İnsan olan insan, orman yakar mı?
İnsan olan insan, orman keser mi?
Hayvan öldürür mü?
Hayvanların yaşam koşullarını bile bile yok eder mi?
İnsan olan insan, İnsanları ormansız, havasız, soluksuz bırakıp, nefesini keser mi?
Elbette kesmez…
Ama onlar için ne insanın, ne doğanın ne de hayvanın önemi var… Onlar için önemli olan tek şey han hamam sahibi olmak, mülk üstüne mülk katmak, canlıların ölümü pahasına da olsa ne yapıp edip zenginleşmek…
Hırs bürümüş gözlerini…
Ve bütün bu eylemleri de bugüne değin, din maskesinin arkasına gizlenerek yaptılar, yapmaya devam ediyorlar… Toplum alıştı artık… Kanıksadı… Benimsedi… Daha doğrusu benimsetildi…
Yoksul halka aşevlerinde bir avuç mercimek çorbası, bir avuç pilav vererek yandaş topluyorlar… İki kilo pirinç, üç kilo makarna verip uyuşturarak, oy avcılığı, oy dolandırıcılığı yapıyorlar…
Sonra da herkesten çok dinci olduklarını göstermek için, bir medya ordusu ile Cuma namazlarına koşuyorlar… Çıkışta da politik mesajlar vermeyi asla ihmal etmiyorlar…
Bir ara meclise geçiyorlar… Kaşla göz arasında, el çabukluğu marifet diyerek, doğa ve sit alanlarını satıp – savma yasalarını çıkarıyorlar…
Gözleri doymuyor yine de…
“Hep bana, rab bana…” diyorlar…
“Daha yok mu? Daha yok mu?”
Sanki kefenin cebi varmış gibi…
Kefende cep bulamayacaklarını anlayınca, bu kez de ayakkabı kutularına koyuyorlar trilyonları… Çelik kasalara dolduruyorlar…
Yine de gözleri doymuyor, dolmuyor…
Toprak doyursun gözlerini demekten başka çare kalmıyor bize de…
Onlar da vakti saati geldiğinde, herkes gibi, 2-3 metre çukura girecekler…
Kendileri bir eli yağda, bir eli balda muta, imam nikâhları yaparak, hurilerle günlerini gün ederken, fakir fukarayı da öteki dünyadaki hurilerle avutuyorlar…
ÖSO’lu katiller, bir an önce hurilerine kavuşabilmek için, “tekbiiirr” sesleri arasında bebeleri katlediyorlar…
Alevi kızların, kadınların ırzına geçiyorlar…
Kocalarının boğazlarını kesiyorlar…
Böylece cennetin tapusunu mülk edindiklerini sanıyorlar…
Siyasal İslamcıların kitabında sevgi, saygı, yardımlaşma, paylaşma, uygarlık, çağdaşlaşma gibi kavramlar yazmaz… Onların dünyasında zebaniler, yedi başlı ejderhalar, şeytanlar, cinler, periler vardır…
Ortaçağ vardır… Korku, korku, korku vardır…
Bir de tarikat, ticaret, siyaset vardır…
Ağaç, kedi, köpek, kuş, börtü – böcek, deniz, gökyüzü, dalgalar, rüzgâr…
Hiç mi hiç ilgilendirmez onları…
Bir deniz kıyısı, bir ormanlık alan görünce, onların ağızlarının suyu bir tek şey için akar: O güzelim zümrüt ormanlarını betonlaştırmak, yapılaştırmak ya da maden, taş kömürü ocaklarına dönüştürmek için…
Gerisi boş laftır…
Bu orman katilleri, örnek aldıkları, örnek gösterdikleri, dillerinden düşürmedikleri Fatih Sultan Mehmet’in döneminde yaşasalardı, çoktan kellelerini yitirmişlerdi… Çünkü o, “ORMANDAN BİR DAL KESENİN BAŞINI KESERİM“ demişti.
Dal ne demek? Onlar, koca bir ormanı buldozerlerle, traktörlerle yerle yeksan eyliyorlar…
Kaz dağlarını bitirdiler.
Terk edilen irili ufaklı maden ocaklarının yerini bugün asit göletleri aldı… Asit göletlerinden çevreye dağılan asitli sular çevreyi, canlıları, doğal yaşamı tehdit ediyor…
Aynı yolun yolcusu olan Antalya Finike ilçesi taş ocağı sahibi ya da sahipleri de, doğayı koruma savaşçılarına karşı savaş açtı. Çalışmalarına engel oldukları için onlardan 100 bin liralık tazminat istiyor… “Ben dilediğim gibi, istediğim gibi hareket ederim… Ben dilediğim gibi, istediğim gibi doğayı tepe tepe kullanırım… Kimse bana karışamaz…” diyor.
Hem suçlu, hem güçlü diye buna derler işte…
Sen köstebek gibi, toplumun ortak malı olan ormanların altından girip, üstünden çıkacaksın, börtü böcek namına bir şey bırakmayacaksın, ondan sonra da sana karşı koydukları zaman onlara dava açacaksın…
Böyle olaylar ancak Türkiye’de ve AKP iktidarında yaşanılır sadece…
Bir zamanlar ormanı koruması gereken orman bakanı da, ağaç katliamı yaparak ormanlarda kendisine iş sahası yaratmamış mıydı?
Devlet, ormanını, denizini, ırmağını koruyan vatandaşlarını koruyup kollayacağı yerde, onu yok eden canavarları; insan, hayvan, doğa düşmanı yaratıkları koruyor…
Şimdiye dek çıkan direnişlerin büyük bir çoğunluğunun kökeninde de zaten bu ağaç katliamını engelleme çabası yatmaktaydı.
Gezi Direnişinde, ODTÜ öğrenci ayaklanmasında, köylü isyanlarında fitili ateşleyen bu kıvılcım olmuştu…
Ne yazık ki AKP’nin 2002’de iktidar olmasından bu yana hep bu katliamlarla, cinayetlerle, talanlarla, yolsuzluklarla, hırsızlıklarla karşılaşıp duruyoruz… Her gün bir yenisi ekleniyor…
İktidar olma, kâr hırsı, zenginlik uğruna gencecik fidanlar kara toprakla buluşturuldu…
Ne diyelim? Bu saatten sonra… Söylenecek tek söz kalıyor geriye:
Toprak doyursun gözünüzü…
Bir yanıt yazın