 2004 Nisanı’nda adada idi. Çapraz Rum’un engel olarak gördüğü “kasaptaki ete soğan doğramayan paşa”nın konu ile ilgili basın açıklamasını televizyondan bir köy kahvesinde izlemişti. Söz konusu paşa; “duygu ve mantığımız arasında bu kadar sıkıştığımızı hatırlamıyorum” deyip “çekimserliğini” beyan edince kahvede önce çıt çıkmamış, akabinde de herkes iskemlesini ters çevirip kalkıp gitmişti.
Yâni 2004’de paşa, Rum’un dediğinin aksine topa hiç girmemişti.
Ve son tahlilde Kıbrıs Türk iç politikasına da karışıyor çapraz Rum; “Kıbrıs Türk tarafında da gelecek yıl bir seçim var, doğru. Ya Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu yeniden seçilebilir ki, bugünkü aynı durum. Ya da yeniden seçilemez, muhalefetten başka biri seçilir, daha iyi olur. Daha uzlaşmacı biri olması açısından. Ben süreç için bir risk görmüyorum” diyor.
Talât’ı istiyor…
Rum Dışişleri Bakanı Yoannis Kasulidis de ayni minvalde ayak sürüyor; “Derviş Eroğlu’nun hedefi müzakerelerde ilerleme olduğu intibaı ve coşku ortamı yaratmaktı. Ancak gerçekte, Kıbrıs Türk tarafının müzakere masasında koyduğu, ilerlemeye olanak tanımayan tezlerden dolayı böyle bir şey yok?” diyor. AKEL Genel Sekreteri Kiprianu da aynı şekilde; Eroğlu’nun (KKTC vatandaşları arasında ayrıma müsaade edilmeyeceği) açıklamalarından rahatsız görünüyor ve “Sayın Eroğlu’nun son günlerde yaptığı gibi açıklamalar tamamen zarar verici ve bir kabul edilemezdir” diyor.
Rumlar 2004’den beri, bilhassa Talât’ın yoldaş yoldaşa yaptığı görüşmeler süresince, bir kısım KKTC vatandaşlarının (yerleşik-Türkiye göçmeni) referandumda oy kullanmamaları gerektiğini ifade ediyorlar.
Kimse onlarla “müzakere ederken”; 1. 1571’de gelenlerle 1974’de gelenler arasında fark olmadığını söylemiyor ve 2. Rum tarafındaki Yunanlı yerleşiklerden nedense hiç söz etmiyor.
Ama Eroğlu gelinen nokta ile ilgili çok önemli şeyler söylüyor..
Geçen hafta Kıbrıs Türk Emekliler Derneği 21. Olağan Merkez Genel Kurulu’na katılan Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu, burada yaptığı konuşmada, “çözüm istemeyen” biri olarak suçlanmasından duyduğu hoşnutsuzluğu dile getirdi.
“Dıştan birileri aferin diyecek diye nasıl olursa olsun bir çözüme imza koyacak değilim” lafını tekrarladı.
Stefan Füle ile Cumhurbaşkanlığı’ndaki görüşmesine de atıfta bulunan Eroğlu, görüşmede Füle’nin kendisinden müzakere masasında Avrupa Birliği temsilcisinin de yer almasına müsaade etmesini ve Maraş’ın 1974 öncesi sahiplerine geri verilmesini talep ettiğini açıkladı.
Eroğlu, Füle’ye verdiği yanıtta, AB’nin müzakerelerde yer almasının Rum Yönetimi Başkanı Nikos Anastasiadei’in bir talebi olduğunu, Kıbrıs Rum kesiminin Avrupa Birliği’nin bir üyesi olmasından dolayı AB’nin müzakerelerde yer alamayacağını söylediğini kaydetti.
Cumhurbaşkanı Eroğlu, Füle’ye, “Avrupa Birliği; Kıbrıslı Türklerin üzerindeki ticari yaptırımların kaldırılması için tasarlanan Doğrudan Ticaret Tüzüğü’nü, Kıbrıslı Türklerin çözüm isteğini gerileteceğini düşünüyorsa, Maraş’ın 1974 sahiplerine iade edilmesi de Kıbrıs Rum tarafının çözüm isteğini geriletmez mi?” sorusunu yönelttiğini de anlattı.
Kıbrıs Rum liderliğinin, 160 bin Kıbrıslı Rum’un yerleştirilmesi için yoğun yerleşim olan bölgelerden toprak, 60 bin Kıbrıslı Rum’un da 1974 öncesi Kuzey Kıbrıs’ta bıraktığı mülk üzerinde birinci tercih hakkı bulunmasını talep ettiğini belirten Eroğlu, bunun yanında Kıbrıs Rum tarafının dönüşümlü başkanlıktan da geri adım atmaya başladığını açıkladı.
Eroğlu, “Dönüşümlü başkanlık konusundan da vazgeçtiler. 1960 Cumhuriyeti’ne dönelim ve Türkler Cumhurbaşkanlığı Muavini seçsin, veto hakkı olmasın. Böyle görüşler var” dedi.
Müzakerelerdeki konuları paylaşacağını, yapılacak referandumun da 2004’deki gibi olmayacağını kaydeden Eroğlu, 2004’te referanduma sunulan 9 bin sayfalık antlaşmanın okunmadığını, antlaşma metninin bir kısmının BM tarafından doldurulduğunu hatırlattı.
Eroğlu, “Böyle bir kampanya bir kez daha olmaz diye düşünüyorum” dedi.
Muhtemel bir antlaşmanın kalıcı olabilmesi için 1974’ten sonra geçen 40 yılın dikkate alınması gerektiğini, bunu Anastasiadis’e de söylediğini kaydeden Eroğlu, “Geçen 40 yıl dikkate alınarak varılan bir antlaşma yaşayabilir” dedi.
Eroğlu, “Rum’un istekleri ile bizim isteklerimiz arasında dağlar kadar fark vardır. Müzakereler ilerledikçe Rum tarafı gerçekleri dikkate alarak yakınlaşma içerisine girer mi germez mi onu göreceğiz” dedi.
Harita konusunun diğer konularda anlaşmaya varıldıktan sonra görüşüleceğinin altını çizen Cumhurbaşkanı Eroğlu, Kıbrıs Türk tarafının kriterinin “Mümkün olduğunca az insanın yer değiştirmesi” olduğunu kaydetti.
Dün de Beyarmudu’nda Kıbrıs müzakere sürecinin devam ettiğini de hatırlatan Cumhurbaşkanı, Kıbrıs Türk halkının onay vereceği bir anlaşmanın sağlanacağını, henüz görüşme sürecinin referandum aşamasına gelmediğini söyledi.
Eroğlu’nun ağzından çıkanlar çok önemlidir, altı çizilmelidir (gördüğünüz gibi biz çizdik), bir kenara not edilmelidir ve yeri/zamanı geldiğinde “taraflara” mutlaka hatırlatılmalıdır.
Ama işi zordur Eroğlu’nun.. “Karşı” taraf bıkmadan, usanmadan tankı-topu (!) ile taarruzdadır.
Sırtlarını dayadıkları yer de yüce yüce dağlardır.
ABD’nin Güney Kıbrıs Büyükelçisi John Koenig Haftalık Kathimerini’ye verdiği röportajda açıkca; 1)“Türkiye bu sefer gerçekten çok ciddidir ve çözüm başarılması için elinden geleni yapacak” ifadesini kullandıktan sonra; 2) Doğu Akdeniz doğalgazını Türkiye ve Avrupa’ya taşıyacak bir boru hattının jeopolitik ve ekonomik değerine vurgu yaparak, Rum yönetiminin; konuyu şimdiden Türkiye ile konuşması gerektiğini vurguladı; 3) Maraş’la ilgili olarak da; “Adım Adım Maraş Açılacak ve Başka Güven Yaratıcı Önlemler De Uygulanacak” dedikten sonra ayrıntıya girdi;
“Anastasiadis’in, Mağusa’da kapalı kentle sınırlı olmayacak ve insanların yeni bir çözüm çabasının ciddiyetine inanmasına yardımcı olacak adımlar atılması önerisini çok iyi bir fikir gördük. Her iki taraf da Güven Yaratıcı Önlemler (GYÖ) dediğimiz şeyi kabul etmeli. Ancak halkın, bu sefer olguların farklı olduğu, tarafların söyledikleri şeyi kastettiğini gösterecek bir şey görmeyi beklediği basit mantığını da anlıyoruz… 1970’li yılların sonunda Güvenlik Konseyi’nin ‘Maraş önceki sakinlerine iade edilmelidir’ görüşünü belirttiği doğrudur. Ancak zamanla olgular değişti ve daha sonraki müzakere turlarında Maraş çözüm anlaşmasının parçası haline geldi. Şimdi yapabileceğimiz şey, bu konular demetine, kapalı kente, limana, ortaçağ Mağusası’na (surlariçi) ve Kıbrıs’ın bu bölümündeki diğer faaliyetlere ilgi gösterenleri fikirler bulup bunları paylaşmaya ve gelecek için daha olgun bir plan geliştirmeye cesaretlendirmektir. Böylece, taraflar bu tedbirde uzlaşırlar ise olacak olan değişikliğe hazır olsunlar. Bazı incelemelerin analizinde teknik yardıma ihtiyaçları olursa biz kendilerini desteklemeye hazırız..Kapalı kentin bir uzmanlar grubu tarafından ziyaret edilmesi tartışıldı… Hassas bir mesele, bölge askerin denetiminde ve bu adım ancak bütün müdahil taraflar onay verdiğinde olabilir” dedi.
Daha ne desin, nasıl söylesin, hangi dilde anlatsın?
Görünen o ki hanımefendiler, beyefendiler sadece Maraş’la kurtaramayacağız.. Masaya oturmadan önce Anastasiadis’in “güveninin artması için” pakete “kapalı kent-liman-ortaçağ Magosa’sı” da dahil edilecek..
“Ortaçağ Magosa’sı” lâfı size net olarak 58, brüt olarak da 1571’den bu yana 443 yıldır yapılamadığı halde geçen hafta izin verilen malûm ayini ve törenle kara papaza “takdim edilen” malûm anahtarı hatırlatmadı mı?
Kimler ulan bu “iki toplumlu etkinlik”leri yapan/kışkışlayan zevat? Sıkıyorsa gidip Mutallo’da bir Cuma namazı kılsanız, Baf Kalesi’nin de “sembolik anahtarı”nı alsanıza..
Verirler mi?
Ama anlaşılan o ki ey liman ve surlariçi ahalisi… Ufak ufak sandık, sepetlerinizi hazırlayın..Size yine yol göründü..
“Çapraz müzakereciler” bu defa da beraberce Güney Afrika’ya gitmişler.. Siyahlarla beyazların nasıl “birleştiklerini” inceleyeceklermiş.
Hayatımda bu kadar saçma bir şey duymadım.. Hanginiz kendini siyah kabul ediyor? Kim beyaz?
Eski Yugoslavya’ya, Kosova, Makedonya, Bosna, Hırvatistan, Çek ve Slovakya’ya, Kırım’a, Rojava’ya, Barzani’ye gitsenize “nasıl ve neden ayrılmak mecburiyetinde kaldıklarını” incelemek için..
İmralı’ya da gidin..
Farkında mısınız ilgili herkes Annan Plânına atıf yapıyor..
Rum çapraz Mavroyannis ne demişti? “2004’teki referandum uzlaşma için kaçmış bir fırsat değildi. Güvenlik, hakkaniyet ve uygulama açılarından Kıbrıs Rum tarafının temel gereksinimlerini karşılamıyordu”.
Bu demektir ki şimdi “daha fazlasını” istiyorlar, Rum tarafının güvenlik-hakkaniyet ve uygulama açısından “temel gereksinimlerini” karşılamak için..
10 yıldır süregelen bir şehir efsanesi var.. “Bağzı” “Yes be annem”ci levrekler, o zamanki tercihlerini savunmak için mahcup bir tarzda “Bakın söylemedik mi? Şimdi daha kötüsü gelecek” diyorlar.
Bu mantığı anlamıyorum.. “En İyi” varken, “kötünün iyisi”ne razı olmak neden?
Gandhi misiniz siz yahut Hz. İsa mısınız öbür yanağınızı çeviriyorsunuz?
Yâni şimdi 2004’ün “yes be annem”cileri 2014-15-16….da; Mavroyannis’in söylediklerinin ışığında hazırlanacağı belli olan muhtemel bir refeandumda.. “Hayır” diyecekler midir?
Yoksa daha da kötüsü gelebilir diye yine ve bu sefer üç dilde ve bağırarak “yes, evet, ναί” mi diyeceklerdir?
Artık bu Pazar ve her Pazar Kıbrıs’ta mangal dumanları yükselir ve kebap kokuları arasında ailece yahut arkadaşlar arasında demlenirken, düşünülecek/konuşulacak tek ve en önemli konu budur.
Bizimle konuşurken nedense gözlerini kaçırarak hâlâ derin sularda yan yan/çapraz çapraz yüzmeye çalışan bütün tatlısu çağanozlarının tavrını ciddi şekilde merak ediyorum.
“Maraş’ı vermek; Magosa’yı vermek, Girne’yi, Lefke’yi, Lefkoşa’yı vermek demektir.
Maraş’ı vermek devleti vermek, devletten vazgeçmek, KKTC’yi sıfırla çarpmak demektir.
Maraş vatandır.. Girne, Magosa, Lefkoşa, Lefke, Güzelyurt gibi vatandır Maraş..
Mevzu bahis olan vatansa gerisi teferruattır”. 27 Nisan 2014
Lüzumuna binaen son not; KOP’çu-topçu; “KOP süreci zarar görecek” mazereti/bahanesiyle UBP-DP ittifakının ortak adaylığından vaz geçmiş. Güzel.. Eğrisi, doğrusuna denk gelmiş.. UBP, Dana; DP de Kotak’ı muhtemelen aday göstereceklermiş. Her ikisi de son derece değerli ve o göreve lâyık insanlardır. Peki, bu isimler yahut parti içinde daha başka aynı değerde onlarca isim varken neden KOP’çu topçuda “mutabık” kalınmıştı?
57’İNCİ ALAY HER YERDE
HEPİMİZ 57’İNCİ ALAYIN NEFERİYİZ
Bir yanıt yazın